• -i found an electrician, hidayet
    -so?
    -he' ll fix it.
    -how?
    -he's an electrician.
    -but how...
    -it is his proffession
    -but if he died how will he...
    bir daha ingilizle konuşulurken özenle kullanılması gerektiğini öğrendiğim yurdum insanı ismi
  • bazı sırlı hakikatler vardır, öğrenildiğinde "bundan nasıl haberim olmamış" dercesine hayıflanırsınız. nice insan da o hakikatin kıyısına dahi yaklaşamadan bu dünyadan göçüp giderken.

    hidayet böyle hakikatlare sahip sırlı bir olaydır.
    kur'anda defalarca "innallahe yehdi men yeşa" "allah, dilediğine hidayet eder" ifadesi geçer.

    bir başka yazımda hidayetin kaynağı sadece allah'dır demiştim, bilgiler birer basamaktır "insan neye ulaşmak istiyorsa ona götürürler." aynı ayetleri, aynı bilgileri edinerek kimi insanların imanı kimisinin küfrü seçmesinin nedeni budur.

    yukarıda bir kelime kullandım "istiyorsa"

    hidayetin sırrı bu kelimededir. allah dilediğine hidayet eder, peki kime hidayet etmeyi diler, cevabı basittir "hidayeti dileyene"

    bu sır yukarıda ifade ettiğim ayetin iki şekilde de türkçeye çevrilmeye müsait olmasındadır, ama nedense hep "allah'ın dilemesi" şeklinde tercüme edilmiş. halbuki bu ayetlerin arapçası "allah dileyene hidayet eder" de demektir. o zamirini allah'a gönderirsek allah'ın dilemesi "men" e gönderirsek kişinin dilemesi şeklinde çevrilebilir.

    demek ki kim hidayet dilerse allah da ona hidayet etmeyi diler.

    islama sonradan giren ateist, deist, hristiyan insanlarla ilgili oldukça geniş bir çalışma yapmıştım, her birinin ortak noktası "ey tanrım, eğer varsan bana yol göster, ilerlememi istediğin yola beni ilet" duası olduğunu gördüm. girmiş bulundukları var olma bunalımından boşluğa doğru yaptıkları bu duaya savrulmuşlar ama o belli belirsiz yakarışları kurtuluşları olmuş" bu bir sır değildir de nedir?

    bize her gün defalarca "bizi doğru yoluna ilet" (bkz: fatiha suresi) dedirtmesi ama hemen herkesin bunu düşünmeden söyleyip geçmesi sırlı bir hal değildir de nedir. seni ebediyen kurtaracak sözcükler dilinde dönsün dursun ama kalbin ondan gafil olduğu için ona cevap verilmesin bu ironik değil midir?

    kalbinde aklında şüphesi olan allah'dan hidayet, yol göstericiliği talep etsin.
    bildiğini düşünen kibirliye allah yüzünü çevirip bakmaz.
    bildiğinden ziyade o'na güvenip hidayet dileyeni de ebedi bedbahtlardan asla yapmaz
    o, kuluna yetişir, ona yeter.
  • bazıları, ''allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz'' (ed-dehr, 30), ''rabbin istediğini yaratır ve yalnız kendisi ihtiyar eder. ihtiyar ve irade, onların değildir'' (el kassas, 68), ''sen sevdiğini hak yoluna sevk edemezsin. belki cenab-ı hakk, istediğini o yola sevk eder'' (el kassas, 55), ''onlara gökten melekler indirsek ve karşılarında ölüleri lisana getirsek ya da bütün kâinatı başlarına toplayarak, hep birlikte kendilerine teminat verdirsek dahi, ilahî irademiz taalluk etmedikçe yine iman etmezler'' (el-en'am, 111), ''cenab-ı hakk her kime hidayet etmek isterse onun sinesini islâmiyet için açık ve müsait kılar. dalâlette bırakmak istediğinin de göğsünü o derece dar ve sıkı bir hâlde bulundurur ki, oraya hakikat nurunun girebilmesi, sahibinin göğe çıkabilmesi gibi imkânsızdır'' (el-en'am, 125) ve ''ben size nasihat etmek istesem bile cenab-ı hakk dalâlette kalmanızı irade etmiş ise, nasihatımın size bir faydası olmaz'' (hud, 24) gibi ayetlere bakıp, ''kâfirin kâfir olmasını allah dilemiştir, o ne yapsın? eğer allah dileseydi, herkes kurtulurdu. o hâlde niçin azâb ediyor?'' demektedir. nitekim, en'am sûresinin 149. ayetinin sonunda, ''(allah) eğer dileseydi, hepinize hidayet ederdi'' buyrulmuştur. o hâlde bu meselenin izahı nasıl kabil olur?

    mâlûmdur ki, insanın cüz'î iradesi esasen tam anlamıyla hür değildir. insan belki istediğini yapabilir fakat ne isteyeceğini veya hangi sebeplerin onu bir şey yapmaya ikna edip edemeyeceğini bilemez. dolayısıyla, zihnine doğan sebepleri allah ona ilkâ etmiştir. osmanlı devrinin muteber âlimlerinden akkirmânî, yazdığı ''cüz'î irade'' isimli bir risalede şöyle söylüyor:

    ''bir insanın bir işi yapmayı irade etmesi ve ardından o işe girişmesi, ancak şöyle olur:

    1) bir işi tasavvur etmek, hatırlamak,

    2) o işten şevk veya lezzet duymak,

    3) kendi iradesiyle beraber allah'ın iradesiyle harekete başlamak,

    4) hareketin meydana gelmesi.

    insanın hatırına gelen tasavvurları ve o işten şevk veya nefret duymayı allahü teâla yaratıyor. çünkü bunlar var olan şeylerdir ve var olan şeyler yaratılmaya muhtaçtır. bunlara insanın dahli yoktur. fakat bu cebr (mecburiyet) değildir. zira şevk veya nefret, yalnızca sebeptir ya da saiktir, irade değildir. insan bu sebeplere rağmen irade etmeyebilir.''

    yani aslında allahü teâla'nın küllî iradesinin, insanın cüz'î iradesini sevk etme şekli, onun zihnine ilham ederek sebepler yaratmak ve böylece onu bir cihete sevk etmek (drive) ile oluyor gibi görünüyor. söz gelimi, bir insan namaz kılmayı hatırladığı zaman, o işten ya şevk ya da nefret duyar. bu, insan elinde olan bir şey değildir. diyelim ki bir adam, bugün islâmiyet'i layığıyla kavrayamıyor. güzel ve rahat yaşamak istiyor, islâmiyet'in buna mâni olduğu kanaatine dünyada gördüğü ışid mışid gibi örgütlerle ulaşmış. artık öyle bir raddeye gelmiş ki, islâmiyet'e dair herhangi bir şey hatırladığı zaman zihnine yalnızca nefret doğuyor. o hâlde bu sebebe uyarak islâmiyet'ten nefret edip kâfir olabilir. lakin, ''allah'ın ahlâkı ile ahlâklanınız'', hadis-i şeriftir. yani, bu aslında zihninizde dahliniz olup yahut olmadan doğan şevk veya nefret hislerinden, sizi hakikate götürecek olanlara uyun, ötekilere uymayın demektir. eğer ki bu adam, ''ya bu belki böyle değildir, soralım soruşturalım'' deyip içindeki nefret hissine rağmen ibadetlerini yapsa, misal namaz kılmayı hatırladığı vakit canının hiç istemediğini gördüğünde, bu hadis mucibince, bu sebebi kâale almayıp fiili gerçekleştirse, yani namaz kılsa, o vakit bir müddet sonra allahü teâla, onun zihninde nefret değil, şevk duygusu yaratır. onu bu yöne sevk eder. kul, bu yöndeki duygularına ve sebeplerine yapıştıkça, fiiliyatta daha da imanlı bir hâle gelir. böylece allah'ın ahlâkı ile ahlâklanma hadisi, o kişide tecessüm ederek zahir olur.

    yani insan, düşüncesine arız olan mülâhazaların ne kadar tesiri altında bulunsa yine bu mücadelelerde mağlup olmamak yolu kendisine karşı kapanmaz. seçim hakkı yine elinde bulunur. insanı tesiri altında bulunduran fikrî süreçler, insanı bir işe zorla yaptırmaz. ikna ederek yaptırır. ikna olup olmamak ve bu fiili işleyip işlememek, yine insanın elindedir. haliyle, insan yaptığından mes'uldür. işte allah, bu süreçlerde fena fikirlere mağlup olmayıp, güzel sebeplere tutunarak hayırlı işler murad edenler için hidayet diler ve onun hidayetini arttırır.

    nitekim allahü teâla,

    ''doğru yola gidenlerin hidayetlerini arttırırız ve onlara takvalarının karşılığını veririz.'' (muhammed, 17)

    ''allah, kur'an ile rızasına tâbi olanları selamet yollarına hidayet eder.'' (el-maide, 16)

    buyurarak böyle davrananları kendisine sevk edeceğini ifade ediyor. bir hadis-i kudsî'de de, ''kulum bana nafilelerle yaklaştıkça, onun gören gözü, tutan eli, duyan kulağı olurum.'' buyruldu. demek ki bu izahımız doğrudur. bu izahımızla beraber, hayırsız sebeplere uyanların da bu ''drive'' süreci içerisinde, adeta kendi kendini helâk çukuruna atması mukadder olmuş gibidir, allah bunlar için de dalâlet diler ve bunlar böyle yaptıkça, oradan çıkamaz olurlar:

    ''onlara ayetlerimiz okunduğunda, 'eskilerin masalları' derler. doğrusu hayır, belki de yaptıkları işler kalplerine galip geldi.'' (el mutaffifin, 13-14) (yani imansızlığı seçmeleri ve istemeleri sebebiyle, artık hidayeti göremez oldular. allah da onlara kendilerinin dilediği gibi dalâlet verdi).

    ''belki allah onların küfürleri sebebiyle kalplerini mühürledi de, ancak az bir kısmı iman eder.'' (el-maide, 155)

    ''iman ettikten, peygamberlerin hak olduğunu gördükten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir kavmi, allah nasıl hidayete eriştirir? o allah ki, zalimler güruhunu hidayete iletmez.'' (âli imran, 86)

    ''allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söylemeyi âdet edindikleri için, o da bu fiillerinin akıbeti olarak onlara kalplerinde kıyamete değin sürecek bir nifak verdi.'' (tevbe, 77)

    insanlardan kimileri vardır ki, bazıları allah yolunda sabit, ne olursa olsun oradan dönmeyecek gibilerdir; bazıları da tam tersi, ne yapılsa inanmayacak gibi. işte bu ayetler, allah'ın küllî iradesinin insandaki cüz'î iradeyi etkileme sürecinden sonra, artık hayırlı işler murad edenler için hidayet dileyerek hidayetini arttırıp, orada sabit kılacağını; imansızlık kesbeden için de âdet-i ilahîsi gereği umumiyetle dalâlet dileyeceğini ve onları dalâlette bırakacağını anlatıyor.

    buradan anlaşılıyor ki, allahü teâla hidayeti dileyene verir; yani insanın hidayete ermesi için birincil şart, istemektir. âdeti veçhile böyle yapar. fakat bazen, dalâlette olduğu hâlde kendi istediklerinden bazılarına da verir. yani onun hidayete kavuşacağı yolları gösterir. bu bir kitap, salih bir dost, hayırlı bir iş ya da eş vesaire olabilir; kul bunlardan kendi iradesiyle istifade eder ya da etmez. bu bir ihsan ve lütuftur. fakat âdeti böyle değildir, âdeti isteyene vermektir. eğer âdeti istemeyene vermek olsaydı, yeryüzünde kâfir kalmazdı.

    en azılı imansız dahi, içinde bulunduğu hâlden sıkılıp, halisâne imanı bulmayı dileyip, isterse, allah ona bir şekilde yol açar. nitekim ankebut sûresi 69. ayette, ''bizim yolumuzda gayret edenleri muhakkak ki doğru yola ileteceğiz. gerçekten allah, ihsan edenlerle beraberdir.'' buyruldu.

    isteyene imanı nasip eden ve hiçbir işe yaramadığımız halde bize acıyan rabbimize şükürler olsun.
  • hidayeti veren allah'tır. o ne güzel hidayet verir.
  • hiç kimse ne bir peygamber ne bir evliya ne muazzam bir hatip ne ilmi dünyaları aşmış herhangi bir insan hiç kimseye hidayet edemez.

    hidayetin tek kaynağı allah'dır. o da kalbi hidayet peşinde olana yönelir. allah hidayet dileyene hidayet eder.

    bu yüzdendir ki mucizeleri görenlerin çokları hidayete ermemiştir. bütün kutsal kitaplarda anlatılır bu.

    bu yüzdendir ki bir adama "baş parmak" allah'a inanmaya kafi gelirken, yüzlercesi bütün hayatlara bakıp kendi kendine oluyor bunlar diyebilir.

    tek bir ayetle iman edenler görebildiğiniz gibi, kur'an okudum ve ateist oldum diyenleri de görürsünüz bu yüzden.

    allah son kitabında da bunu peygamberine ve insanların hidayeti için çırpınanlara anlatmıştır. "kendinizi helak etmeyin. kalplerinde şu alemi yaratandan kendilerine yön vermeyi isteyebilecek kadar tevazu kalmayan kibir ve gurur abidelerine verebileceğiniz hiçbir şey yok."

    bakara -2 : bu kendisi hakkında öyle şüphe olmayan bir kitaptır ki, ancak müttakilere yol gösterir. ( günahtan başını kaldıramayıp, allah'a itaat etmekten nasibi olmadan onu eleştirmeye kalkanların ondan alabileceği hiçbir şey yoktur. )

    yasin -11:

    "sen ancak zikr'e uyanı ve görmediği halde rahmân'a karşı gelmekten korkan kimseyi uyarırsın. işte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükafatla müjdele."

    ömrüm ateist ve deistlerle konuşmakla geçti. her biri kendisini çok araştıran, çok okuyan, ilme bilime önem veren bir insan olarak görürdü. ( bu kibirdir ki hiçbir hidayet esintisini semtlerine uğratmaz ) onlarda gördüğüm evvelden beri kalplerinde olan şüphenin, o şüpheyi beslemeyi seçtikleri için günden güne büyümesi ve dini imanı bırakarak güya özgürleşmeleri oldu.

    küfrü tercih ediyorlar, allah da küfürlerini, inkarlarını artırıyor.
    allah kuluna akıl, fikir, peygamber, kitap gönderecek o ise yüzünü başka tarafa dönecek.
    böyle bir insanın arkasından koşmaz allah.

    benim için islamın hak din oluşunun en önemli delillerinden biri "kur'an" ve "hadisler" arasındaki ifade farklılıklarıdır. bu ikisini detaylı okuyan aynı dilden çıkmadığını %100 anlayabilir.

    kur'an'da allah kafirlerin üzerine şiddetle gider, nice delilleri örnek gösterir, mü'minleri ahmak olarak görenlerin ahmaklıklarını yüzlerini vurur, sonra bir "illa" der, hidayete yönelen, tevbe eden, salih amel işleyenleri de rahmetiyle saracağını, bağışlayacağını belirtir. peşi sıra can yakıcı cehennem azabından bahseder, ahiretin bitmek bilmez milyon yıllarında her aşamada nasıl perişan olacaklarından bahseder yaratıcıyı inkar edenlerin. sonra döner mümin olarak ölenler için "allah katında gerçek başarı budur" der, cennetleri onlar için müjdeler.

    peygamberin uslubunda tehdit ve va'idi pek göremezsiniz. inançsız insanları azapla tehdit ettiğini göremezsiniz, inansınlar diye çabalayıp durur. şüphesiz bu azmi merhameti ona veren allah'dır ancak ortada su götürmez bir uslup farkı var.

    şuara 3,5

    "iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!"

    "ne zaman rahmân’dan kendilerine yeni bir uyarı gelse mutlaka bundan yüz -çevirmektedirler."

    ister allah'ın günahkar bir kulu olun, ister kerametler gösteren seyr-i sülükta kimsenin eremediği makamlara eren biri. hidayet istemeyi bırakırsanız işiniz bitmiştir. kalbinize uğramaz allah.

    niçin namaz var, niçin her rekatta "ihdina's-sırata'l-müstakim" duası var nedeni budur. bilmeden değil, duyarak, hissederek ya rabbel alemin bana hidayet et, hem dünya hem ahiret işlerimde yolumu aydınlat" deyin.

    asla pişman etmeyecek, asla hüsrana uğratmayacak ana yol bu.
    gerisi fasarya.
  • "dogru yol, muslumanlik yolu" diye geciyo moonstar sozlukte

    unisex, komik bi isim
  • eveleyip gevelemeden söylüyorum, seni çok seviyorum hidayet.

    şimdi nereden çıktı bu? aslında sabahın köründe alış-verişe gitmiş, evin tüm eksiğini gediğini alıp gelmiş bir baba, kahvaltıdan sonra seni, tamamladığını zannettiği alış-verişin tek eksiğini aldırmak için markete yolluyorsa öfkelenirsin. çünkü kahvaltıdan sonra müzik dinlemek, kitap okumak gibi alışkanlıkların var. bu eylemlerin arasına diş fırçalamak gibi elzem bir görevi bile sıkıştırmaya dahi üşeniyorken, baban seni evden biraz uzaklıktaki markete domates almaya gönderiyor. mesele uzaklık değil, hele domates hiç değil. mesele kahvaltıdan sonraki alışkanlıklarının arasına nifak tohumlarının ekilmesi. oysa şöyle güneş günün yarısını geçtikten sonra, insanın kanı kaynamaya başlayıp enerjisini harcayacak yer aramaya başladıktan sonra gönderilsen hiç öfkelenmeyeceksin. ama gel de bunu babaya anlat. 'benim kahvaltıdan sonra bağzı alışkanlıklarım var yea' diyemezsin koskoca adama. neyse. konudan sapmayalım. nereden çıkmıştı bu seni sevmek?

    şeffaf ve zayıf görünümlü bir poşete alelade ve kas kararı 1 kilogram domatesi salladıktan sonra kasaya yöneldim. benim domates seçerken takındığım ilgisiz tavrın bir benzerini takınan kasiyer -ki yaka kartından adının metin olduğunu öğrendim- domatesin yanında aldığım birkaç şeyi daha kasadan geçiriyordu. işte tam o anda yazar kasanın hemen bitişiğine iliştirdiği beyaz telefonu çaldı.

    aynı senin adını rehberimde kaydettiğim gibi, tamamı küçük harflerden oluşan ismin yandı telefonun ekranında. hidayet neden beni değil de metin'i arıyordun? ufak bir kıskançlık krizi ve afallamanın ardından marketin önüne çıktım güç bela.

    her yer saçların kokuyordu. deli, siyah gözlerinin çukurundaydım sanki, ben ufacıktım. çeşitli hallerin geliyordu gözümün önüne. kazağının kolları sıvalı bahçede kesilmiş odunları eve taşırken, bir şeftali bahçesinden diğerine geçerken, sizin oradaki tepeye çıkarken, bizim oradaki denize girerken, kaldığımız otel odasındaki halin; uyurken yüzün, ağlarken kaşların, gülerken dudakların, sinirliyken dişlerin, yorgunken dizlerin hepsi karşımdaydı şimdi.

    seni ne kadar çok seviyormuşum ben hidayet.

    (böyle bir hikayenin bitmemiş de olsa, yer yer babamdan çok sevdiğim bir şairin ölüm yıldönümünde 'kenarda durması' yakışık almazdı)

    "keşke sadece bunun için sevseydim seni" ; "ne güzel yaşlanırsın sen"

    sevgiler
  • sait faik abasıyanık' ın bir öyküsünde "hava kararırdı. susam helvalarını kahveye bırakır, iki bardak şarap içmeye koşardım. afyon mu katardı pezevenk meyhaneci nedir, içer içmez pakize karşıma dikiliverirdi capcanlı, sıcacık." dizesini dillendiren saf karakter. aynı zamanda;

    - neden öldürdün hidayet!
    - seviyordum be abi...
  • islami terminolojide şahsım adına idrakı en zor kavramlardan biridir. hidayeti definitif olarak anlamlandırdık diyelim, rabbin ancak "dilediklerine" hidayet ediyor oluşunu içselleştirmek herkese nasip olmayacak sanıyorum.
  • bilirim ki bu can bu bedende emanet
    bedenimse hak yolunda esaret
    şaşma o yoldan, sen sabırla sebat et
    göreceksin , sabrın sonu selamet.
hesabın var mı? giriş yap