6 entry daha
  • citius, altius, fortius

    daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü! ama nasıl?

    --- spoiler ---

    mö 490, yani çid seddi’nin yapımının devam ettiği yıllar. tübitak popüler bilim kitapları arasında 2011’de yayımlanan neden canımız yanar? adlı kitapta bu yıllardan şöyle bahsediliyor. “persler yunanlara saldırdı. yunanlar persleri püskürttü. komutan miltiades, atinalılara müjde vermek için bir haberci gönderdi. efsaneye göre, hızlı bir koşucu olan pheidippides savaşın olduğu maraton platosu’ndan atina’ya kadar kırk iki kilometreyi hızlıca koşmuş, nefes nefese müjdeyi verdikten sonra oracıkta düşüp ölmüştür”. bu olay, gerçekten oldu mu? tarihçi herodot’a göre pheidippides atina’dan sparta’ya yardım çağrısı için gönderildi. ancak, pheidippides’in günümüz olimpiyat oyunlarının kurucusu pierre de coubertin’in 42.195 metrelik maraton koşusu fikrine ilham kaynağı olduğu kesin.

    --- spoiler ---

    teknoloji olimpiyat ruhuna ne yaptı?

    1896 yılında başlayan olimpiyat sporları dostluğun, dürüstlüğün ve centilmenliğin simgesi. buna “olimpiyat ruhu” deniyor. bu sporlar vücudun yanısıra zihni, iradeyi ve ruhu da güçlendiriyor. ancak işin ucunda her sporcunun rüyası olan olimpiyat madalyası, dünya çapında üne kavuşmak ve milyon dolarlık reklam anlaşmaları olunca, bazen olimpiyat ruhu unutulup yanlış yollara sapılabiliyor. hayal kırıklığı oluştursa da hemen hemen her spor organizasyonunda bir doping skandalıyla karşılaşmak artık sıradan hale geldi. dopingi engellemek pek de mümkün görünmüyor. en ünlü doping skandalını hatırlayalım: naim süleymanoğlu’nun altın madalya aldığı 1988 seul olimpiyatları’nda ben johnson 100 metrede dünya rekoru kırmasına rağmen doping yaptığı için diskalifiye edildi. rekoru kayıtlardan çıkarılan jonhson’un altın madalyası amerikalı carl lewis’e verildi. idrarında stanozol maddesi tespit edilen johnson, ayrıca dianabol, testosteron ve büyüme hormonu da kullandığını itiraf etti. benzer şekilde macar atlet róbert fazekas, 2004’teki etkinliklerde erkekler disk atmada olimpiyat rekoru kırdı, ancak yarış sonrası “anti-doping kurallarını ihlal ettiği” açıklanarak altın madalyası ve rekoru geri alındı. 2000 sidney olimpiyatları’nda ise daha da ilginç bir şey oldu. antonio pettigrew’un epo maddesi kullanarak doping yaptığı 2008 yılında anlaşıldı. 4x100 metre bayrak yarışında dünya rekoru kıran abd takımı 8 yıl sonra diskalifiye edilerek madalyaları geri alındı, yani ancak takım 8 yıl boyunca olimpiyat şampiyonluğunun tadını çıkardıktan sonra! 2006 yılında ise alman bir antrenör, lise öğrencisi sporculara performans artırıcı ilaçlar vermekle suçlandı. yani başlıktaki soruyu “doping icat oldu centilmenlik ve olimpiyat ruhu unutuldu” diye cevaplamak mümkün.

    --- spoiler ---

    sporcular eşit mi?

    1600 metreyi 4 dakikanın altında koşan ilk atlet roger bannister’a ait olan “sporcular eşit doğmaz” ifadesi tartışmalı olmakla birlikte, insanların etnik kökenleri bazen avantaj sağlayabilir. örneğin batı afrikalı koşucular kısa mesafelerde başarılı iken doğu afrikalı koşucular maratonda başarılıdır. asyalılar ise yüzmede başarılıdır. ama bir de doğuştan dopingli olanlar var! finlandiyalı kayakçı eero mantyranta bunlardan biri. spor tarihinde özel bir yeri var. 1964’te avusturya’nın ınnsbruck kentinde yapılan olimpiyatların şampiyonu mantyranta’nın epo reseptör geninde normal insanlarda olmayan bir farklılık var. mantyranta’da doğal bir şekilde oluşan genetik mutasyon, daha fazla miktarda kırmızı kan hücresi üretimine yol açıyor. yani daha fazla miktardaki kırmızı kan hücresi akciğerlerden dokulara daha fazla oksijen taşıyor. bu da sporcu dayanıklılığında ve oksijen taşıma kapasitesinde % 25’lik bir artışa yol açıyor. performansı artıran bir diğer doğal gen, myostatin. myostatin geninde mutasyon olan canlılar daha iri ve kaslı olur. bu genin kusurlu olması, erken yaşlarda çok güçlü kaslara sahip olunması sonucunu doğurur. geleceğin sporcularında da mantyranta’nın genlerindeki doğal mutasyon gibi gen değişimleri olacaktır. bu yüzden sporla uğraşmak isteyenlerin, atletlerin, askerlerin ve futbolcuların fiziksel kapasitelerinde rol alan genlerin tespiti önemlidir.

    yeni bir alan olan bireysel tıp, bu konuyla ilgilenir. genetik tarama testleri ile kişiye özel spor dalı seçiminde ve kişiye özel antrenman programlarının düzenlenmesinde,bireysel tıbbın büyük katkısı olacaktır. kişinin kas yapısına, performans genlerine ve hücresel metabolizma belirteçlerine bakarak “yüzücü olmak istiyorsun, ama maratoncu olman daha iyi olacak” veya “omuz kaslarındaki hızlı lif oranı iyi, ciritçi olman seni daha avantajlı kılar” türünden tavsiyeler verildiğini duyar hale geleceğiz. belki de bu genetik gelişmelerle beraber futbol sahalarında sıkça görmeye başladığımız ani kalp krizleri ve genç sporcu ölümlerinin de önüne geçilebilecek.

    --- spoiler ---

    neden doping yaparlar?

    ingilizce “dope”, flamanca “dop” kökünden gelen “doping” kelimesinin hikâyesi, bir zulu kabilesine dayanıyor. kabile üyeleri savaşta cesaretleri artsın diye üzüm posasından yaptıkları “dop” adında bir içecekten içiyorlarmış.

    yapılan bir ankete göre sporcuların % 60’ı son 6 ayda doping yaptığını kabul ederken % 75’i dopingin vücuda zarar verdiğini kabul ediyor. yani bile bile zararlı madde kullanıyorlar. etik kurallara ve centilmenliğe aykırı olduğu biliniyor, ama dopingden vazgeçilmiyor; çünkü işin ucunda ün ve para gibi insanın hoşuna giden şeyler var. bunlar hırsla birleşince doping de kaçınılmaz oluyor. özellikle 2004 atina ve 2008 pekin olimpiyatlarında -başta halter gibi güce dayalı sporlar olmak üzere- pek çok doping vakası ile karşılaşıldı. 2004 atina olimpiyatları’nda sporculardan alınan 2815 örnekten 26’sında doping tespit edildi. tespit edilemeyenler ise bir sır. yarışmanın bitiminde veya sonuçların bildirilmesinden sonra doping kontrolü yapılacak sporcuya organizasyon komitesinin bir gözlemcisi tarafından bir belge verilir. sporcu en kısa sürede doping kontrol merkezine başvurmak zorundadır. yasak olan yüzlerce ilaç ve bu ilaçların parçalanmış ürünlerinin idrarda ve kanda araştırılması için gaz kromatografisi, yüksek basınçlı sıvı kromatografisi ve spektrometrik ölçümler gibi karmaşık biyokimyasal analizler gerekir. örnekte doping maddesi olsa da çeşitli nedenlerle her zaman saptanamayabilir veya her zaman sporcudan doping için örnek istenmeyebilir.

    son yıllarda artık gen dopingi revaçta. hem daha etkili hem de tespit edilmesi daha zor. londra ve sonrasındaki olimpiyatlarda gen dopingleri gündeme gelmeye başlayacak gibi görünüyor. londra olimpiyatları’nda her gün 400 doping testi yapılması planlanıyor. bunlar pekin olimpiyatları’ndakilere göre daha hızlı ve doğru sonuç veren testler olacak (http://tr.euronews.com/…mpiyatlarinda-doping-savasi

    gen tedavisinden gen dopingine

    teknolojinin gelişmesiyle eski doping yöntemleri yavaş yavaş gündemden düşmeye başlıyor. yeni trend gen dopingi, yani hastalara uygulanan gen tedavisinin sağlıklı kişilerde kullanılması. gen tedavisi, tedavi edilemeyen kalıtsal hastalıklarda kullanılan bir yöntem. vücutta olmayan veya düzeyi düşük olan bir proteinin düzeyi, gen tedavisi ile normal hale getirilmeye çalışılıyor. ilk gen tedavisi 1990’da gerçekleşti. adenozin deaminaz enzimi (ada) eksik olan 4 yaşındaki ashanti desilva gen tedavisi uygulanan ilk kişi oldu. ada enzimi eksik olan bağışıklık hücreleri mikroplarla savaşamaz. ufacık bir mikrop saldırısında hücreler ölebilir. o durumda da kişi mikropsuz, özel ortamlarda yaşatılmaya çalışılır. bu yüzden bu hastalığı bubble boy (kabarcık çocuk) hastalığı denir. eğer tedavi edilmezse, hastalık genellikle birkaç yıl içinde ölümle sonuçlanabilir. kistik fibrozis, bazı kanserler, aıds, ada enzim eksikliği, hemofili, alfa-1 antitripsin eksikliği, fanconi anemisi, gaucher hastalığı, hunter sendromu, ldl-reseptör eksikliği ve ailevi yüksek serum kolesterolü (hiperkolesterolemi) gibi çeşitli hastalıklarda gen tedavisi çalışmaları devam etmektedir.

    gen dopinginde, gen tedavisinin aksine sağlıklı kişilere gen aktarılır. tedavi için geliştirilmiş bir yöntem olmasına karşın, gen dopingi sağlıklı sporcularda performans artırmak amacıyla kullanılır. amaç tedavi değil, güç ve üstünlük kazanmaktır. performansı etkileyecek gen, sporcunun vücuduna taşıyıcı vektörlerle verilir. en çok kullanılan taşıyıcılar retrovirüs, adenovirüs ve lentivirüslerdir. gen dopingini “hücrelerin ve genlerin tedavi dışı kullanımı ve gen ifadesinin değiştirilmesi ile performansın artırılması” olarak tarif eden dünya doping ajansı (wada) gen dopingini 2003’te yasak listesine ekledi. gen dopingini fark etmek şu an için hayli zor. araştırmacılar gen dopingi yapan sporcuları yakalayacak testler üzerine çalışıyor. yani tıpkı bilgisayar virüslerinde olduğu gibi sporcular önce doping yapıyor, sonra araştırmacılar nasıl bir doping yapıldığını anlamaya ve tespit yöntemleri geliştirmeye çalışıyor. ama her olimpiyatta yeni bir doping maddesi gündeme geliyor. ileriki yıllarda da gen dopingi yerine nanodopingin gündeme geleceği konuşuluyor.

    --- spoiler ---

    sporda hile her zaman var

    spor hukuku enstitüsü başkanlarından kısmet erkiner sporda hile hakkında özetle şunları söylüyor: hile ve aldatma, müsabaka ile beraber doğmuştur denilebilir. kayıtlara geçen ilk doping olayı 1865 tarihli yüzme müsabakasından. aynı yılda maratonda ve bisiklette de doping yapıldığı kayıtlara geçmiş. galli bisikletçi arthur linton 1896’da morfin kullanmış ve iki ay sonra ölü bulunmuştur. 1904 saint-louis olimpiyatları’nda abd’li thomas hicks, maraton yarışını herkesin gözü önünde yaptırdığı iki striknin iğnesi sayesinde kazanır! ıı. dünya savaşı sırasında ise yorgunluklarını gidermek için pilotlara bizzat ordu tarafından amfetamin verildi. ancak bu madde daha sonraları, özellikle dağcılar arasında büyük rağbet gördü. 1955 fransa bisiklet turu’nda fransız bisikletçi mallejac ölür. teşhis: aşırı miktarda uyarıcı kullanımı. 1960 roma olimpiyatları’nda bu defa danimarkalı bisikletçi knut enemark ölür. teşhis: aşırı dozda amfetamin ve nikotin türevi ronikol kullanımı. yine aynı olimpiyatlarda abd’li atlet nick howard 400 m. engelli koşusunu 3. sırada bitirir, ama ölür. teşhis: aşırı dozda eroin kullanımı. 1963’te iki boksör, billy beno ve jupp elze ölür. teşhis her ikisi için de aynıdır: aşırı dozda eroin kullanımı. bunların yanı sıra nice isimsiz sporcu da benzer nedenlerle yaşamlarını yitirmiş veya sakat kalmıştır., belçikalı bisikletçi eddy merckx’in tam bir doping ürünü olduğu artık biliniyor. 1988 seul olimpiyatları’nda yaşanan ben johnson olayı, doping konusunda artık harekete geçilmesi gerektiğini kanıtlamıştır. o olimpiyatlar sırasında sscb’nin gizli bir laboratuvar oluşturduğu, her yarışmadan önce kendi sporcularına bir son dakika kontrolu yaptığı ve sadece temiz çıkanları yarışmalara soktuğu sonradan öğrenildi. 1989’da berlin duvarı’nın yıkılışından sonra doğu almanya’nın gizli polisi stasi’nin (devlet güvenlik bakanlığı) tam bir devlet dopingi uyguladığı da biliniyor.

    --- spoiler ---

    gen dopingine aday genler ve görevleri

    anjiotensin değiştirici enzim (ace) : kan plazmasını ve damar kasılmasını kontrol eden enzimlerden biri. bu genin iki tipi var. bir tipi dağcılarda, diğer tipi kısa mesafe koşucularda baskın.

    endorfinler : yorulunca kaslarımız ağrır. endorfinler ağrı yönetiminde, yorgunluğun geciktirilmesinde ve dayanıklılıkta önemli rol oynar. spor müsabakaları sırasında ağrı eşiğinin artmasını ve laktik asit azalmasını sağlayan bu hormonlar, son yıllarda gen dopinginin hedefleri arasına girmiştir.

    eritropoetin (epo), (epo üretimini artıran ilaçlar, performans artırıcı olarak kullanılan en bilinen doping ajanlarıdır.), (doğal doping! sporcular niye yükseklerde antrenman yapar?) : kan oksijenini ayarlayan hormon. kırmızı kan hücrelerinin artırılmasında eritropoietin (epo) geni kullanılıyor. epo kandaki düşmüş oksijen seviyesine cevap olarak üretilir. sonuçta kandaki hemoglobin miktarı artar. bu yüzden sporcular yükseklerde antrenman yapar. doğal doping! yükseklerde oksijen azdır. vücut bunu dengelemek için epo üretimini artırır. gen dopingi ile epo geni fazla çalışır ve vücut içi hemoglobin üretimi ve kaslara giden oksijen miktarı artar. ancak bu durum kişiyi öldürebilir. hemoglobininin artması kanı koyulaştırır, yoğunluk artar. kalp krizi riski artar. bunun için kan sulandırıcı ilaçlar kullanmak gerekebilir.

    nitrik oksit (no) ve nitrik oksit sentaz (nos), (no bir gazdır. no’nun kan damarlarını genişlettiğini gösteren arnavut asıllı doktor ferid murad, 1998 yılı nobel tıp ödülü’nü aldı.) : düzenli egzersiz yapıldığında kan damarları daha rahat gevşer ve kaslara daha fazla kan akışı sağlanır. hızlı kan akışı kas liflerine daha fazla oksijen taşır. bu damar genişlemesi damar dokusundan salgılanan nitrik oksit (no) tarafından ayarlanır. no, damar genişlemesini başlatır ve egzersizde kas hücrelerine yeterli kan akışını sağlar. no sentezlenmesinden sorumlu madde olan nitrik oksit sentaz enzimi (enos) nitrik oksit sentaz geni tarafından kontrol edilir.

    peroksizom aktivasyonlu reseptör gama (ppar-?) : ppar-? enerji metabolizmasını ayarlayan bir gen. bu genin aşırı çalışması sonucu dayanıklılık için gerekli kas liflerinde artış olur. wada 2010 yılında yasaklar listesine ppar-? ile aynı işi yapan gw1516 maddesini ekledi. fazla ppar üreten farelerde, özellikle dayanıklılık egzersizlerinde kullanılan yavaş kas lifleri daha fazla gelişmiş. bu da, farelerin diğerlerinden yaklaşık iki kat fazla koşmasını sağlamış.

    fosfoenolpirüvat karboksikinaz (pepck) : pepck’in iskelet kasındaki rolü tam olarak bilinmiyor, buna karşın farelerle yapılan deneylerde, pepck geni ifadesinin artmasının dayanıklılık ve yaşam süresinin artmasına ve vücut yağ oranının azalmasına neden olduğu bulundu.

    insülin benzeri büyüme faktörü 1 (ıgf-1) : büyüme hormonu olan ıgf, kas büyüme faktörüdür. kas kütlesinin ve gücünün artışını sağlar. 1998 yılında arka bacağına ıgf geni enjekte edilmiş fareler 4-9 hafta sonra “süper fare” oldu, yani “arnold tip” olarak tanımlanan kas kütlesine kavuştu.

    damar büyüme faktorü (vegf) : vegf, yeni kan damarlarının oluşumunda görev alır. yara iyileşmesinin en önemli molekülüdür. yeni kan damarlarının gelişimi dokulara daha fazla oksijen ve besin maddesi taşınmasını sağlar.

    aktinin bağlayıcı protein 3 (actn3) : hücre iskelet sistemindeki liflerden biri olan aktininler, distrofin ve aktin gibi diğer iskelet elemanları ile kas kasılmasında yapısal ve düzenleyici rol alır. actinin-3 özel olarak kasta hızlı güç eldesinden sorumlu olan myofibrillerde bolca bulunur. kısa mesafe koşucularda bu genin bulunma olasılığı fazladır.

    myostatin : kas gelişiminde negatif düzenleyicidir ve myostatinle ters orantılı olarak kas kütlesinde artış olur.

    gen dopinginin tespiti mümkün mü?

    genel olarak dopingin tespiti için doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki yöntem var. doğrudan yöntem alınan doping maddesinin tespit edilmesine yönelik, dolaylı yöntem ise kişinin kan ve idrar gibi biyolojik örneklerinin incelenmesine. sporcuların gen ifadesi ya da haberci rna miktarları ölçülebilir. son yıllarda mikro rna’lar da gündemde. ama henüz gen dopingini tespit etmenin kesin ve güvenilir bir yöntemi yok. 2012 londra olimpiyatları’nda gen dopingi yapanlar muhtemelen tespit edilemeyecek. fakat bu konuda geniş çaplı çalışmalar devam ediyor. bu çalışmalar proteinlerdeki yapısal değişimlerin tespiti, aktarımda kullanılan aracılara karşı bağışıklık sistemi cevabının değerlendirilmesi, dna çip teknolojileri, gen ifade profilleri ve dna barkodlarının kullanımı konularında yürütülüyor. tespit yöntemlerinin hızlı ve güvenilir olması gerekiyor. kandan tespiti zor olmakla birlikte, kas biyopsisi doping tespitinde daha hassastır ancak pratik değildir. wada son yıllarda “atlet pasaportu” adlı bir uygulama başlattı. kanda daha önce izlenen birkaç belirteç yerine, kan testlerinde kullanılan 10’dan fazla belirteç aynı anda düzenli olarak izleniyor. bu şekilde bir sporcunun dopingli olduğu ve dopingli olmadığı zamanlardaki fark araştırılarak doping kullanımı tespit ediliyor. “atlet pasaportu”, sporcunun biyolojik parmak izi gibidir. 2011 yılının nisan ayında slovak bisikletçi tadej valjavec biyolojik pasaportundaki düzensizlikler yüzünden 2 yıl yarışmalardan men edildi.
    (http://www.guardian.co.uk/…sport-tadaj-valjavec-ban).

    gen dopinginin riskleri

    zaferlerin getirisi ani ölüm olabilir. ilk olimpiyatlarda doping amaçlı ilaç kullanılması yasak değildi. hatta 1904 yaz olimpiyatları’nda maratonu kazanan thomas hickss’e yarış içinde antrenörü tarafından güçlendirici ilaçlar verildiği biliniyor. ancak dopingin spor ruhuna aykırı olması, sağlık problemlerine ve hatta ölüme yol açması sebebiyle yasaklanması gecikmedi. olimpiyat tarihinin belki de en dramatik olaylarında biri 1960 yaz olimpiyatları’nda gerçekleşti. danimarkalı bisikletçi knut enemark jensen yarış sırasında bisikletten düşerek öldü. daha sonra ölümünün, kullandığı doping ilaçlarından kaynaklandığı ortaya çıktı. bir adım daha fazla atmak, çizgiyi ilk geçen olmak, rekor kırmak ve altın madalyayı kapmak amacıyla, atletler canları pahasına çaba harcıyor. avusturyalı vücut geliştirmeci andreas münzer, 1996 yılında günde 4 tane alması gereken ilaçtan 60 tane alınca, 31 yaşında yaşama veda etti. birçok genç sporcu sahanın ortasında, müsabaka sırasında hayatını kaybediyor. ıı. dünya savaşı öncesinin bisiklet şampiyonu henri pelissier bütün sporculuk kariyeri boyunca 25 km/saatlik bir ortalamayla 52.000 km kat etmişken, elli yıl sonra eddy merckx 37 km/saatlik bir ortalamayla 400.000 km yapmıştır. bundan 40 yıl önce raymond kopa bir sezonda 50 maç yaparken, messi ve c. ronaldo gibi futbolcular 80 maç yapıyor. björn borg yılda 40 tenis maçı yapmışken, roger federer gibi tenisçiler 70 maç yapıyor. bu duruma dayanmak imkânsızdır. sporcular da bu zor şartlar altında dopinge veya tıbbi desteğe başvuruyor. 2012 londra olimpiyatları için, fgf gibi büyüme hormonları kanunsuz olarak piyasaya sürülmüş durumda (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21998075). dopingin yol açtığı ölümler üzerine, 1963 yılında avrupa komisyonu›nda doping konusu ele alındı ve yetersiz de olsa ilk kontroller 1964 tokyo olimpiyatları’nda yapılmaya başlandı. 1999 yılında lozan’da wada kuruldu. en çok kullanılan doping maddesi epo sporcularda ilk defa 2000 sidney olimpiyatları’nda arandı. olimpiyat tarihinde doping testi pozitif çıkan ilk sporcu 1968 yılında isveçli atlet hans-gunnar liljenwall oldu ve kazandığı bronz madalyayı kaybetti. sporcular artık oyunlara katılmadan önce testlere tabi tutuluyor. ilaç kullanan sporcuların oyunlara katılması elden geldiğince engelleniyor. müsabakalar sırasında da daha önce haber vermeden, aniden kendilerinden kan ve idrar örneği vermeleri istenebiliyor.

    gen dopinginin çok çeşitli riskleri var. bunlardan bazıları gen aktarımında kullanılan virüs vektörlerine karşı şiddetli bağışıklık cevabı oluşması, vücudun genetiği değiştirilmiş proteine istenmeyen tepkiler vermesi ve insersiyonal (araya giren) mutasyondur. gen ürünleriyle ilişkili diğer riskler hayvan modellerinde gösterilmiştir. örneğin “süper fare” modelinde, yüksek derecede hiperaktivite ve agresif davranışların arttığı gözlenmiş. yine hayvan modellerinde, fazla epo hormonunun kanın akışkanlığını artırarak kalp fonksiyon bozukluklarına yol açabildiği görülmüş. bu durumda kalp krizi ve felçler bile olabilir. ıgf hormonunun kullanımı ya da myostatinin azalması kasta değişimlere neden olur. kaslar orantısız olarak güçlenir, tendonları çevreler ve kemiklerde kırılmaya ve kaslarda yırtılmaya neden olabilir. viral vektörün konak genoma girişi de mutasyon ve kanser açısından bir risktir. hücre büyümesinin anormal bir şekilde düzenlenmesi, büyüme faktörlerinin aşırı birikmesi hücrelerde zehirlenme ve kanserleşme riskini artırabilir. kısırlık bir diğer yan etki olabilir. yıllarca doping maddesi olarak kullanılan anabolik steroidlerin üreme hücrelerine etkileri olduğu biliniyor.

    citius, altius, fortius

    olimpiyatları özetleyen üç kelime: daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü. atletler daha hızlı koşmak, daha yükseğe sıçramak ve daha güçlü olmak için tarih boyunca mutlaka bir yol buldular. tüm kurallara ve cezalara rağmen doping engellenemedi. insan, tarih boyunca bedensel ve ruhsal sınırlarını aşmaya çalışmış, yetenek ve becerilerini geliştirmeye uğraşmış, bunun için de takviye edici maddelere ve dopinge başvurmuştur. kahve, koka, ginseng, haşhaş ve esrar bilinen en eski uyarıcılardır. esrar, çinlilerce 5000 yıl önce de kullanılıyordu. antik olimpiyatlar çağında, mö vı. yüzyılda sporcular daha güçlü olup yarış kazanmak için fazla et yerdi. atlama sporcuları keçi etini, atıcılar sığır etini tercih ediyordu. ama günümüzde bunlara gerek yok. genetik devrim başka bir yol buldu. sporcular da bir yolunu bulup hormonları, büyüme faktörlerini ve performansla ilişkili genleri vücutlarına zerk ediyor. fakat sıkı çalışma, disiplin ve kazanma aşkı yoksa, bunların bir işe yaramadığını unutmamalıyız. bizler sahalarda atletleri alkışlarken, aslında belki de genetik gelişmeleri ve araştırmacı bilim adamlarını alkışlıyoruz. 2000 yıl önce maraton platosu’ndan atina’ya kadar 42 kilometreyi hızlıca koşan, nefes nefese müjdeyi verdikten sonra oracıkta düşüp ölen pheidippides, bu gelişmeleri görse ne derdi acaba? bilim adamları, etik konusunda uzman olanlar ve spordan sorumlu devlet yetkilileri konuyu ne kadar tartışsa da, belli ki doping hamuru daha çok su kaldıracak.

    kaynaklar
    “işin sırrı genlerde”, bilim ve teknik dergisi, tübitak, aralık 2007.
    friedmann, t., “gene doping and sport”, science, sayı., s. 647-648, 2010.
    wells, d. j., “gene doping: the hype and thereality”, br j pharmacol, sayı 154: s. 623-631, 2008.
    world anti-doping agency (wada). www.wada.ama.org tural, ş. ve ark., “sporda gen dopingi”,
    selçuk üniversitesi beden eğitimi ve spor bilim dergisi, cilt 13, sayı 3, s. 253-260, 2011.
    schuelke, m., wagner, k. r., stolz, l. e., ve ark., “myostatin mutation associated with gross muscle
    hypertrophy in a child”, n engl j med, sayı 350, s. 2682-2688, 2004.

    -doç. dr. kadir demircan,
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap