3 entry daha
  • elbisesini düzeltti ve isa heykelini selamladı. böyle selamlamayı nereden öğrenmişti? isa'nın önüne bir sandalye çekti, ayakkabılarını çıkardı ve sandalyeye çıktı. parmak uçlarına kalkınca isa'nın eline dokunabiliyordu; alnını işaret parmağına dayadı. isa'nın dudaklarının pembe ve mavi olduğunu fark etti, tuhaf dudakları vardı, tabutunda sergilenmek üzere beceriksizce makyaj yapılmış bir ölünün dudakları gibi. saçları kirli ve gözleri yorgundu. yüzünde gülümsemeden eser ya da hayatının muazzam bir mücadeleden ibaret olduğuna dair bir ima yoktu. neye karşı mücadele etmişti? kendisine, kendi korkaklığına ve değersizliğine ve hepsinin ötesinde, kendi utancına karşı. dimple, isa'nın her gününün uyandığı andan uyuduğu ana kadar çileyle dolu olduğunu biliyordu çünkü gözlerinin altında morluklar vardı ve pek de dinlenebilen birine benzemiyordu. yaraları dramatik ve gösterişliydi, asla iyileşmeyecek, her zaman açık kalacak film yıldızı yaraları gibi ve başındaki tacın dikenlerinden gözüne ve renkli dudaklarına kan akmıştı. birden isa'ya karşı o kadar derin bir şükran duygusu hissetti ki oturdu ve elleriyle yüzünü kapadı. sonra tekrar kafasını kaldırıp yukarı baktığında, isa'nın ağzından kelimelerin süzüldüğünü gördü, gerçi dudakları hareket etmiyordu ama kelimeler dumanla yazılmış gibi görünüyordu. dimple'ın kolaylıkla okuyabildiği ingilizce kelimelerdi bunlar: beni sev çünkü bende senin gibi zavallı ve yalnızım.

    jeet thayil / narkopolis
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap