86 entry daha
  • mitoloji ve özellikle karşılaştırmalı mitoloji, türkiye'de gözden ırak kalan fakat oldukça potansiyelli ve dünyada da çalışılan bir alan. öncelikle sizi m. bahadırhan dinçaslan'ın yazdığı bir mitoloji yazısına yönlendireyim, nitekim onun yazısını bugün bir vesileyle okuduktan sonra uzun zamandır ertelediğim bu giriyi yazmaya karar verdim. şuradan buyurunuz.

    şimdi, yukarıda vurgulanmış, mitolojiyi yorumlamak için kullanılan iki temel argüman var, bunları kısaca tekrar etmek gerekirse, bir grup uzman farklı ulusların mitolojilerindeki benzerlikleri, etkileşimle açıklamakta. buna göre, târihte kavimler, devletler ve düşünceler sıklıkla etkileşime girmiş, birbirlerine benzemiş, bu sâyede de dünya mitolojilerinin çok benzer konulardan oluşan, sıklıkla sâdece detayda farklı olan hikâyelerden/mitlerden meydana gelmiştir. ecnebînin religious syncretism dediği pek çok farklı dinin bir potada eritilmesiyle ortaya çıkan dinler, bunun geç dönemlerde ortaya çıkan bir örneğidir, sözgelimi; maniheizm. bu tez, hafife alınacak bir görüş değil. eski insanları dağlarda bayırlarda, bilinçsizce gezen gürûhlardan ibaret sayamayız. bu insanlar, hiçbir zaman "atlantis medeniyeti" gibi bizden ileri teknolojiye sâhip olmadılar, ancak hiçbir zaman bugün tahayyül etmeyi sevdiğimiz gibi "câhil yamyamlar" da olmadılar. marksistler, belli bir nebze aydınlanmacı gelenek, pozitivistler genellikle bu hataya düşer ve târihi "bir ilerleme çizgisi" hâlinde tasavvur eder, oysa ki târih ne aydınlanmanın tasavvur ettiği kadar optimist, ne pesimistlerin ve yazıda da vurgulandığı gibi, mitolojilerin tasavvur ettiği kadar "düşüşte" değildir. bu konuda ünlü dinler târihçisi ve yazar mircea eliade'nin ebedi dönüş mitosu kitabı, hayli açıklayıcı olacaktır okurlar adına. biz de sık sık bahsedeceğiz bu kitaptan, çünkü eliade, karşılaştırmalı mitoloji ve dinler târihi alanlarında günümüzdeki tüm araştırmacıların başvuracağı ilk kaynakları yazmıştır. konuya dönersek, gerçekten de eski dönemlerde tahayyül ettiğimizden çok daha geniş etkileşim imkânlarının mevcût olduğu anlaşılıyor. en basitinden, fenikelilerin deniz ticâreti ağlarına, yunanların kolonilerine, ilerleyen devirlerde ipek yolu başta olmak üzere kıtalararası ticaretin ulaştığı boyutlara bakmak mümkün. avrupa, bu etkileşim sebebiyle baharata ulaşmaya çalıştı, kıtalar böyle keşfedildi. bu etkileşim imkânlarının detaylarına ve boyutlarına, kısmetse ileride girebiliriz.

    etkileşimi merkeze alan tezin sorunu ise şurada, "her şey" gerçekten, mutlâk bir sûrette ve istisnaya yer vermeyecek şekilde etkileşimle mi yayıldı? mitolojideki "arketiplerin" (jungcu anlamda değil, eliade'nin kullandığı, mitolojilerdeki ortak temalar manasında) sözgelimi "semâvî" dinlerin ve sümer, akkad, babil, kalde gibi uygarlıkların inanç sistemlerinin işledikleri ortak temalar, çok büyük bir ihtimâlle etkileşim sonucu ortak bir arketip kimliğini kazanmıştır. sözgelimi tufan arketipi, bunun en bilinen örneğidir, ve aslında en problematik örneklerden de bir tanesidir. çünkü tufan, bilindiği kadarıyla ilk kez sümerler tarafından zikredilmiştir, bu sebeple sıklıkla "tufan motifinin tek ve kesin kaynağı sümerlerdir." gibi bir yargıya varılmaktadır. semâvî dinler ve sümerler arasındaki bağlantıyı, etkileşimi açıklamak çok zor değil. ama, tufan motifinin mayalarda da mevcût olması yeterince kafa karıştırıcı. eğer sümerler mayalar ile tanışmamış ise, ki bunun imkânsız olduğunu söylemek son derece mümkün ve bilimsel, insanların benzer şartlarda benzer düşüncelere sahip olabileceklerini kabul etmek gerekir. ibranilerin tufan arketipini, mezopotamya'nın köklü gelenğinden almayıp kendi başına geliştirmiş olması da, maya-sümer ilişkisi kadar olmasa da yine de ihtimâl dışı görünmektedir, çünkü ibrâni gelenğinin tufanı aktarış biçimi ile, mayalar arasındaki farklar ve sümer-ibrâni anlatılarındaki benzerlikler bizi bu sonuca götürür. kezâ yunanların "ekpyrosis" denen dünyanın bir ilâhi yangınla yanması, bu yangının yalnızca kötüyü ve kötülüğü silip dünyayı adeta sıfırlaması kavramını doğu gnostizminden almış olduğu da, eliade tarafından açıklanıyor. `:mircea eliade, ebedi dönüş mitosu, çev. ümit altuğ, imge kitabevi, 1994, s. 119` peki, yine aynı kitaptan bir örnekle etkileşim merkezli yaklaşımın her zaman geçerli olmadığını kanıtlamak mümkün mü? bence, evet. bütün dünyada, pek çok ritüelin temelinde yaratılışı tekrarlamak, hatırlamak ve canlandırmak yatar, ki eliade'nin kitabının temel konularından birisi de budur. adı geçen eserin, 35. sayfasında, bu anlayışın, özetle "tanrılar ne yaptıysa biz de aynısını yapacağız." anlayışının kızılderililerde ve hintlerde çok benzer bir şekilde mevcût olduğu ve benzer şekilde ifâde edildiği görülüyor. kızılderililer ve hintler arasında bu konuda bir fikir alışverişine yol açabilecek bir teorimiz, henüz mevcût değil, olacak gibi de görünmüyor. bu sebeple, mitolojiye yaklaşım her zaman etkileşimi göz önünde bulundurmak ve ilk olarak etkileşim ile açıklanıp açıklanamadığına bakmak, ve aynı zamanda "işte evrensel bir motif!" kanısına varmak için aceleci olmamak şeklinde olmalı. çünkü iki yaklaşımın da açıklayamadığı temel noktalar mevcut. bu arada bu yaklaşımların aslında sadece mitolojiye özgü olmadığı, "karşılaştırmalı târih", "karşılaştırmalı edebiyat" gibi alanlarda da aynı güçlükler ve imkânlarla karşılaşıldığını söylemek gerek. sözgelimi, celâlî isyanları esnasında çevre devletlerde de benzer sebeplerle, benzer isyânların yaşandığı günümüzdeki araştırmacılar tarafından şaşkınlıkla fark ediliyor. karen barkey'in bu konuda yazdıkları gerçekten ufuk açıcı nitelikte. ve işte yine aynı yol ayrımı; celâlî isyanları ile sözgelimi aynı esnada sırp ve bulgarlar arasında yaygın olan isyanların çok benzer sebepleri olması, bu isyânları her koşulda, kesin bir biçimde aynı kefeye koymamızı gerektirir mi? muhtemelen hayır.

    mitolojideki bir diğer sıkıntı da bu alanın kimlerin konusu olduğu. mitoloji üzerine yapılan bir çalışma, târih, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve hatta felsefenin konusu hâline gelebiliyor. târihçi, mitoloji hakkında çalışmak istiyorsa jung'u ve bir ölçüde freud'u tanımalı, eliade'yi okumalı, karşılaştırmalı sosyal bilimler çalışmalarının mantığını iyice kavramalı. özellikle türk târihçisi, türk'ü anlamak için hint, tibet, çin ve iran geleneklerinin, sonra da proto-hint-avrupa geleneklerinin büyük önem taşıdığını anlamak durumunda. fransa'da soğdca bilen etienne de la vaissière soğdlar üzerine çalışıyor iken, türk târihçiliği soğdların önemini kavramış olmasına rağmen soğdlar üzerine çalışmıyor veya çalışamıyor. fransa'nın prestijli okullarından olan `institut national de langues et civilizations orientale`'de gayet güçlü bir tibetçe bölümü var iken, türkiye'de tibetçe bilen tek kişi yanılmıyorsam, sinolog giray fidan. gerçi târihçilerin çoğunluğunun kendi alanlarını bile karşılaştırmadığını söylemek mümkün, çin târihçisi, çin'i anlaması için göktürkleri iyice kavraması gerektiğini ne kadar bilir, meçhûl. tersini yapabilen, çince öğrenen, çin kültürünü ve târihini anlayan ve ahmet taşağıl olup dünyanın dört bir yanından çalışmalarına atıf alan târihçiler de mevcût tabii. belki türk târihçiler mitolojiye ve dinler târihine daha fazla eğilirlerse, bu sâyede karşılaştırmalı çalışmaların ve çapraz okumaların değeri daha iyi anlaşılabilecektir. kendi alanım olmadığı için, saydığım diğer disiplinler hakkında böyle yorumlar yapmam pek mümkün değil. yine de açık bir biçimde görülüyor ki, târihçilerin dil bilerek, kaynakları okuyup çalıştıkları alanın ve coğrafyanın çevresindeki kültürleri tanıyarak ulaşmaya çalıştıkları/çalışacakları seviye, psikoloji alanındaki uzmanların, şimdilik, pek de tanıdıkları bir seviye değil. târihçilerin, sözgelimi dinçaslan'ın da vurguladığı gibi muazzez ilmiye çığ'ın etkileşim merkezli anlayışa, jung gibi psikologların ise benzerliklere ve evrenselliğe odaklanması bu yüzden tesâdüf değil.

    bu giri, ilerleyen zamanlarda dallanıp budaklanabilir, akademik bir çalışma hâline ekşi sözlükte gelmez, yine de burada daha detaylı ve kaynakçalı bir yazı hâline gelebilir. nitekim detaylar, akademik etikten ayrılmadan zikrolunamayacak ve bu da dipnotları ve kaynakçayı profesyonel bir biçimde gerektirecek. ama şimdilik, böyle bir deneme olarak kalsın istiyorum, çünkü ileride hem târihçinin metodolojisine, hem mitolojinin zikrolunduğu manadaki arketiplerine daha profesyonel eleştiriler ve şerhler getirmek gerekli. bunun akademik anlamdaki karşılığını vermek içinse, farklı dillere, farklı titrlere ihtiyacım/ihtiyacımız olacaktır. o yüzden "sabır!" diyor, bir mitolojik arketip olarak "üşengeçliği" ve "bugünün işini yarına bırakmayı" vurgulamak istiyorum; umuyorum ki bu yazı gılgamış'ın bugünün işini yarına bırakıp durması, mükemmeliyetin ve ölümsüzlüğün sırrını çözecekken üşenmesi, türlü şanssızlıklar yüzünden bu sırra erememesi gibi üşengeçlik sebebiyle yarım kalan bir hikâye olmayacaktır. *
125 entry daha
hesabın var mı? giriş yap