303 entry daha
  • klasik psikiyatrist saçmalıklarıyla insanları boğmak istemiyorum. 'şunu yaparsanız şöyle olur, bunu yaparsanız kendinizi daha iyi hissedersiniz' bütün bunların hepsi palavra. carlito brigante'nin carlitos way'deki hispanik ingilizce telaffuzuyla 'boullşit' önce bu konuda anlaşalım.

    şimdi sizi ilk başta çok ürkütecek bir şey söyleyeceğim. evet, panik atak hastaları şu anda nefeslerinin kesik kesik alınıp verildiğini hissetmeye başladılar. sakin olun diyemem, çünkü aslında bir pa hastasına 'sakin ol' demek 'haydi geberesice bir an önce çıldırarak kafanı duvarlara vur' demekten farksızdır. nedir o korkulacak şey? bu pa bulaşıcı. evet, evet, aynen öyle. 90 yaşındaki hayattan artık beklentisi olmayan ununu elemiş eleğini asmış bir adamın yanında iki saat bahsedin, nefes alamadığını, başının döndüğünü, midesinin bulandığını söylemeye başlayacaktır.

    pa, daha çok para kazanmak isteyen koca bir endrüstrinin 21.yüzyılda insanların kıçını ürkütmeden nasıl onları hasta sınıfına sokabiliriz isimli public relations çalışmasının bir ürünüdür. buna süslü püslü kelimelerle panik atak derseniz şehirli beyaz yakalı bir hastalığa kavuşmuş olursunuz. aslında köylü bile bu hastalığın pençesinde. durun durun, size daha panik atağın aslında hastalık olmadığını söylemedim. a, yoksa siz bilmiyor muydunuz? kandırmışlar.

    biraz daha alengirli bir isme ne dersiniz? bir üst versiyonu. anksiyete bozukluğu. acaba gerçekten öyle mi? bütün bu korkularımıza tıbbın verdiği yanıtlar yalnızca panic disorder'la sınırlı kalabilir mi? ya da anxiety attack? böyle yazınca daha havalı oluyor biliyorum, sizi memnun edemeyeceğim için üzgünüm ama bu yaşadığımız şeyin adı tam anlamıyla göt korkusudur arkadaşlar. panik bozukluk, anksiyete, gerginlik maalesef stüdyolarda şişirilmiş bir yalan. kıçı kaybetme korkusu ya da adına her ne derseniz deyin. yarışta geri kalma korkusu, hayatta başarısız olma korkusu, ölme korkusu, beceriksiz olma korkusu, terk etme korkusu, terk edilme korkusu, gitme korkusu-kalma korkusu, ayran tortusu, elma turtası diye gider.

    sebepler farklı, özne tek; panik atak denilen şey tam anlamıyla 'kaybetmek istemeyişimize' karşı direnmekten başka bir şey değildir.

    biz ne zaman kaybetmekten korkan insanlar olduk? neden şimdiki aileler çocuklarının bu kadar üzerine düşüyor? neden hiç kavga etmeden, dayak yemeden, dayak atmadan, sokaklarda dizleri parçalanana kadar oynamadan büyüyorlar? 'açıkta kalan suyu içme mikrop kaparsın, sırtına atlet giy zatüre olursun, aman şunu yaparsan kanser olursun'larla koca bir nesil yitiriliyor farkında mısınız?

    karşıdan karşıya geçerken 150 kere sağına soluna bakan yığınlar haline geldik. korunaklı evlerimizde hayatın gerçekliğinden o kadar koptuk ki 'çıt' sesi duysak ödümüz bokumuza karışıyor. evet, bunu kendimize itiraf etmek zorundayız. avcı toplayıcı toplumdan bir kademe ileriye geçince insanlık olarak başladı panik atağımız.

    çünkü tehlikenin içindeyken tehlikeyi hissetmezsin. nasıl hissedesin ki? zaten tehlikenin içine girmişsin. bacağı kopmuş bir adamı ayağının kesilmesiyle korkutamazsınız. o eşiği çoktan aşmıştır o. tehlikenin içindeyken yaşamdan korkmazsın amigo. ne zaman ki mabadını rahat bir döşeğe serersin, artık senin için dikenli toprak ürkütücü hale gelmeye başlar. halbuki ne çabuk unuttun? birkaç zaman öncesine kadar o dikenli toprağın içinde güreş tutuyordun. şimdi dikenli toprağın hayali bile seni ürkütmeye yetiyor. ne iş? ne oldu sana? söyle, sana ne yaptılar? neden bu haldesin? aslında sana kimse bir şey yapmadı. sebepler ve bahaneler dikotomisine sarıldın durdun. evet, ızdıraplar yaşamış olabilirsin ama evet panik ataklı arkadaşım, her ne ettiysen yine kendi kendine ettin.

    'fuck the system, ya da sistem bize bunu dayatüyür, çok duyarlıyız o yüzden anksiyete yaşıyoruz' gibi abuk palavraların ardına sığınmayın. sistemin yaşamasının en büyük kaynağı da bizler olduğumuz için sisteme bok atıp geri çekilmek işgüzarlıktan başka bir şey olmayacaktır.

    dünya tarihinde geldiğimiz noktada hayvani güdülerimizi halen içimizden atamayışımızın adıdır belki de panik atak denen zımbırtı. çünkü içimizde bir vahşi var, hey bunu unutmayın. biz hala dişinin aklını alabilmek için leopar avlamaya çalışıp rakip erkeği ekarte etmeyi düşleyen erkekleriz!

    bugün leopar avlamak yerine mercedes almanın hayalini kuruyoruz. farkı ne? leopar gitti, mercedes geldi. evet, geldiğimiz bu otomatik dünyada leopar avlamanın mercedes almaktan bir farkı kaldı mı söyleyin?

    hem mercedes almaya çalışırken leopar avlamaya çalışan bir vahşiden daha gaddar oluyoruz buna inanın. halbuki yapmamız gereken sadece biraz boşverebilmekti. bu kadar başarı odaklı kariyer manyaklığı içinde yana döne balataları sıyırdık. tam bu noktada bakın aklıma ne geldi, hani hakan taşıyan'ı bilir misiniz? (bu kadar ciddi bir konunun içinde hakan taşıyan'ın ne işi var lan oha diyen pa'lı ve anksiyeteli kardeşlerim bi sakin olun)

    hakan taşıyan'ı bilirsiniz. bilmeyenleriniz varsa da şimdi öğrendiler. bu dayı yıllar önce flash tv'de bir programa dibine kadar sarhoş çıktıydı da lümpen halaycılar 'hakan taşıyan türkiye'den özür dilesin' kampanyası başlatmışlardı. programın sunucusu şebnem kısaparmak'tı falan. düşünün lan, orada o zil zurna sarhoş haliyle bir laf etmişti hakan taşıyan, tüm türkiye belki testis geçti adamla, anıra anıra güldük o videoya belki, çünkü gerçekten de kelle gibiydi hakan abimiz. ama orada ağzından doğru birkaç cümle çıktı. niye, kime, niçin dediğini bilmiyorum ama şunu dedi 'o kilitli kapılar açılsın lütfen. yaşamaya geldik. biz ne yapıyoruz ki?' camus dese gözyaşları içinde tasdik eder, kierkegaard söylese orada burada paylaşır inanları uyandırmaya çalışırdınız. ama hakan taşıyan söyleyince güldünüz lan.

    evet, o kilitli kapıları açamıyoruz, hala açamadık. sınırlı bir süre için buradayız. çok da mutlu olmamız gerekmiyor. huzur arayan var mı dünyada? cidden, hayatın kendi içinde huzur da barındırabileceğini düşünen budalalar var mı aramızda? lan hayatın kendisi huzura müsait değil ki. yaşarken böyle bir şey mümkün değil. tam rahata erdiğini düşündüğün anda kapını başka bir huzursuzluk çalacak, bunu biliyorsun. ama sen ısrarla, zincirlerinden boşanmış vahşi bir hayvan gibi optimum faydayı elde etmenin peşindesin. 'çok huzur değil bir parça huzur' diyerek kendini kandırıyorsun. bir parça huzur falan da yok. huzurun alt ya da üst limiti yoktur. 1 ay sonra bile ne yapacağını bilmiyorsan huzurun yok demektir. bak ben sana dünyadaki en huzurlu insanı söyleyeyim mi; ölü olandır. bitti, gitti. ölü olanın huzuru vardır. yaşam huzuru içinde tutamayacak kadar şiddetli bir debiye sahiptir. pa ve anksiyeteliler huzursuz olduklarını söylerler. huzuru elde etmenin yolu, huzursuzluğu komple gidermek değildir (zaten böyle bir şey mümkün de değil) sadece huzursuzluğu bir parça sindirebilmektir.

    sindirilen huzursuzluk artık sizi rahatsız edemez. bir adam vardı karıncalardan çok korkuyordu. en büyük korkusu bir karıncanın ağzına girmesiydi. bir gün karınca adamın ağzına girdi. adam neredeyse korkudan olduğu yerde ölecekti. üzerine sekiz bardak su içti. karıncanın içinde artık yaşayamayacağını, boğulduğunu düşündü. halbuki karınca boğulmamıştı. aslında karınca adamın ağzına bile girmemişti. adam bir yanılsama yaşadı. ve bu adam artık ağzına karınca girse de korkmayacak. çünkü huzursuzluğu sindirdi.

    fakat siz ne yapıyorsunuz? çok başarılı olmak istiyorsunuz. biriyle yaptığınız en ufak bir kavga sizi dünyaya küstürüyor. john milton'ın dediği gibi 'katedral boyutunda dev egolar inşa edilmiş, içine hapsedilmişsiniz'. kendi kendinizin zorla tanrısı yapmışlar sizi. 'sen en iyisini hak ediyorsun, başarırsın, müthişsin, kimse seni yenemez, mağlub olmayacaksın, seni alt etmelerine izin verme' gibi koftiden gazlamalarla atılmışsınız hayata. ve ilk yediğiniz darbede nakavt olmuşsunuz. kibriniz, egolarınız o kadar yüksek ki bu nakavtın acısını doyasıya yaşamak yerine içinize atmışsınız ve bunun adına panik bozukluk ya da geliştirilmiş bir üst versiyonuyla anksiyete bozukluğu demişsiniz.

    halbuki ilaçlar, terapiler, iyi düşün iyi olsunlar, iyi hisset iyi şeyler başına gelsinler, evrene enerji göndermeler, reikiler, yogalar hepsi palavradır. carlito brigante'nin dediği gibi 'boolllşiiiit'.

    bu adına pa ya da anksiyete bozukluğu, her ne derseniz deyin bu saçmalıktan kurtulmak mı istiyorsunuz? yapmanız gereken tek şey mağlub olmaktır. ağlamaktır. dövünmektir. başarısız olmaktır. yapayalnız kalmaktır. mutsuz olmaktır. terk edilmektir. dayak yemektir. sınıfta kalmaktır. parasız kalmaktır. aç kalmaktır. sigarasız kalmaktır. çok içki içmektir. daha fazla içmektir. alkolik olmaktır. alkolü bırakmaktır. yüzüstü yere kapaklanmaktır. ayağa kalkmaktır. acı çekmektir. hıçkıra hıçkıra ağlamaktır.

    yerin dibini görmeden gökyüzünün hayallerini kurmaya kalkıyorsunuz. isteseniz de beceremezsiniz bunu. tanrı'yla/allah'la/kozmosla/ya da evrenle, adına her ne derseniz deyin, o devinmeyen devindiriciyle kendinizi bir tutamazsınız. düşmez kalkmaz bir o. sizse düşmekten korkuyorsunuz. halbuki düşeceksiniz burnu büyük kendini dağları yaratmış zanneden ego abideleri. düşmek zorundasınız. burnunuz boka batmak zorunda. çamurlar içinde hırpalanmak, dayak yemek zorundasınız. ancak o zaman gerçek bir insan olursunuz. ancak o zaman bir süs bebeği ya da bir bilgisayar programıyla oluşturulmuş pikselli bir karakter olmaktan kurtulabilirsiniz. kanınızın kıymetini anlamanız için kanınızın akması gerekiyor.

    hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmiyor, yavaş yavaş öğreniyorsunuz.

    ----devam edeceğim şimdilik bu kadar yeter----
1209 entry daha
hesabın var mı? giriş yap