54 entry daha
  • rönesans sonrası başlayan ve aydınlanma hareketi ile doruk noktasına çıkan, hıristiyanlığın önüne geçilemez çözülüşüyle birlikte, batı dünyasında “metafiziği yaşayamama gerilimi” artmış ve dar bir varoluş alanına sıkışıp kalan avrupa insanı yeni bir kurtarıcı, yeni bir “rasül” arayışına girmişti. yani, metafiziği yaşayamama gerilimi, insanın içinde bulunduğu dar varoluş alanından sıkılması ve bir “üst kata” çıkamamasının getirdiği gerilimden kaynaklanmaktadır.

    işte böyle bir dönemde, bilim ve felsefe alanında çığır açan düşünürler ortaya çıkmıştı. ne var ki, ilahî referans yani vahiy mesajı ortadan kalkınca “hakikat” parça parça tezahür etmiş, bilerek veya bilmeyerek her deha kendini “rasül” sanmıştı. freud, marx, nietzsche, darwin gibi düşünürlerin tarzları dikkate alındığında, bu “rasül kompleksi” çok bariz bir şekilde görülmektedir.

    kendisi pek itiraf etmese de freud’un düşünce sistemine derinden tesir eden bir başka filozof da f.nietzsche’ydi. fechner’in yaşam öyküsünde gözlemlenen trajediye, nietzsche’nin yaşamında rastlanır. nietzsche bir müddet çok yükseklerde uçtuktan sonra ağır bir ruhsal bunalıma girdi. filozof, genç yaşta dramatik bir şekilde hıristiyanlık inancını yitirdikten sonra, kurtuluşu felsefede arayarak, schopenhauer ve wagner’e hayranlık duydu. arka arkaya depresif krizlere duçar olduktan sonra, depresyonunun hafiflemeye başladığı dönemlerde ki bu dönemler hastalık biyografisi açıdan büyük bir ihtimalle sübmanik dönemlerdi, yeni ve dâhiyane felsefi fikirler üreterek kendisini bir kurtarıcı gibi izleyen avrupa insanını hayrete düşürdü.

    nietzsche öncelikle o güne kadar bilinen tüm gerçekleri reddederek genel bir isyana, bir “şok dalgası”na yol açtı. nietzsche’nin “hiçbir kavram kesin olarak doğru değil, her şey mümkün ve serbest” şeklindeki ifadesi, ilk bakışta felsefi ve ahlaki bir nihilizmi temsil eder gibi görünse de aslında insanın yeniden yapılanması ve yeniden “doğması” için tüm bilinenlerin bir kenara bırakılmasının gereğine işaret eder. bilinenler böylece sorgulandıktan sonra ileri sürülebilecek en tabii soru, gerçeğin ne olduğu ve bu gerçeği kimin bilebileceğiydi. nietzsche mazdeizm dininin kurucusu zerdüşt’ün dilinden konuşuyormuş gibi yaparak kendi görüşlerini bir rasül edasıyla ifade etmeye başladı.

    nietzsche, böyle buyurdu zerdüşt adlı başyapıtını dört bölüm hâlinde kaleme aldı. belirli zaman aralıklarında yazılan eserde nietzsche’nin temel fikirlerinin yanı sıra yaşadığı kaçınılmaz, trajik ruhsal çöküntünün izlerini görmek de mümkün. kitabın kahramanı, “ebedi tekrarın üstadı” zerdüşt, dağdan inerek müridlerine hayata dair dersler verir. “tanrı ölmüştür” (gott ist tod!) fakat hayat devam eder.

    çözüm başıboş kalan insanın bireyselliğini ve hürriyetini nasıl yaşayabileceğinde gizlidir. kitap aslında yazarın, kendi kendini kurtarma arayışının bir yansıması olduğu için, kavramlar birbirine karışır; birkaç satır önce söylenenler, biraz ileride inkâr edilir. tanrı öldü ise insan kendi anlamını yine kendisi yaratmalıdır. anlatılanlara inanmamak, kendi yolunu kendi başına bulmalıdır. zerdüşt, “beni bile izlemeyin” der! ancak böyle kahramanca bir varoluş biçimi sayesinde “üstün insan” meydana gelebilir ve bu üstün insan “ölen” tanrı’nın yerine geçebilir! bütün bu düşünceler, sonraki dönemlerde ortaya çıkacak batılı varoluşçu felsefenin temelini oluşturacaktır.

    -alıntıdır-

    not: nietzsche’nin “hiçbir kavram kesin olarak doğru değil, her şey mümkün ve serbest” şeklindde ifade ettiği görüşe şahsen katıldığımı söyleyebilirim; çünkü insan için mutlak görüş üretmek mümkün değildir. dolayısıyla insan ürünü olan her fikir ancak belirli şartlarda ve belirli çerçevelerde doğrudur. bağlam taştığı anda artık o fikrin geçerliliği kalmaz. mutlak doğru, evrensel ve tüm zamanlarda geçerli olacak bir fikir ancak mutlak varlığa aittir; zira o, sonsuz ilim sahibidir.

    bu noktada başka bir çarpık algı ortaya çıkmaktadır ki, allah'ın kelamı ile muhatap olan insan derhal mutlakçılığa, dogmatizme düşme tehlikesi yaşamaktadır. evet, allah'ın kelamı ile yani mutlak doğrular ile muhatap olabilirsin; ancak onu algılayan ve tatbikata çıkaran insan cüzi bir varlık olduğu için ve beşeriyet sınırlarını kırması mümkün olamadığından yine belirli bağlamlara hapsolmak kaçınılmaz olur.

    ne demek mi istiyorum? selefiler bu noktada en bariz misaldir. kendi yorumlarını yani cüzi bir kuran algısını mutlak doğru gibi sunmaktadırlar. halbuki sonuç ortada. mutlak doğruya sahip olsan, ki bu mümkün değil, halin böyle mi olur? mutlak doğruyu geçtik, günümüzdeki tüm anlayışlardan daha üstün bir anlayış üreten bir tayfa var olabilseydi, insanlığa ışık olurlardı. bu anlayış, daha üstün bir dünya görüşü ortaya çıkana dek geçerliliğini korur ve 3-5 asır boyunca tüm beşeri alanlarda büyük atılımlara yol açardı.

    demek ki mesele, hakikate daha derinden nüfuz edebilen bir dünya görüşü üretebilmekmiş. mutlak doğruya ulaşmak mümkün olmadığı gibi gerekmiyor da; mevcutlardan üstün olması yeterli. daha kaliteli malı piyasaya sürdüğünüz anda, eskilerin pabucu dama atıldı demektir. eğer bu görüşü üretirken pergelin bir ayağını iman ve islam noktasına saplarsanız, işte size islam'ın dünya hakimiyeti; tıpkı batının son 500 yıldır aynı yolla sağladığı hegemonya gibi.

    "pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım" (mevlana)
81 entry daha
hesabın var mı? giriş yap