2 entry daha
  • türkçe çevirisinin başında descartes'in bir prensese yazdığı mektubu var. epey övüyor orda prensesi, hehe (bir de ben dalkavukça övmem demiş ama öyle bir intiba edindim şahsen ben).

    lakin benim değineceğim kısım başka. evvela, descartes'in üslubu hoşuma gitti. kısaca meramını maddeler halinde anlatıyor ama her maddenin akabinde de onu açıklıyor. bir nevi kendini şerh ediyor. (ömer nesefi akaid'ini taftazani şerhiyle okuyormuş hissi vermiyor değil).

    üslubu geçip bahsetmek istediğime gelecek olursam. kitabın ilk kısımlarında çocukluk ön kabüllerimizden sıyrılabilmemiz için her şeye şüphe ile yaklaşmamız gerektiğini söylüyor. ama şüphe ile yaklaşınca "hareket" etmek, daha doğrusu hayatında belli ilkelere göre kararlar almak zorlaşıyor. bunu çözmek için üç türlü norm kabul ettiğini söylüyor descartes:

    (özet geççiler için):
    1-) dine sağlamca bağlanarak akıllı insanlar tarafından savunulan mutedil bir yol benimsemek.
    2-) en kuşkulu kanılarını bile bir kez kabul ettikten sonra inatla izlemek.
    3-) dünyayı değiştirmek yerine kendini değiştirmeye, kendi dışındaki nesneleri anlamak için yeterince uğraştıktan sonra gerisini su koy vermeye (fgjh, biraz abarttım) çabalamak.

    (kitap çevirisiyle de olsa biz yazarın ağzından duymak isteriz diyenler için):

    "nasıl kaldığımız yıkıntıyı yeniden yapmaya başlamadan önce yıkmak, gereç biriktirmek ve mimar bulmak ya da evin mimarı oluyorsanız, sonra dikkatle planını çizmekle yetinmeyip de aynı zamanda bu işle uğraşırken rahatça oturabilecek başka ev bulmanız da gerekiyorsa; bu iş gibi usum ( us mu? :( - eyfi) beni yargılarımda kararsız olmaya zorlarken, işlerimde kararsız kalmamak ve böylelikle elimden geldiğince mutlu yaşayabilmek için de kendime, üç ya da dört normdan oluşan eğreti bir ahlak benimsedim. birincisi, tanrı'nın çocukluğumdan beri içinde yetişmeme iyilik ve inayet (kayra) buyurduğu dine sağlamca bağlanarak, yurdumun yasa ve törelerine uymak, başka her şeyde kendimi, birlikte yaşayacağım kimselerin en akıllıları tarafından genellikle yerine getirilen en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanılara göre yönetmekti... ikinci normum, elimden geldiği ölçüde, işlerimde yetkili ve inatçı ve en kuşkulu kanıları bile, bir kez kabullendikten sonra güvenilir ve şaşmaz kanılarmış gibi her zaman inatla izlemekti. üçüncü norm, her zaman işi talihe bırakmak yerine kendimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok, kendi isteklerimi değiştirmeye ve genellikle düşüncelerimizden başka hiçbir şeyin tamamıyla elimizde olmadığına, dolayısıyla bizim dışımızda olan nesnelere ilişkin elimizden geleni yaptıktan sonra, gücümüzün yetmediği tüm nesnelerin bizim için salt olanaksız olduğuna alışmaktır."

    niye en çok etkilendiğim kısım burası oldu? zira ilkeler olmadan hayatımda düzgün karar alamadığımı ve devamlı kafa karışıklığı, o yana bu yana savrulma yaşadığımı farkettim. hiç bir hareketten emin olamama, devamlı sorgulama bu sefer insanı atalete sevkedebiliyor. doğru şeyi yapayım diye debelenirken hiç bir şey yapmayıveriyorsun. bu halden sıyrılmak istediğimde kendimden ziyâde güvenebileceğim varlığın sadece allah olduğunun farkına vardım. kendime, vicdanıma güveneyim diye yola her çıkışımda çizgimi kaybettiğimi farkettim. yine her şeyi tamamen yerli yerine oturtabilmiş değilim, dahası kendimden ve vicdan dediğim kalbime danışmaktan da tamamen vazgeçebileceğimi zannetmiyorum ama etraf iyice pusulu bir hâldeyken beni amel etmeye yönelten temel sâik bundan böyle din temelli olacak (inşallah).
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap