3 entry daha
  • af buyrun, aklıma hep şu kırk yıl boyunca fotoğraflarını çeken dört kız kardeş geliyor eumenides'i her gördüğümde. o dört kızın fotoğrafında beni rahatsız eden bir şeyler var, hani zamanın geçmesinin aslında hepimiz için ölme sürecini pörsüyerek deneyimleme anlamına geldiğini idrak ettiğimizde hissettiğimiz türden rahatsız edici birtakım şeyler. sanki beni cezalandırmak istiyorlarmış gibi zırt pırt yabancı haber sitelerine düşüyor fotoğrafları, ne yani, ben mi yaşlandırdım sizi? yaşlanmaktan çekinen biri değilim sadece pörsüyeceğimin sürekli hatırlatılıyor olması zihnimi itip kakıyor. falan vesaire. geçelim bu faslı.

    ceza tanrıçalarını imleyen eumenides adı eumenes'ten geliyor, bunun ilk anlamı "dostça"dır. peki, neden dostça? çünkü ceza dostluk göstergesidir de ondan, ne dostluk mu? evet, dostluk, ne sandın ya: insan sevdiğini, dost gördüğünü cezalandırır ya da yine dost gördüğünü korumak adına başkalarına dönük ceza mekanizmasını işletir. bu bakımdan ceza iyi bir şeydir, en azından literatürde cezalandırıcı olarak adlandırılan kutsal varlıkların atina'ya "dostça" davranan figürler olduğu varsayılmıştır. bu, üzerinde kabaca durduğum dostluk minvalindeki minik etimolojik açıklamanın esasını teşkil ediyor. evet, atinalılar eumenides nezdinde cezalandırmanın iyi bir şey olduğunu, mevcut ve gelecek nesillerin esenliği için kurallara uymayanların cezalandırılması gerektiğini ve ikide bir yinelenen ve her yinelenişinde kural ve ilkelerin canına okuyan, altını oyan, "af" kültürünün sadece affedilenler eliyle zarar görmüşlerin değil, bizzat affedilenlerin ve onların yandaşların da zarar gördüğü, hastalıklı bir yapı meydana getireceğini ve bu yapının asla iflah olmayacağını iyi biliyordu. atinalılar çok akıllı da, bizim şu an içinde yaşadığımız afsever toplum çok mu akıllı? hayır, bu topa girmiyorum. hoşgörü kültürü üzerine derin bir tartışmaya girmemiz lazım, burası yeri değil. eumenides'ten devam etmek istiyorum.

    hobbes leviathan'da (1.8.37) yunanların eumenides'in işlevsel neticesini "çılgınlık" olarak yorumladığından bahseder. kastettiği şu: ceza çılgınlıktır, çünkü suçun işlendiği anda belirmesi gerektiği yönünde bir sosyal anlaşmanın imzalanmış olduğu ceza bir "iki taraf" apriorisinden hareketlenmiş olur. birinci taraf cezayı verecek, ikinci taraf cezalandırılacak olandır. bu her şeyin sıfır olduğu, bütün suçların henüz ortaya çıkmadığı durumda adlandırıldığında ziyadesiyle akıl-dışı ya da akıl-yitimidir, zira herkes eşittir. biraradalığı doğal bir ilişkiler yumağı olarak gören hobbes'un sunduğu çözüm "doğal ruhsal bencillik" olarak kodladığı o primitif ve canavarsı karakterin bastırılmasıdır, bunun için muhakkak bir cezalandırıcı mekanizmaya ihtiyaç vardır ve bu mekanizma doğası gereği, eumenides örneğinde olduğu gibi, insanlığın iyiliğine hizmet eder. hobbes meseleyi devletin yasal cezalandırıcı kimliğine dayandırıyor; eumenides örneğinde de atinalıların insanların sosyal varlıklarının teminatı olan kent-devletin esenliği için yasaların ve dolayısıyla cezaların / cezalandırıcıların varlığını kutsadığını varsaymak durumundayız. bu açıdan bakıldığında kent-devlete dostça, topluma dostça ve son kertede insanlığa dostça davranmayı ilke edinmiş bir cezalandırıcılar mekanizması oluşmuş oluyor, eumenides'in esprisi burada.

    eumenides'in eşanlamlısı olan erinyes ise "yakalıyorum, gadrediyorum, zulmediyorum, işkence ediyorum" anlamındaki erino / ereunao fiilinden ya da arkadia sözcüğü olan ve "sinirliyim" anlamındaki erinuo fiilinden geliyor. bkz. aeschyl. eum. 499; pind. o. 2.45; cic. de nat. deor. 3.18.

    şimdi bu erinyes "kızgın tanrıçalar" ya, ikinci etimolojik açıklama daha uygun gibi ama suçluları yakalayıp yaptıkları düşünülürse, ilk açıklama mantıklı bulunabilir. william smith ünlü sözlüğünde (a dictionary of greek and roman biography and mythology) eumenides ismini "yatıştıran tanrıçalar" olarak yorumluyor, peki yatıştırdığı nedir? tabi ki, ceza verilen suçluların zamanında zarar verdiği kurbanlarda uyanan nefret ve intikam duygusu. peki, bu tanrıçalar böyle bir yatıştırma görevini yerine getirdiğinde ne oluyor? bingo! kent-devletin sosyal, hukuk ve laik, pardon laik değil, sosyal ve hukuk devleti olduğu bilinci vatandaşlarda yerleşmiş oluyor. ceza veren mekanizma suçluya karşı sinirlidir, onu yakalar ve ona işkence yapar, zira yukarıda dediğimiz gibi, ceza mekanizması kent-devlet, toplum ve insanlığın yararınadır, bu yüzden tanrıçalar da muteber tanrıçalardır ("semnai deai", paus. 1.28).

    eumenides ya da erinyes, homeros'a göre (ilias 9.571; odysseia 15.234), erebos'ta bulunuyor. erebos karanlık bir yer, göz gözü görmüyor, köpek bağlasan durmaz, ruhların erişemediği, özel bir oda, kapıda bekçiler falan olmalı. dünyada ne zaman bir suç ve suçlu beliriyor, hemen anons yapılıyor: "cezalandırıcı tanrıçalar eumenides ya da erinyes, cezalandırıcı tanrıçalar eumenides ya da erinyes, lütfen dünyaya, lütfen dünyaya, göreve bekleniyorsunuz, yine biri kaşınmış, kaşımanız bekleniyor." bunlar da itfaiye demirinden tersine yani yukarı doğru çıkarak dünyaya varıyor ve görevlerini yerine getiriyorlar. devleti, toplumu ve tüm insanlığı bir başka pislikten temizliyorlar.

    size şaşırtıcı gelir mi bilmem, toplumun en küçük çekirdeği ailedir ve bu tanrıçaların homerik bağlamda temizlediği esas pislik anne babaya itaatsizlik (soyluların içinden devlet adamı yetişecekse bu ailedeki hiyerarşik bilince seslenen eğitimle başlar), yaşlılara şiddet (ulan yaşlılar genelde eski devlet adamları ve hayırlı kimseler oluyor, gençler için "yetiştirici" nitelikleri var, hatırlayın: sokrates ile alkibiades arasındaki homoerotik ilişki) ve terbiyesizlik, cinayet, ev sahipliği yasasının ihlali (başkasının malına göz dikme!) ve ricacılara, adaylara (dilekçe yazmışlara, görev için başvuruda bulunanlara falan) kötü muamele, yani "bugün git, yarın gel" deme ya da akademi diliyle örneklersek: bölümün bir öğrencisini araştırma görevlisi olarak almak istediğinde yönetimden kadro talebinde bulunması ve bu talebe olumlu yanıt geldiğinde diğer kalifiye adayları es geçip fokuslandığı kendi öğrencisini alması, mesela bu eumenides tarafından soyundurup elektrik verme şeklinde cezalandırılması gerektiren bir suç olurdu. karş. ilias 9.454, 15.204, 19.259, odysseia 2.136, 17.475.

    yunanlar ciddi ciddi bedduanın etkisine inanmış. herodotos der ki (4.149) ana babasının bedduasını alan evlatlar eumenides tarafından lanetlenir, hani cezalandırıcılar ya, böyle cezalandırıyorlar. siz ne sandınız? eni konu mucizeler eşliğinde, yukarıdan zeussal yıldırım düştüğünü falan mı? hayır, burada tümüyle atina'nın kutsallığın kent-devlet politikasına yedirilmiş idealist öngörüsünden bahsediyoruz. "ya glaukon'un babası, oğlunun adaletle ilgili görüşlerinden ötürü ona beddua etti ama herifin başına hiçbir şey gelmedi, öküz gibi semirdi, mutlunun mutlusu, hani nerede eumenides?" diyemezsiniz. bu sadece idealist bir tasarı. buradaki gibi çıktılık yapacaklar için bir yangın merdiveni payı bırakmışlar, demişler ki "suçlu olan burada cezalandırılmasa bile, ölünce cezalandırılacak, ilahi adalet işte budur!" demokritos-epikuros düzlemindeki arkadaşların gülüşmelerle karşıladığı bu yangın merdiveni, inanan atinalılara göre, insanları geleceği görme yeteneğinden mahrum kılar (ilias 19.418). homeros'un kastettiği şu: insanlar geleceği görebilseydi, cezalandırılamazdı, ceza mekanizması çökerdi. ince bir görü bu, gören gözler için nice hikmetler taşıyor ama yine de homeros'tan ziyade hesiodos'un eumenides tasarımı varoluşsal çözümlemesindeki acılı tattan ötürü takdirimi kazanır.

    hesiodos diyor ki, bu eumenides ge'nin yani yeryüzünün kızlarıdır ve yeryüzü taşakları kesilen uranos'tan damlamış kan damlalarından tohumlanmıştır (theogonia 185). aslında karakterlerine işleyen cezalandırma duygusu iğdişle üreme kabiliyeti ortadan kaldırılmış asıl (gök) babanın evlatlarına karşı hissettiği mahçubiyet ya da ezikliğin insanların başına patlayan nihaî dışavurumudur. cezalandırılanlar insanlardır, çünkü tanrılar ne bok yerse yesin, suç işleyenler de onlardır. şiir dininin yarattığı bu tutarsız ve adaletsiz çıkarımda da cezanın mahiyetine ilişkin açıkları bulunan bir kurgu ürününün sunduğu birtakım hikmetler bulunuyor.

    bana kalırsa temel hikmet, suç gibi cezanın da son bulmayacağına duyulan apriori inançtır, zira tüm evren kurgusu birtakım geri alınamaz, affedilemez, cezalandırılamaz ve bunlar yapılsa bile bedeli tümüyle ödenmiş sayılamaz suçlar silsilesine dayanmaktadır. (alova'nın deyişiyle "gün oluyor, dünyaya getirilmiş olmakla, tuzağa düşürülmüş sanısına kapılıyorum." yaşam kesikleri: 114) bu kurgu adem ile havva hikayesinde olduğu gibi, geri alınamaz meyvesini doğurmuştur, meyve dünyanın düzenidir ve zeus bile buna müdahale edemez. bu "çözülemez"liğe ilişkin öyle baskın bir bilinçtir ki, adeta bağrını yırtarak özünü dışarı vurur ve "yunan tragedyasının taklit edilemezliğinin nedeni benim ulan!" der. demem o ki, çözülemezliğe teslimiyetin bu bilince dayanıyor olması ve bu bilincin sadece yunanlarda olması aynı zamanda yunanlardan daha iyi tragedya yazan başka bir ulus olmamasının da açıklamasıdır. (adonis'in deyişiyle "her şey antikçağ'da oldu ve bitti.") 100 puanlık soru şu:

    bu durum felsefe için de geçerli olabilir mi?
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap