84 entry daha
  • arrival merkezine aldığı tasavvuf/zen öğretisini yeni bir boyuta taşıması ve özünde insanların uzaylılarla iletişim kurma hikayesini anlatmasından dolayı türün diğer tüm filmlerinden ayrışıyor. (yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.)

    genelde felsefi bir esasa dayanan filmlerde, filme esin kaynağı olan bakış ya yüzeysel ele alınır ya da olduğu gibi anlatılır. arrival'da ise merkezindeki tasavvuf/zen öğretisine yeni bir açılım getiriliyor.

    uzaylı filmlerine bakarsak, uzaylıların dünyamızı ziyaret ettiği tüm filmlerdeki esas problem, onların dost canlısı olup olmadığıdır. uzaylılar da geldikleri ilk anda bunu belli ederler. arrival, bu açıdan da bilim-kurguya da yeni bir soluk getiriyor.

    --- spoiler ---

    kahramanın yolculuğu

    filme joseph campbell’in hero’s journey monomitinden bakalım.

    yola çıkış
    kahraman olarak dr. louise banks’in önderliğindeki insanoğlunu; ona rehberlik eden öğretmen olarak da uzaylıları düşünebiliriz.
    monomite uygun bir şekilde uzaylılar dünyayı ziyaret ederek insanoğlunu maceraya çağırır. (maceraya davet)
    dr. louise banks, yetkililer kendisine ilk ulaştıklarında onları reddeder, sonra da bu yolculuğa çıkması kaçınılmaz olur. (davetin reddi ve yola çıkış)

    yolculuk
    bu yolculukta kahramanımız defalarca sınanır, karşısına evine dönmek isteyen askerlerin sabotajı ya da diğer ülkelere inen gemilere yapılan saldırılar gibi engeller çıkar. (sınanmalar)

    eve dönüş
    finalde kahramanımız dr. louise banks, uzaylıların dillerini öğrenerek çin genelkurmay başkanını uyarır ve bir saldırının önüne geçer. evine de kahraman olarak döner. (ilahi yardım ve yaşamak için özgür)
    her kahraman evine daha kompleks bir halde yani kendini geliştirmiş olarak, dersini almış olarak döner. peki dr. louise banks önderliğindeki insanoğlunun bu yolculuktan aldığı ders nedir?

    ---

    öğretiler: zaman

    filmin başında dillerin, düşünce biçimimizi şekillendirdiği üzerine bir laf duyarız. şimdi dilimize bir bakalım:

    dillerin çoğu, “yapan” ve “yapılanın” yani özne ve nesnenin ayrı olduğu bir ikilik üzerine kurulmuştur. (arrival, bu ikiliği çözmek ve eylemle bir olmak üzerine bir şey söylemiyor.)
    tüm dillerde gelecek zaman, şimdiki zaman ve geçmiş zaman gibi yapılar vardır. bu da bize zamanın doğrusal olduğunu söyler. (işte arrival tamamen buna odaklanır).
    bu düşünce yapısında geçmişi hatırlayabildiğimiz halde gelecek henüz gerçekleşmediği için belirsizdir.

    jaco van dormael’in mr. nobody filmi de tam da bunun üzerinedir. 5 yaşındaki nemo’nun annesine ne dediğini hatırlayalım:
    geçmişi hatırlıyoruz da neden geleceği hatırlayamıyoruz? anneye bunu sorduğunuzda “nedenini sormayı bırak, bu çok karışık” der.
    peki ya gelecek de geçmiş de aynı anda gerçekleşiyorsa? zaman doğrusal değil de çok boyutluysa?

    " … sonunda buda, meditasyonu 2 boyut olarak anlattı: şartlı boyut (samskrita) ve şartsız boyut (asamskrita).
    şartlı boyutta, doğum, ölüm, önce, sonra, içerisi, dışarısı, küçük ve büyük vardır.
    şartsız boyutun dünyasında doğum ve ölüme, gelmelere ve gitmelere, önceye ve sonraya bağlı değiliz.
    şartlı boyut tarihi esasa aittir. denizdeki dalgadır.
    şartsız boyut ise nihai esasa aittir. denizin kendisidir."
    kaynak: the heart of the buddhas teachingthich nhat hanh (harmony; 1st broadway books (july 22, 2015); location 1213; kindle edition)

    arrival’da kahramana yol gösteren rehberimiz yani uzaylılar, zamanın doğrusal olduğunu düşünmemizi sağlayan dillerimizden kurtulmamız gerektiğini söyler.

    dr. louise banks, uzaylıların dillerini çözmeye çalışırken onlar gibi düşünmeye başlar ve bu da onun geleceğe dair anılar görmesini sağlar. dili tam olarak çözdüğünde de geleceğe ait bir anısı yardımıyla çin genel kurmay başkanının savaş çıkarmasını engeller.

    yani kahraman, ruhani rehber yardımıyla zamanın doğrusal olmadığı üzerine dersini almıştır. yeni öğrendiği dil sayesinde düşünme şekli tamamen değişmiştir. bu da onun, doğrusal olmayan zamanda geleceği görebilmesini sağlamaktadır.

    wake forest üniversitesi tıp fakültesi’nde profesör olan robert lanza 2007 yılında “biocentrism” diye bir kavram/alan sürer. (biocentrism hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için lanza’nın beyond biocentrism: rethinking time, space, consciousness, and the ıllusion of death kitabına bakabilirsiniz.)
    biocentrism’de zamanı bir müzik cd’si olarak düşünebiliriz. şarkıların hepsi her zaman o cd’dedir. değişen tek şey bizim oradan hangi şarkıyı dinlediğimizdir. yani cd’deki tüm anlar aynı anda gerçekleşir.

    öğretiler: kucakla

    filmdeki kahramanımız dr. louise banks, uzaylıların dillerini çözerek zamanın doğrusal olmadığını öğrenir ve kendi geleceğine ait anılar görür. işte şimdi dünyanın en eski sorularından birine geldik: geleceğini görsen, sana neler olacağını bilsen; bunu değiştirmek ister miydin?

    bu sorunun arrival’daki cevabına geçmeden önce bu soruyu soran diğer filme bir bakalım. marc foster’ın stranger than fiction filminde karakterimiz harold, kendisinin yaşayan bir roman karakteri olduğunu öğrenir. romanın yazarının kendisini öldürmek istediğini öğrenince de buna engel olmaktan vazgeçer.

    profesör hilbert: neden kitabı değiştirdin?
    kay eifel: çünkü bu kitap öleceğini bilmeyen bir adamın ölmesi üzerine. ama adam öleceğini biliyor ve yine ölüyorsa, kendi isteğiyle ve buna engel olabileceğini bilmesine rağmen yine de bunu yapıyorsa, o zaman bu adam hayatta tutmak isteyeceğin türden bir adam değil midir?

    stranger that fiction’daki harold, kendi geleceğini kendi nihai geleceği olarak kabul ediyor. bunu değiştirme imkanı olmasına rağmen bunu değiştirmiyor. çünkü harold, bu geleceğinin onun için daha anlamlı olduğunu düşünüyor. yani film diyor ki, tanrı size geleceklerinizi değiştirme imkanı verse bile; siz yine de sizin için önceden seçilen yolu seçerdiniz.

    şimdi arrival’a geçelim. arrival’daki kahramanımız dr. louise banks, filmin sonlarına doğru şöyle diyor: “bize düşen tek şey, yaşayacağımız her anı kucaklamak olmalı. neler olacağını bilsek bile, bizim için ne kadar zor olsa da her ana sıkıca sarılmalıyız”.

    tasavvuf anlayışının merkezinde “kucaklama” düşüncesi vardır. bu düşünceye göre olan her şey benim misafirimdir. bana düşense onları kucaklamaktır.

    "insanın bedeni, bir konuk evine,
    çeşitli düşünceler de ayrı ayrı konuklara benzer.
    arif, o neşeli ve gamlı düşüncelere razıdır,
    adeta gariplerin hatırını hoş eden halil peygambere benzer.
    onun kapısı da konuğu ağırlamak için daima kâfire de açıktı,
    mümine de, emin olana da açıktı, haine de.
    bütün konuklara güler yüz gösterirdi.
    delikanlım, bu denen bir konuk evidir.
    her sabah, oraya koşa koşa bir yeni konuk gelir.
    sakın bu, benim boynumda kaldı deme.
    şimdicik yine uçar, yokluk âlemine gider.
    gayb aleminden gönlüne ne gelirse konuktur, onu hoş tut."
    mesnevi v. cilt; 3644 – 3646 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 630)

    "her gün, gönle gelen düşünce o gün,
    sabah çağı gelen konuğa benzer,
    ev sahibine hükmeder, huysuzlukta bulunur.
    ev sahibi olmanın şanı, konuğu görüp gözetmek,
    ağırlamak ve nazını çekmektir.
    konuk evine her gün nasıl bir yüce konuk gelirse
    onun gibi her an da sana bir fikir gelir.
    canım, fikri bir adam say.
    çünkü adam, fikirle değerlidir, fikirle diridir.?
    gam fikri, neşe yolunu vurursa gam yeme.
    o, hakikatte başka neşeler hazırlamadadır.?
    o, hayrın aslından yeni bir sevinç,
    yeni bir neşe gelsin diye evi, başkalarından sıkıca süpürür."
    mesnevi v. cilt; 3676 – 3680 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 630)

    "senin de gönlüne yeniden yeniye belâlar geldikçe
    o belâları güle güle karşıla.
    ey yaradanım, beni o belânın şerrinden sakla bekle.
    o yüzden gelecek ihsanları bana haram etme,
    beni o lütuflara kavuştur."
    mesnevi v. cilt; 3693 – 3695 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 631)

    kahramanımız dr. louise banks, tasavvuftaki anlayışı bir adım ileri götürüyor. gelen her şeyi ne geleceğini bilsem bile kucaklamalıyım diyor.

    sonuç

    martin scorsese bir filme başlamadan önce kendisine şöyle sorarmış: söyleyecek bir sözüm var mı? arrival, söyleyecek sözü olan, bir bilim kurgu hikayesini hem felsefi hem de bilimsel açıdan yeni bir yere taşıyan bir film. belki de bu yılın en iyi filmi.

    --- spoiler ---

    yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.
971 entry daha
hesabın var mı? giriş yap