5 entry daha
  • bundan 1,5 yıl kadar önce yazdığım bir yazıda irdelediğim konulardan biriydi. şöylecene paylaşayım siz suserlara, belkim bi'katkısı olur.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ulusal kimliğin üretiminde, televizyonun etkisi yadsınamaz bir gerçektir. küreselleşme öncesi, televizyonda hâkim olan, kamu yararı ilkesi, ulus-devletin homojen bir toplum yaratma ve yer-mekân bakımından aidiyet hissini oluşturması açısından önemliydi. bu şekilde, kamusal sahada oluşturulan "ortak bilinç" veya "ortak gündelik söylemler" söz konusuydu. medya ve iletişim organlarının zaman içerisinde yaşadığı değişim, "kamu yararı" ilkesini ortadan kaldırarak, "karma yayıncılık" ilkesinin yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. bu sonucun oluşmasını sağlayan en temel etken, küreselleşme ve ulus-aşırı şirketlerin genişlemeci ve yayılmacı politikalarıdır. küreselleşme, ulus-devletlerin oluşturduğu özdeşlik ve aidiyet hislerini ortadan kaldırarak, yersiz-yurtsuz kimliklerin çoğalmasına neden olur; çünkü bireyleri tüketimin birer üyesi olarak tahayyül ederek, onları yurttaşlık bağlamından koparırlar. "karma yayıncılık" tekniklerinin çoğaltılarak, "kişisel" ve "özel" olana hitap eder hale getirilmesi; televizyon sonrası oluşturulan "sanal ortamlar"(facebook, twitter vd.) , artık kimliğimizi üretmenin birer aracı olmaktan çıkıp, kimliğimizi ifşa etmenin bir aracı haline gelmişlerdir. iş böyle olunca da, ifşa edilen kimliğin kazandığı beğeni ölçüsünde, sevinir ya da üzülür hale gelen kitleler haline gelmiş bulunuyoruz.

    karma yayıncılık ve sanal ortamların oluşturduğu mekânlar aracılığıyla eriştiğimiz farklı kimlik tarzları, "dışlama" ve "dışlanma" veya "öteki" ve "ötekileşme" algıları yaratarak, nefret ve saygı arasındaki diyalektik ilişkinin yeniden üretilmesine neden olur. ricoeur'un da belirttiği gibi: "birdenbire, (dünyada) sadece ötekiler'in var olması, bizim de ötekiler arasında bir diğer "öteki" olmamız olanağını doğurur." bu üretim biçiminde etkin olan, sanıldığı gibi yaşanılan topluluğun kendisi olmaktan öte, bireyin ta kendisidir. birey mekân-yer bakımından ötekileştiği(yersiz-yurtsuzlaştığı) ölçüde, ötekine saygı gösterir hale gelebilmektedir. bu durum kaçınılmaz olarak, bağlamından koparılmış bireyin yalnızlaşmasına neden olduğu gibi, yeni bağlamlar türeterek kendini ifşa edebileceği mekânlarda yer almasına neden olmaktadır. yani, yalnızlaşan birey sanal ortamlarda kendi kimliğini ifşa ederek, "tekil mekân"lar oluşturur ve böylece "çoğulcu mekân"larda yer alır. çoğulcu mekânlarda aldığı tepkilerin ölçüsü, bireyin kendisine olan saygınlığının aracı haline gelir. fakat bu doyurulamaz bir histir, çünkü birey hala yersiz ve yurtsuzdur.

    küreselleşme mantığına karşı, manuel castells'in geliştirdiği şu tepki önemlidir; "güç mekânı" gittikçe daha az kontrol edebileceğimiz görüntü akışlarına dönüşerek, "anlamın mekânı," yeni kabile topluluklarının "mikro bölgelerine" indirgenecektir. küreselleşme için geliştirilmiş bu tepkiyi, bugünkü bağlamda ele alırsak, toplulukların mikro bölgeleri de aşındırılarak, bireyin mikro bölgelerinin(tekil mekânlar) oluşmasının önü açılmıştır. bireye kadar indirgenmiş mikro bölgeler, "tekil mekânlarda" "çoğul anlamlar" bütünü aramamıza neden olur. facebook, twitter gibi "sanal ortam"larda tam olarak gerçekleştirdiğimiz de budur. gerçekliğin yok olduğu, anlam bütünlüğünün yitirildiği böylesi bir dünyayı, james carey, "iletişimde aktarım görüşü" modeliyle şu şekilde açıklamıştır: "iletişim teknolojileri aktif ve belirleyici güçlerdir, buna karşılık, kültür ve kimlik edilgen ve tepkiseldir. iletişim teknolojileri nedensel güçlerdir, kimlikler de teknolojilerin "etkisi" altında değişen ve şekillendirilen sonuçlar." küreselleşmenin ulusal kimlikleri tehdit altına soktuğu gibi, sanal ortamlarla da, küresel bir kimliksizleşme sürecine doğru ilerlediğimiz gerçeğiyle karşı karşıyayız.

    sanal ortamların tek bir çatı altında topladığı insanlık, bu bütünlüğün içindeki "öteki"lerle karşılaşarak, her geçen gün, her geçen dakika, yeni bir "anlam çerçevesine" dâhil olmaktadır. her dakika yeni bir anlam çerçevesine dâhil olma potansiyeli, pierre nora'nın belirttiği şu görüşünü haklı kılar: "kimliğin sürekliliği de kopmuştur artık." insanların "anlam dünyası"na yön veren ulus-aşırısı şirketlerin yarattığı "metalar dünyası", sürekliliğin yitirildiği ve belirsizliğin üretildiği bir kamusal yaşama neden olmaktadır. bugünkü hiç bitmeyen yalnızlıklarımızın, belirsizliklerimizin, kimliksel parçalanmalarımızın arka yüzünü oluşturan nedenler bunlardır. bu karmaşanın içerisinde post-modernist söylemlere yakınlaşarak kimliksizleşme sürecine dâhil olmak da mümkün, modernist söylemlere yakınlaşarak büyük evrendeki karmaşanın dışında kalmayı tercih etmek de mümkün.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap