5 entry daha
  • - hatırlar mısın dokuzuncu kapı'yı ?
    - dandikti, hatırlamak istemiyorum, ama filmdeki sen çıkmıyorsun aklımdan !
    - beni mi izledin film boyunca ?
    - seni gözledim dilber...
    - e anlamadın demek ki filmi
    - bi saniye, şöyleydi:

    danny elfman tarzını andıran, rahatsız edici ve akıldan kolay çıkmayan bir müzikle açıldı film, başlar başlamaz buz gibi bir intihar sahnesi, özendik...

    aklımda "roman polanski" efsane bir yönetmen değildi, filmlerinden çok olaylarıyla söz konusu olmuş ve ünlenmişti bana göre, "rosemary'nin bebeği" halen çok gözde bir filmse, polanski'den çok, filmden sonra satanist merkeplerin tepkileri ve adamcağızın karısını öldürmeleri etkiliydi filmin ününe... zaten takip ettiğim bir adam değildi ama bu filmle kendisini bana kanıtlayacaktı, hatta belki karısının intikamını falan alacaktı ve açılıştan umutluydum.

    corso iyi bir karakterdi, soğuk, iş bitirici, gizemli olaylara ve kitaplara meraklı, idealdi, dylan dog'la eşlendi birden hayalimde...

    olaylar gelişti veya daha doğrusu gelişemedi, belli ki polanski artık yaşlıydı ve aklındaki "vurucu" bir sekans için diğer bölümleri atlıyor, onlara dikkat kesilemiyordu... hal böyle olunca ve zemin hazırlanmayınca da "vurucu" olması gereken yerler gerçekten etkimiyor, film iyi işlenmediğinden ve yönetmenin aceleciliğinden yavan bir hikayeye dönüşüyor, görsel zenginlikleri bulunan bir çizgi-roman/adventure oyun'dan öteye gidemiyordu...

    filmin odaktaki teması olması gereken, olayların/ölümlerin kitaptakine uygun resimlerle gerçekleşiyor olması da iyi anlatılmamış, havada kalmıştı.

    gothic mekânlar gidip görme isteğini körüklüyordu, hele "tepedeki ev" için manzarayı bir kaç dakika "pause" edip hayal kurmak gerekliydi; karanlık atmosfer, fantastik görüntüler doyurucuydu ama bunlar yönetmenin besleyemediği, iyi kullanamadığı, nadide görüntü yönetmeni -merak edip araştırdım ki- darius khondji'nin eseri.

    johnny deep ise filmde çabalayıp duran, bir şeyler katmak için kendini yırtan tek kişiydi ve bu özensiz filme, nasıl olmasını bilmediği bir özenle çabalayarak yazık ki karton bir görüntü sunuyordu... bu arada, karakterin simsar umursamazlığında olmasına rağmen, işin içine şeytan, büyü girince ahlaki değerlerini anımsayıp sahiplenmesi de iyi düşünülmüş, yansıtılmıştı...

    corso maceraya atıldığından itibaren film birbirinden kopuk olaylarla ilerliyor ve hiç bir şey yaratmayan, akılda şüphe, tilki uyandırmayan, herkesin hayal edebileceğinden farklı bir görüntü sunmayan finaliyle de b sınıfı bir filmin vereceğinden fazlasını vermiyordu; bir kaç güzel manzara ve çarpıcı bir kaç müzik dışında, ne kültür, ne heyecan, ne tat olarak hiç bir şey vermedi ve hatırlarsan tek sözüm "yuh" olmuştu...

    roman polanski bu filmden sonra "benim yaşım geçti, benden artık bir şey beklemeyin" sözünün altını imzalamıştır diyor, dansa kalkıyorum.
142 entry daha
hesabın var mı? giriş yap