217 entry daha
  • derin bir nefes alalım, şu anda kadıköy rıhtımdayız.

    iş bankası binasını arkama aldım ve ışıklardan karşıya geçtim, haldun taner'in önüne. çiçekçiler tezgahlarını açıyorlar. simitçilerin tablaları daha dolu dolu. ışıklarda karşıya geçmek için bekleyen hınca hınç kalabalığın esas amacı vapur iskeleleri. kadıköy'ü arkalarında bırakıp eminönü'ne, karaköy'e, beşiktaş'a, adalara gidecekler. sessizce kalabalığın içinden ayrılıp sahil boyunca yürümeye devam ediyorum.

    ileride haydarpaşa garının çatısı yok, içim bir buruk. biraz seyrettikten sonra devam ediyorum. burnuma balık ekmek kokusu geliyor. hiç canım istemedi şimdi, sabah sabah. deniz otobüsü iskelesinin oraya yürüyorum, eskiden o koca balonun olduğu alana. burada da var bir balık ekmekçi. marmara denizi baya cömert demek ki bu aralar. oturmuşlar kestaneci ile sohbet edip mangallarını yakıyorlar. yürümeye devam ediyorum.

    sahile vardım işte, kayalıklara. buradan moda'ya ve sonrasında da fenerbahçe'ye kadar uzanan yol, dünyadaki en güzel yollardan biridir. yanımdan patenli, kaykaylı çocuklar geçiyor. kaykaylıları da hiç anlamıyorum, sürekli düşüp düşüp duruyorlar. acaip bir hobi. yine de saygı duymak lazım. biraz ileride sağda yaşlı amca balonları şişirip ipe asıyor. birazdan orta yaşlı abiler, sevgililerine hava atmak için birer ikişer nişan almaya başlarlar. güneş tepede parıl parılken ne kadar da güzel duruyor balonlar. fotoğraf makinem yanımda olsaydı fotoğrafını çekmek isterdim. neyse olsun, yürümeye devam edelim.

    solda ilerde otopark duvarının dibinde bir kaç genç, yere gazete sermiş oturuyorlar. meyve suyu ve vodka şişesi var önlerinde. erkenden içmeye başlamışlar. arkalarında duarda bir şey yazıyor: sana burda kızmıştım . ah, ne insanlar yürüdü bu sahil boyunca. ne insanlar kızdı birbirlerine, hiçbirini bilmiyoruz ama bazıları bir iz bırakıyor geçerken. biz de bir anlığına durup o izlere bakıp, düşüncelere dalıyoruz. ben burada kimseye kızmış mıydım? kızmadım herhalde, olsa hatırlardım. ağaçlardaki tohumlar rüzgarla beraber hışırdıyor. frekansı bilinmeyen bir radyo gibi. yürümeye devam ediyorum.

    yol hafif sola, moda'ya dönerken kırmızı bir yelkenli çıka geliyor karşıdan. nasıl da salınıyor be arkadaş, gelin gibi. çok paraymış bunlar ama, öyle diyor. bir arkadaşım var benim. çok meraklı. sadece bunun marina parası senelik 15 - 20 milyar paraymış. lüks hobisi, öyle diyor. yine de güzel bakması be. bir keresinde bir arkadaşımın amcasının teknesi ile açılmıştık heybeliada'nın arkasında bir koya gitmiştik, adını şimdi unuttum. çok çok keyifli bir gündü. dönüşte motoru çalıştırmamış sadece rüzgarı arkamıza alıp pendik'e kadar gitmiştik. ne güzel akşamdı. yanımdan insanlar hafif tempoda koşuyor, ben yürümeye devam ediyorum.

    eski apartmanlar hep çok güzel gelir bana, hele ki moda'da denize bakanlar. ama bazılarını yıkıp lüks binalara dönüştürmüşler şimdilerde. kiralık, satılık flamaları her tarafı sarmış. arasam mı birini? yok be şimdi abuk subuk bir para söyleyecekler benim canım sıkılacak. istanbul'daki bu emlak balonu acaba ne zaman patlayacak? durduğu yerde toprağı değerleniyor canına yandığımın şehrinin. garip bir durum. kadıköy lisesi değil mi şu? evet evet, orası. eskiden burası ingiliz bir aileye ait bir köşkmüş. kocaman bir bahçesi varmış. bahçesinde de demirden bir at varmış. çok sonraları sabancılar almışlar o atı da emirgana götürmüşler. atlı köşk oradan gelirmiş, deniz kavukçoğlu'nun kitabında okumuştum. yürüye yürüye merdivenlere kadar gelmişim ya. çıkalım.

    çıktım merdivenlerden. çay bahçesinde güzel bir yoğunluk var. bu adamlar hesapları nasıl tutuyorlar ya bu kadar masada, valla mesele ha. neyse ya bana ne. aa şu can değil mi, ileriki masada oturan? evet valla can.

    - hop!
    - aa joel naber hacı napıyosun?
    - nolsun be kadıköy sokaklarında amaçsızca tek başına dolanıyordum. iyi geliyor bana.
    - ne iyi yapmışsın ya, gel otur bi çay içelim.
    - olur, içelim.
880 entry daha
hesabın var mı? giriş yap