18 entry daha
  • modernizm ile savaşırken modernizm'in silahlarını kullanan bir film. fakat bu, filmi bir paradoksa ya da bir çıkmaza sürüklemiyor. "attenberg"ün hikayesi asla edilgenleşmiyor. modernizm'in filmde açıkça yerilmesi fakat bunun postmodern silahlarla yapılması beklenirken modernist tutumdan vazgeçilmemesi, filmin yaratıcısı athina rachel tsangari'nin «bizler için 20. yüzyıldan kaçış yok» demeye çalıştığı fikrini veriyor.

    daha önce hem bu başlıkta hem de çeşitli inceleme yazılarında tekrar tekrar anıldığı gibi, 2010 yapımı "attenberg"ü 2009 yapımı "kynodontas"tan bağımsız ele almak mümkün değil. hem yalnızca ele almak da değil, salt düşünmek bile imkansız bunu. tabii, "attenberg"ün evvelinde "kynodontas" izlenmemişse.

    --- spoiler ---

    söz konusu iki film arasındaki paralellik saymakla bitecek gibi değil. her şeyden öte, her iki film de yunanistan yapımı. her iki filmde de giorgos lanthimos'un parmağı var. her iki filmde kullanılan renk skalası hemen hemen aynı (grinin baskın olduğu soluk renkler). iki filmde de benzer karakter grupları var: "kynodontas"ta iki kız kardeş, "attenberg"de iki kız arkadaş; baba-kız çocuk ilişkisi; ensest ekseninde dönen (ve "kynodontas"ta enseste varan) diyaloglar; dil kullanımına dair eleştirel bir altmetin; toplumdan izole yetiştirilen çocuklar; "kynodontas"ta "yalamak", "attenberg"de "öpüşmek" ve "tükürmek" eylemleri; vesaire, vesaire...

    ayrıca sir david frederick attenborough'nun hikaye üzerindeki etkisi, belki de diğer her şeyden daha baskın. bu etki filmin adına dahi yansımış. zira "attenberg"ün hikayesi şöyle: evangelia randou'nun canlandırdığı bella karakteri, david attenborough'dan bahsetmektedir fakat sir'ün soyismini yanlışlıkla "attenberg" der gibi telaffuz eder. daha sonra geri dönülmeyen bu telaffuz hatası, filme isim olur. ki filmin adı rahatlıkla "attenborough" da olabilirdi. film boyunca perdeye/ekrana yansıyan belgesellerin tamamı david attenborough'nun bbc için hazırladığı belgesellerdi. bu belgesellerin, toplumdan tamamen soyutlanmış bir haldeki marina'nın doğaya açılan penceresi olduğunu düşünürsek, david attenborough'nun da onun bir çeşit hocası, bir çeşit yol göstericisi olduğunu söyleyebiliriz. öte yandan marina, hayvan taklit repertuarını da yine attenborough belgesellerine borçlu. belgeselleri izlediği sırada bol bol pratik yapıyor, daha sonra bunları kah babasıyla kah arkadaşı bella ile şakalaşırken kullanıyor.

    --- spoiler ---

    marina'yı canlandıran ariane labed'e olan hayranlığımı özel bir paragrafta belirtmezsem olmaz. "kynodontas"ta aggeliki papoulia nasıl insanüstü bir performans sergilediyse, "attenberg"de bu zorlu görevi üstlenen kesinlikle ariane labed'di. adlarını andığım bu iki yunan hatunu, 2011'de, giorgos lanthimos'un "alpeis"inde birlikte rol keserken izlemiştik. lanthimos'un 2015'te gösterime girecek olan filmi "the lobster"ı ise, yalnızca görünüşüyle değil öpüşüyle de bir hayli fransız-vari olan ariane labed'i izlemek için beklediğimi söyleyebilirim.
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap