36 entry daha
  • eğitimimizde klasik bir dizge vardır. kompozisyon yazdırılırken kendisini daha net ortaya koyar. size üç temel öğeyi kullanmanız salık verilir. giriş, gelişme ve sonuç. bu dizgeye uymayan kompozisyonun güzel bir not alması imkansızdır.
    bu dizgeyi ister istemez kabullendiğinizde, baktığınız herhangi bir dizge içinde de bu sıralmayı ararsınız.. parçala parçala ve yorumla ve sonuçlandır. şimdi bu film ve birçok film ve edebiyat ürünlerinde bu dizgeye sığmayacak kurgular çıkar karşımıza. ezbere öğrendiğimiz bu dizgeyle karşilaşmadiğimizda da afallayip kaliyoruz. bence bu filmde biraz öyle bir halde

    filmin bir girişi var, kadın ölüyor, eşsiz kalan bir baba ve çoçuk, sonra doğayla başbaşa bir sahneyle uyumlu bir baba oğul portresi çiziliyor. babanın bir eşi yoktur, bir eş bulunması gerekliliği dile getiriliyor. sizde bu görüşe yavaş yavaş katılıyorsunuz. geri formda tüm japonya’nın yanlız olduğu hakkında görüşler beliriyor. yeni genç kızların ne kadar boş olduğu, iyi bir gelin adayının üniversite mezunu, dans, bale yapması veya piyano çalması gibi özellikleri olması gerektiği konularda hem adamın çoçuğu, hemde adamın en yakın arkadaşı telkinlerde bulunuor. tabi buradaki diyalogların bizleri rahatsız etmemesi, aslında erkek egemenliğinin sızdığı sınırları bize gösteriyor.

    “çoçuğa anne lazımdır” ..aklıma kızarmış yeşil domatesler filminden bir diyalog geliyor. o filmde adam kapıyı çalıyor, hoşlandığı kadına evlenme teklifi yapacaktır. “çoçuklarıma bir anne lazım” diyor, kadın gülerek “iyi ama benim çoçuklara ihtiyacım yok” diye yanıt veriyor. bizim filmimizde de bir anne adayı istenmesine rağmen, nedense bu anne adayı 20-30 yaşları arası isteniyor ( bu arada adamımız en az 40 yaşında) yani şöyle diri bir anne olsun. kendi yaşıtı değil, aslında bir seks objeliğini andıran yaşlar bunlar, taze, doğurgan, estetik, kültürlü, itaatkar ve böyle bir kadın bulmanın imkansızlığı konuşuluyor ve bir film için yıldız yarışması gibi birşey düzenleniyor arkadaşının film ajansı yardımıyla. böylelikle secmelere katılacak kişileri ve gelin adayını kendi elleriyle seceçektir damat adayımız. aslında bu seçmeler sırasında bu tezimi destekleyecek baska diyaloglarda var ama çok uzatmamak için onları es geçiyoruz. ama formdaki resimlere bakarken, oturdugumuz yerden biz seyircilerin bile resmini görür görmez işte bu dediği bir kız göze batıyor. anlıyoruz ki filmin diğer başrol oyuncusu bu kız olacak. filmin bu kısımları zaten, korku filmi izlemeye gelmiş sinirleri tetikte bekleyen bizleri iyice gevşeten, romantik komedi formatına dönüyor hafiften. iyi bir adam, beyaz kugu gibi çekingen bir kadın ile birleşmek üzere. hepimiz bunu bekliyoruz, zaten diğer adayları dalga geçerek gösteriyor sahneler. biz seyirciler de kızları değerlendiren iki erkeğin masasından izliyoruz bu seçmeleri. aptal, komik ve zavallı oluşlarını.. bu arada değerlendirilen kızlardan birinin (diğer deyişle gelin adaylarindan birisinin) porno filmlerinde değerlendirilmek üzere dosyasının kenara alınması rahatsız etmiyor bizi. kızımız tam bir kuğu, diğer kızlar gibi değil, masum, itaatkar, giyinik, sevilmeyi ve korunmayı bekliyor, zengin olma hayalleri yok, kendisine “diğer” erkekler gibi yaklaşmayacak iyi erkeğin telefonun bekliyor evde.

    özellikle telefon çaldığında gözde beliren kötü bakış ve arkasında odanın içindeki sert bir yer değiştirme bu filmin aslında bir gerilim filmi oldugunu hatırlatıyor yine .

    tesadüf, baba evleneceği kadını bulmuşken, oğluda trenden bir kız bulup getiriyor, baba ona “aferin- iyi parça “anlamında bir el işareti yapıyor, tabi biz bu masumane işareti bir çok aile filminde gördüğümüz için yadırgamıyoruz ama devam edelim şimdilik.
    otel odasında kız yatağa uzanıyor, çırılçıplak soyunuyor, bizi kızımızda pek hızlı çıktı diye düşünürken, kız yavaş yavaş bacaklarını açıyor, birşeyi görmen gerekir diyor, işin açıkçası ben kendimi öyle kötü bir sahneye alıştırmıştım ki, ne bileyim kadının kadınlık organı dağlanmış yada bakılamayacak kadar kötü, ardından da beni buna rağmen sevebilecek misin diyecek diye beklerken, bacağında iki paralel yanık izi. neyseki eniştemiz bu yanık izlerinden etkilenmiyor, kızımız estetik olarakta sınavdan geçmiştir. artık soyunup yanına yatabilir ve sevişebilirler.

    ve film başlıyor.

    filmin bundan sonraki detayları hem önemli hemde önemsiz. elbette korku öğesi, gerilim bundan sonraki sahnelerde eksik olmuyor, her ne kadar bunlardan korkmayacak kadar tutup kesik parmak sayılarının tutup tutmadığını sayarak filmde açık arayan piskopatik* arkadaşlarımız olsa da ben korktum ama dediğim gibi filmin aslında bir ayrıntısiydı korkmak…

    burada aslında tüm filmde gözüken sahnelerin tek tek yeniden başka türlü gösterimini izliyoruz, işyerindeki elemanınıyla oral seks yapması, oğlunun kiz arkadaşının, adamı taciz etmesi /"dikleşmiş bakıyorum" gibi bir cümleyle, kuğumuzun çoçukkken taciz edilmesi, verilen tüm adreslerin yanlış çıkması , herşey yeniden başlıyor sanki, arada adam uyanıyor, yeniden uyuyor hangisi rüya hangisi gerçek acaba ?

    işte benim sorumda burada başlıyor, bu filmde bir gerçek veya “doğru” hikaye bu denebilecek bir şey var mı ? bir yanda itaatkar, beyazlara bürünmüş kızın gerçek geldiği kadar, filmin son sahnelerinde aklı başında feminist bir amazon savaşçı tadında “siz tüm erkekler birbirinize benziyorsunuz” deyip binbir işkenceye başlaması da gerçekçi gelmiyor mu ? her ne kadar bir kadının "siz film yapımcıları önce seçmeler düzenler, sonrada onlarla ayrıca ilişkiye geçip yatmaya çalışırsınız" demesi karşısında, tipik türk filmlerindeki yanlış anlamalardan birbirine uzak düşen sevgilileri oturdukları yerden biraraya getirmek için çırpınan annelerimizin konuma düşersiniz bir anda. keşke söyleyebilse ya, adamımız "onu sikmek değil evlenmek istiyor" diye. ama doğru ya, kadın herşeyden önce o herşeyi açıklayacak olan “dil”i etkisiz hale getirmiştir.

    sonuçta… sonuçtası yoktur bu filmin eğer hangi kısmının rüya hangi kısmının gerçek olduğunu anlamaya çalışırsanız giderek uzaklaşırsınız bu filmden, aslında verilen mesaj basittir. iyi bir aile babası ve itaatkar bir kadınlı bir film sonu ile; kadınları nesneleştiren karpuz seçiçi kurul üyesi, işyerindeki elemanı ile oral seks yapıp sanki bu hiç olmamış gibi davranan, oğlunun kız arkadaşının kendisine saldırıp organının dikleştirebileceğini hayal eden bir erkek arasındaki çizgi; ipincedir. oradan oraya geçiş o kadar kolaydır ki.. esas korku filmi de bence budur. aynı şekilde itaatkar kadın ile erkek düşmanı bir işkenceci arasındaki çizgi de ipince

    bu yargıya vardığınızda, hangisinin gerçek hangisinin rüya olduğunun önemi kalmamakta, yönetmen aha bize bunu demiştir bence. yok böyle birşey diyorsanız, hem japon kültürü hemde bazı 3. sayfa haberlerinden bahsetmek istiyorum kendi algıladığımca.

    japonları nasıl bilirsiniz..aileye, işe düşkün, sürekli gülen ve fotoğraf çeken insanlar değil mi ? ama nedense elime geçen japon magazin dergilerindeki fotoğraflardan şaşkınlığa uğramıştım. birsürü pornografi ilanı, hepsinde temel iki tema var, kadınların hepsi neredeyse okul formalı, yani yaşları küçük okul çoçuğu fantezileri, ikincisi şiddet, birçok resimde tam da bu filmde kullanılan tel ip, iğne, deri elbise gibi objelerle süslenmiş işkence gören formalı kızlar. bunlardan elbette batı porno sektöründe de vardır, ama resimlerin hemen hemen tamamı böyle olunca insan bir düşünüyor . hooop ne oluyoruz. bence yönetmen bu objleri filmde de bolca kullanmıştır.

    şimdi japonları geçiyoruz, başka bir olgudan bahsedeceğiz. çoçuklara yapılan cinsel tacizlerde sanıklar sanıldığı gibi hiç tanınmayan mahalleye yeni gelmiş yabancılar değil, çoçuğun en yakın çevresinden insanlar. yani iyi aile babaları veya onların arkadaşlar veya komşunun çoçukları vs.

    şimdi son bir olguya geliyoruz. bir erkeği önce bıçakla doğrayıp sonra ondan kıyma yapıp sonrada pizza yapıp yiyenler veya baltayla bir gecede doğrayıverenler, erkek düşmanı sorunlu kadınlar değil, biricik karıları çıkmaktadır. hemde en itaatkarından, yıllardır böyle bir sorun yaşandığını bile dışarıya sızdırmayan kadınlar bu kadar vahşet uygulayabilmektedir.

    şimdi geliyoruz en öz sonuca, aslında buram buram erkek egemen ikona sığınılmış iyi adamların çaresiz ve sevgi bekleyen kadınları nasıl bataklıktan çıkartıp korumaları altına aldıklarını binlerce kez izlemişizdir gerek türk filmlerinde gerek yabancı romantik filmlerinde, ama bu rollerde hep babanın saygıdeger üretken bir yanı varken kadınlar üretemeyen zavallı ama hep istisnasız bir şekilde güzel kadınlardı. yani çirkin kızlar porno sektörüne gönderilirken güzel masum kızlar babası yaşındaki adamlar tarafından kurtarılmalıdır (filmde de çoçuk söylüyor zaten “neredeyse benimle yaşıt”) . bu tip filmler bizi hiç rahatsız etmez, izleriz güzel güzel ama burda iki hikaye üst üstte bindirilmiş biz hangisi rüya hangisi gerçek diye anlamaya çalışıyoruz ama farkındaysak her iki kurguda sırıtmadan önümüzde demek ki gerçek iki hikayeyi sunmuş bize yönetmen.

    sonsöz: adamın oğlu babasına “baba evleneceğin kadın kim bilmiyorum ama dilerim hizmetçiden daha iyi yemek pişirecek birisini bulursun” demişti.
    bence yemek müthişti !!!!

    iki küçük not: bir, david lincyh filmlerini anlamak icin başlangıç filmi aslında
    iki: filmdeki en sevimli ses tını, kadını göze batırdıgı iğneleri sokarken çıkardığı “ gili gili gili (derine.. derine..) sesiydi sanırım

    edit: copy paste değil alinteri*
    http://www.sinemadefteri.com/…ndex.php?p=56#more-56
65 entry daha
hesabın var mı? giriş yap