46 entry daha
  • bazen, kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin minvalinde bir hayat biçimidir.

    zabitan kadrosunun bile çoğunun dingil olduğu, eski püskü ama iri demir yığını 97'nin 31 aralık akşamüstüsü hamburg limanına yanaştığında, 26 kasım'da endonezyada başlamış seyrin 36. günüydü.

    stajerimiz manoverboard 3. okyanus seyri bitse de, halihazırda ilk gemisindeki hayatı tecrübe ettiğinden, 36 gün durmaksızın seyir süresince, sinir stres'ten sigaraya abanmış, çehresini akne basmış, kamarasının alabandalarına kung fu darbeleriyle girişmiştir.

    stajer bakar ki, çevresindekiler de, 25 yıldır denizde olanlar dahi, aynı ruhhalindedirler. herkes geminin iskelesinden aşağı koşar adımlarla inip liman zeminine ayak basıp statik elektriği boşaltmak için can atmaktadır.

    yılbaşı akşamı olmasından mütevellit, ne liman kontrol, ne acente, hiç ama hiç kimse gelmez gemiye. limanlarda, denizciler dışarı çıkarken, gemiadamı cüzdanları ve o liman otoritesinin verdiği "pass"larla liman dışına çıkmaya izinli olurlar. gemiye gelen giden olmayınca, herkesi daha ağır bir sinir basar, pass'sız dışarı çıkılmaz zira. `:zira ney? :)`

    stajyer olmasına rağmen gemide o ana kadar geçirdiği 6 ay içerisinde küçük ama elit bir zabitan grubuna kanaat önderliğini kabul ettirmiş olan manoverboard, yarım saat içerisinde bir an önce şehir merkezine kaçak da olsa ivedi kaçmak için, yanına 3 tane yandaş bulur.

    stajyer, 2. mühendis, 2. kaptan ve telsiz zabiti, kaptana, gemiden çıkmaya izin almak için nasıl dert anlatacaklarını düşünürlerken, kaptan, "çıkıyor musunuz beyler? ben de çıkacağım çarkçıbaşıyla amk yaa" söylemiyle gönüllere su serpmiştir.

    anca 1 yada 2 takım birşeylerden oluşan, kamara dolabındaki, "limanda dışarıya çıkma" kıyafetlerinden biri giyilir hızlıca. zaten o içine ettiğimin 36 günü içerisinde, malacca boğazı, hint okyanusu, aden, kızıldeniz, süveyş, akdeniz, biscay, manş denizi, ingiliz kanalı, kuzey denizi ve hamburga giriş kanal seyri boyunca, o tshirt, gömlek, pantalon çoktaaan yıkanmış ütülenmiş, güzelce katlanmış ve kırışmadan bugünü beklemeleri için deniz bağı edilmiştir.

    fantastik dörtlü, geminin iskelesinden aşağı hızlı ama dikkatli adımlarla iner, çünkü üstlerinin kirlenmesi o an en korkulası konudur ve iskelenin puntellerinde, yani ellerimizle tutunduğumuz şeyslerde, hala gemiye endonezyada yüklenmiş ve burada, hamburgta boşaltılacak olan 60000 ton toz halinde *un, yani kömürün kalıntıları durmaktadır.

    geminin bordasından, liman kapısına yürüyüş 10 dakika kadar sürer, çok büyük bir limandır ve manzara çok acaiptir zira bir allahın kulu yoktur ortalıkta, terkedilmiş gibidir liman, gemi yanaşırken halat alıp gemiyi iskeleye bağlayan *cılar gider gitmez.

    limanın kapısına varılır, 3-4 metre uzunluğunda kocaman telden bir kapıdır, nöbetçi kulübesinde kimse yoktur ve kapı kilitlidir! ve fekat nedir? delirmiş bir denizcinin dini imanı duru olmazdır. 4-5 metre ileride tellerde bir delik bölge görülür ve limandan hızlıca çıkılır.

    liman kapısı bir otobana çıkar. bizim tem otoyolu gibi, yaya'nın yürüyeceği herhangi bir yer olmayan. ve sene 1997 olduğu için, cepte find me a taxi şeklinde bir app'ı olabilecek akıllı bir telefon ceplerde bulunmamaktadır.
    otoyolun kenarından bir istikamete doğru çimlerde otlayan koyunlar görüntüsüyle yürünmeye başlanır. ama herkes o kadar gazlıdır ki, hiç ama hiçbirşey keyifleri bozamamıştır.

