aynı isimdeki diğer başlıklar:
18 entry daha
  • televizyon ve internetle büyümekten olacak, radyoyla aram hiçbir zaman iyi olmadı. seçme şansının olması, olmamasından her zaman daha iyi tabi. ama insan, seçme şansının olmadığı durumlara karşı garip bir özlem duyuyor. seçim şansı, belki de şeylere bütünüyle bağlanıp kendimizi vermemizi engelliyor. geriye dönüp baktığımda, en sevdiğim albümlerin hep kırık dökük bir sony walkmende defalarca dinlediklerim olduğunu görüyorum. kasetleri kalemle sarardık nostaljisi değil, insan bir şeye mecbur kalınca sanki onu sevmeyi öğreniyor. tevekkeli değil, 7 milyar insanın çoğunu haline şükreden fakirler oluşturuyor.
    radyo da aslında böyle bir mecburiyet. filmde anlatılan yıllarda, filmde anlatılan ailenin belki de karşılayabileceği tek eğlence ve her ferdi bir ucundan tutuyor, dört elle ona sarılıyor. ateşin başında toplanmış bir kabile, vaizin etrafını saran bir kalabalık. her biri farklı bir programı seviyor, görülmeyen bir kuklacı bile kıymete biniyor. kısıtlı seçeneklere kimse aldırmıyor, çünkü fazlasını bilmiyorlar. sesten ibaret söylence, dinleyicinin hayalgücüyle tamamlanıyor.
    radyo günleri geride kalalı çok oldu. şahsen buna aldırıyor değilim. biçimler değişiyor, seçenekler artıyor. seçmek zorunda kalmamanın rahatlığını, seçeneklerin sonsuzluğuna değiştik. huzuru, yeni ufuklarla takas ettik ve bilmediğimiz bir yöne ilerliyoruz; önemli değil. çünkü insanın durumunu en çok yoksunluk belirliyor ve biz hep olmayanı, olamayanı vazgeçmeden, bıkıp usanmadan düşlüyoruz.
    ben bu filmi pek sevemedim, çünkü sonunda sanki herkes kaderini kabulleniyor. bu varoluşa ihanet, bir umut kisvesi altında sunulan bu çaresizliği reddetmek gerek. “suffering is part of the human condition and it comes us to all.” insan zor da olsa bu acıyı kucaklamalı ve ayağa kalkıp koşmalı. çünkü yeterince insan haline şükrediyor ve dünya bu şekilde kötüye gidiyor.
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap