9 entry daha
  • eveleyip gevelemeden söylüyorum, seni çok seviyorum hidayet.

    şimdi nereden çıktı bu? aslında sabahın köründe alış-verişe gitmiş, evin tüm eksiğini gediğini alıp gelmiş bir baba, kahvaltıdan sonra seni, tamamladığını zannettiği alış-verişin tek eksiğini aldırmak için markete yolluyorsa öfkelenirsin. çünkü kahvaltıdan sonra müzik dinlemek, kitap okumak gibi alışkanlıkların var. bu eylemlerin arasına diş fırçalamak gibi elzem bir görevi bile sıkıştırmaya dahi üşeniyorken, baban seni evden biraz uzaklıktaki markete domates almaya gönderiyor. mesele uzaklık değil, hele domates hiç değil. mesele kahvaltıdan sonraki alışkanlıklarının arasına nifak tohumlarının ekilmesi. oysa şöyle güneş günün yarısını geçtikten sonra, insanın kanı kaynamaya başlayıp enerjisini harcayacak yer aramaya başladıktan sonra gönderilsen hiç öfkelenmeyeceksin. ama gel de bunu babaya anlat. 'benim kahvaltıdan sonra bağzı alışkanlıklarım var yea' diyemezsin koskoca adama. neyse. konudan sapmayalım. nereden çıkmıştı bu seni sevmek?

    şeffaf ve zayıf görünümlü bir poşete alelade ve kas kararı 1 kilogram domatesi salladıktan sonra kasaya yöneldim. benim domates seçerken takındığım ilgisiz tavrın bir benzerini takınan kasiyer -ki yaka kartından adının metin olduğunu öğrendim- domatesin yanında aldığım birkaç şeyi daha kasadan geçiriyordu. işte tam o anda yazar kasanın hemen bitişiğine iliştirdiği beyaz telefonu çaldı.

    aynı senin adını rehberimde kaydettiğim gibi, tamamı küçük harflerden oluşan ismin yandı telefonun ekranında. hidayet neden beni değil de metin'i arıyordun? ufak bir kıskançlık krizi ve afallamanın ardından marketin önüne çıktım güç bela.

    her yer saçların kokuyordu. deli, siyah gözlerinin çukurundaydım sanki, ben ufacıktım. çeşitli hallerin geliyordu gözümün önüne. kazağının kolları sıvalı bahçede kesilmiş odunları eve taşırken, bir şeftali bahçesinden diğerine geçerken, sizin oradaki tepeye çıkarken, bizim oradaki denize girerken, kaldığımız otel odasındaki halin; uyurken yüzün, ağlarken kaşların, gülerken dudakların, sinirliyken dişlerin, yorgunken dizlerin hepsi karşımdaydı şimdi.

    seni ne kadar çok seviyormuşum ben hidayet.

    (böyle bir hikayenin bitmemiş de olsa, yer yer babamdan çok sevdiğim bir şairin ölüm yıldönümünde 'kenarda durması' yakışık almazdı)

    "keşke sadece bunun için sevseydim seni" ; "ne güzel yaşlanırsın sen"

    sevgiler
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap