12 entry daha
  • yeni bir şeyler söylemeyen, daha önce anlatılanları, hatta şimdilerde boardwalk empire'da anlatılanları anlatan, neler olacağını bir süre sonra tahmin edebildiğimiz, bazı karakterleri derinleştirilememiş, güzel manzaralara sahip vasat bir filmdir, daha ötesi değil. lawless bu senenin merak ettiğim diğer filmi idi. aslına bakarsan merak etmediğim film yok gibi. her filme bu cümleyi yazıp duruyorum. ama merak edilesi bir film gibi duruyordu. kadro çok sağlam (iki senede muazzam çıkış yakalayan tom hardy, jessica chastain, mia wasikowska, yan rollerde parlayan jason clarke, son zamanlarda kariyerinin içine eden ama kaliteli filmlerde kendisini zevkle izlettiren guy pearce, gary oldman -shia'nın adını bilerek yazmadım, zira sevmiyorum herifi), yönetmen sağlam, senarist sağlam, konu da ilgi çekici. dolayısıyla merakla bekliyorduk. cannes'da yarışmaya hak kazanınca erkenden ilk eleştiriler geldi, ne yazık ki eleştiriler olumlu değildi. gene de cannes bu filmleri sevmiyordur diyerek merakla beklemeye devam ettik (bu arada parantez açmadan edemeyeceğim. cannes gitgide hollywood'a daha fazla bağlanıyor. böyle bir filmin cannes'da hakikaten de işi yok, ama bu denli kötü olduğunu da tahmin etmemişlerdi herhalde. sanırım yönetmenden ötürü yarışmaya kabul ettiler). yönetmen john hillcoat önceki filmi the road'ta adeta döktürmüştü. burada ise hayal kırıklığı yaratıyor.

    ilk paragrafta söylediklerimi daha da açayım. spoiler içeriyor yazdıklarım, söyleyeyim. klasik bir film demişler bu filme bazı eleştirmenler. ama klasik olumlu anlamda söylenmiyor. yeni şeyler söylemediği, bilinenleri tekrar ettiği, yani klasik/klişe şeyler söylediği için klasik dendi filme. yeni şeyler söyleyen, kendisini farklılaştıran filmler bulmak artık zor şu dönemde. artık filmin kaliteli olmasını geçtik, söylenen şeyleri söylememiş olmasını diliyoruz. birazcık farklı olsun yeter noktasına geldik. bu, o farklı filmlerden değil. yönetmen ile senarist nick cave klasik bir film mi yapmak istediler, bilmiyorum ama ortaya çıkan film klişelerle bezeli bir film. içki kaçakçılığını konu alan bir filmden yeni şeyler söylemesini, farklılaşmasını beklememek gerek belki, ama bu derece klişe bir film de önümüze konmamalıydı.

    kötü adam, bildiğin psikopat, evet, o heriflerden, sakat birisini öldürecek kadar aşağılık birisi. peki neden öyle? boş ver, önemli(!) değil. filmin tek kötü adamı derinleştirilememiş. aynı şeyi bu sene bir sürü filmde gördük. the dark knight rises, amazing spider-man, the avengers vs. bu sene senaristler aynı beceriksizliği sergilemişler. filmin en önemli karakterini derinleştirememişler. haydi bu önemli değil diyelim. ya bondurant kardeşler? forrest'ın da derinleştirildiğini düşünmüyorum. varsa yoksa jack. arka planda kalan ortanca kardeş howard da derinliksiz. tamam, derinliği geçelim. bari bu derece tahmin edilebilir bir senaryo yazmasaydınız. tam bir formül filmi. şimdi kötü karakter sahneye çıkacak dendiğinde kötü karakter sahneye çıkıyor, birazdan iyilerden birisi haşamat edilecek dendiğinde öyle oluyor, jack'in yaptığı bu kazmalık kendisine pahalıya patlayacak dendiğinde aynen öyle oluyor. zira bu hikayeyi biz izledik daha önce. ayrıca takıldığım bir şey var. kanunsuz işler yapıyorsun. tamam, süt çocuğusun. ama ağabeyinin boğazını bir kulağından ötekisine kadar kesiyorlar. sonra bunu yaptıranı eline geçiriyorsun ve kurşunu sıkmıyorsun. kabul edilecek şey değil. karakterler hiç ilgi çekici değil. bir de bir hayli aptallar. kendilerinden supermanlik veya kahramanlık yapmalarını beklemiyoruz. ama bu derece de aptal olunmaz. mesela garibime giden şeylerden birisi finalde kurşun yemiş forrest'ın rakes'in peşinden gitmek istediği sahne. rakes'in elinde silah var, forrest ise kurşun doldurmakla meşgul, sonra rakes, forrest'ı üç kere vuruyor. howard ne yapıyor o sırada? o sahne çok malca idi. jack'in hiç düşünmeden arabayı rakes'in üzerine sürmesi (ağabeyinin boğazı kesilmişken metanetini koruyan jack, arkadaşını gömünce kaplan kesiliyor, inandırıcı değil, üstelik ağabeyini o denli önemsiyor ki kendisini ona kanıtlamak istiyor, bu yüzden inandırıcı değil). o tek aksiyon sekansı insanı salak yerine koyuyor her açıdan. ya da ben karakterlerin plan yapıp kötü karaktere plandan sonra saldırmalarına alıştım, o yüzden garibime gidiyor olabilir bu sekans. insan daha ilgi çekici karakterler bekliyor. kız arkadaşını içki ürettikleri yere getiren aptal bir karakter, karşısında tam teçhizatlı bir kötü karakter varken "burası benim, size para vermem, işimi de devretmem" diyen ama boğazı kesildikten sonra bile rakes'i öldürmek için uğraşmayan, kardeşi rakes'in peşine düşmüşken karıyla sohbet eden, neden sürekli içtiği açıklanmayan karakterler beklemiyordum.

    velhasıl, film hiçbir şekilde farklılaştırılmamış, karakterleri derinleştirilmemiş. üstüne üstlük bir saati epey sıkıcı idi. gelelim performanslara. guy pearce ve tom hardy iyiydiler. pearce gerçekten nefret edilesi bir karakterde iyi oyunculuk sergilemiş. hardy ise the dark knight rises'da harcandığı gibi burada da harcanmış. senarist, forrest'a biraz daha odaklansa ve hardy'e daha fazla alan açsa idi keşke. gene de hardy'nin göründüğü sahnelerde oldukça iyi oynadığını söylemek mümkün. shia ise rahatsız etmedi bu kez. jessica chastain güzelliği ile büyülemekten başka bir şey yapmıyor, zira ona da alan açılmamış. gary oldman ise hayal kırıklığı yaratıyor. sadece bir kaç sahnede görünüp kayboluyor. fragmanda da yer alan ve arabayı taradığı sahnede ise epey karizma idi. filmin müzikleri başarılı, görüntü yönetmenliği daha da başarılı, keza sanat yönetmenliği de. son kertede john hillcoat bıraksın bu gişe filmlerini, the road gibi filmler çeksin. umarım yeni filmi bunun kadar vasat olmaz.

    (bkz: fragmanı kendisinden güzel olan filmler)
45 entry daha
hesabın var mı? giriş yap