    10-15 dakika yürüdükten sonra, otobanı kesen bir köprüyle karşılaşılır. yol geçiyordur üstünden ve o yola tırmanılır. yolun kaldırımları vardır ve de az ileride bir otobüs durağı görünmektedir.kutupayusu çölde suyu bulmuştur.

    bir otobüs gelir, binilir, şofere ziti zentrum?? diye sorulur, şofer jaaa der, sanırsak bilet ister, bizim yabancı ve dingil olduğumuzu farkettiği an "eeyyh allahınızdan bulun" şeklinde bir mimikle, vitesi 1'e takar. gaza basar.

    15-20 dakika sonra otobüs kocaman bir meydana varır. şofer el frenini çekmiş, son durak izlenimini büyük bir güven duygusuyla hepimize hissettirmiştir. bizim "orta kapıııı" diye bağırmamıza ramak kala, kapıları açmış ve 36 gün sonra normal insan evlatlarının yaşadığı, sallanmayan ve demir olmayan, kalabalık bir yaşam mahalline ulaşmamıza vesile olmuştur.

    denizciiler, yeni gittikleri her limanda, ilk dışarı çıkışlarında, karınca yuvalarını en hızlı bulan karıncayiyen türünde canlılardır. barlar, restoranlar, klüpler, marketler, hanımkızlarevleri vb. gibi temel ihtiyaç madde yuvalarını ivedilikle keşfederler. dalton biraderler, hemen şahane yemek bulurlar, nereden nereye nasıl gideceklerini öğrenirler. ve * semtinden, st. pauliye, reeperbahn'a doğru yola koyulurlar.

    bol içkili, bol kahkahalı, bol gerilim atmalı, bol barlı, stripclublı ve çok sarhoş olmalı bir gece olur. sabaha karşı 3-4 sularıdır. yeni yıl, 4 sarhoş daltonu sokakta eksi 3-5 dereceyle karşılamıştır. acilen uyumak için bir yer yada bir taksi bulmak gerekmektedir.o soğukta ve o saatte yılbaşı gecesi olmasına rağmen sokakta 3-5 insan görünmektedir bu insanlar da bir kaç yüz promilin üzerinde bir izlenim vermektedirler. sağda solda gözler bir otel, hostel, pansiyon birşey aramaya başlar. ( unutma okuyucu, 97, android mandroid iphone falan daha portakalda vitamin değil) tabiki de böyle bir yer o soğuk ve o sarhoşlukta bulunamaz. bir süre caddede taksi beklenir ama o da nafiledir. yoldan tesadüfen geçiyor olan ve aramızda türkçe konuştuğumuzu duyunca en sivas/hamburg karışımı şahane şivesiyle "ağbi selamünaleyküm bişey mi arıyonuz? " diye seslenen dönerci kardeşimiz, içimizde sarılıp öpme isteği uyandırmıştır.

    o gece ve o saatte yatacak bir yer bulmak çok zor olacaktır sarhoş bajganlar için.karar gemiye dönmektir bir şekilde.
    adının cemil olduğunu öğrendiğimiz gurbetçi kardeşimizden aldığımız o an için en mantıklı bilgi, limana ulaşmanın en garanti yolunun ana otobüs duraklarına gidip, liman bölgesine giden gece otobüsüne binmemizdir. ama gece otobüslerinin numaralarının farklı olduğunu, orada sorup öğrenmemiz gerektiğini de ekler.anlarız ki, gelirken bindiğimiz otobüsün numarasını ezberlemek beyhude bir çaba olmuştur.

    cemil kardeşimizin tarifiyle, çogafedersiniz fecii kıçımız donarak ve sallana sallana yürüyebilerek, 15-20 dk sonra tarif edilen ana otobüs duraklarına ulaşılır. sağda solda da yine sokaktaki insan sayısı ve türü benzerdir. 3-5 adam vardır, hepsi zil gibi sarhoştur. yada ingilizce bilmiyorlar, bilseler de konuşmuyorlar ve de ilgilenmiyorlardır bile.

    stajer * durak arkalarındaki panolardaki tarifeleri okuyup anlamaya çalışıyordur. ama hayat o kadar pembe değildir amk be güzel okuyucu. karşılıklı iletişim kurabilecek birisi , yöntemi ve ortak dil bulmaktan başka yöntem kalmamıştır.

    manoverboard çareyi lak diye bulur:
    --- spoiler ---

    kadıköy anadolu almancası
    --- spoiler ---

    lise 2'de haftada 2 saat okunmuş ve 80'ler betamax kuşağı almancasından daha iyi olduğu tartışma götürecek ve üzerinden 5-6 yıl geçmiş almanca bilgisi belki de hayat kurtaracaktır?

    manoverboard, alkolündeki kan oranının azlığına bağlı medeni cesaret, soğuğun üşüttüğü poponun verdiği yenilmez savaşçı ruhuyla, bir bank'a oturur ve kafasının içinde nefis bir almanca soru cümlesi kurmaya çalışır.
    soğuk ve alkolün verdiği tazyik beyin damarlarını açmış ve cümle kurulmuştur.

    otobüsünü içinde koltuğunda oturan, şişman sarışın suratsız bir otobüs şoferi göze kestirilir.kalkıp emin adımlarla abiye doğru yürünür. herif kafasını çevirip "iğrençsin senden iğreniyorum" şeklinde bir yüz ifadesiyle, "ne vardı bilader" edasıyla pis pis bakar.

    manoverboard, "hallo ! " der.
    şofer reyiz, düşük bi ses tonuyla, "hallo??" şekilnde topu karşılar.

    manoverboard, biraz önce bankta otururken kurduğu ilkokul 2 seviyesinden düşük ve muhtemelen yanlışlarla dolu olan şahane almanca soru cümlesini berbat bir telaffuzla şofere yöneltir:

    " ich möchte zur dem hafen gehen aber wie? " ( limana gitmek istiyorum, ama nasıl? ) (cümle yanlış okuyucu, biliyoruz, ama sokaktaki hans ve helga anladı )

    şofer gevreyen ağzı ve yumuşayan şefkatli sesiyle cevap verir:
    "gardaşş türk müsüng? "

    o an manoverboard, adamı sarılıp öpmeli mi girişip dövmeli mi duygularına karışmış iken, daltanların kalanı da gelir, hemen muhabbet başlar, niye oradayız neyiz'in özeti geçilir.

    türk şöför abimiz sayesinde doğru otobüse bineriz, limana gideriz. gemimize yürürüz, iskeleden tırmanırken artık puntellerdeki kömür tozunu umursamıyor, sadece sıcacık kamaralarımıza girip sıcacık yatağımıza girip uyumayı düşlüyoruzdur.

    gemiye çıkarız. yaşam mahalli buz gibidir. geminin sıcak su ve byhar kazanının burner'i, yani ateşleyici donanımı bozulmuştur.
    manoverboard ve kalan tüm makine ekibi 2 gün hiç uyumayarak makine dairesinden çıkamayarak kazanı tamir ederler ,trallaallllaaaaa

    böyle ciciş, tatlış bibişim bi yaşamdır denizcilik.
83 entry daha
hesabın var mı? giriş yap