32 entry daha
  • şimdi eğer «ingiltere’nin tarihteki en tanınmış kişi kralı kimdir?» diye soracak olsam, kimileri hemen «arthur.» diyebilir. oysa kral arthur, ingiltere’nin değil, britonların kralıdır başka bir deyişle britanya’nın güneyine yerleşmiş olan keltlerin... zati “britanya” isimi da oradan gelir.

    sözünü ettiğim dönem, 6. asrın ilk yarısıdır. o tarihte daha “ingiltere” diye bir ülke yoktu.

    kral arthur, britanya’yı ingiltere yapmak isteyenlerle savaşmıştır. ancak tarihte sahiden de böyle bir kral olup olmadığı ayrı konu... o bir efsanedir.

    zati britanya’nın o dönemine ait tarihsel bilgiler efsanelerle iç içedir. tarihçiler, kral arthur ile ilgili yazdıklarını somut veriler üzerine kuramamış, efsaneleri inceleyip, olayların olabilirliğini düşünerek oluşturdukları yorumları ortaya koymak zorunda kalmışlardır. birinin anlattığı bir diğerininkini tutmaz.

    tarihçiler, efsane ile gerçek arasındaki ayırımı sağlamak ister. britanya’nın 8. asır öncesindeki tarihi mevzubahis olunca, bunun samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olduğundan yakınırlar.

    avrupa’da merovenjlerin 2. dagobert isimli bir kralının tarihten silinip atıldığına, bunun yüzyıllar süresince öyle kaldığına değinmiştim. demek ki, bir kişinin tarihte “var” olup olmaması direk gerçeğe bağlı değildir. tarihin o dönemine her kim egemen ise, onun istemine ve tercih etmesine bağlıdır. yalnızca halk arasında fısıltı yayınlarına mani olunamaz, o kadar.

    gerçi britanya’daki vaziyet biraz farklıdır fakat netice olarak yarattığı kaygı aynıdır. arthur isimli bir kralın tarihte kesinlikle var olması istenmiştir. gerçekten olsa da olmasa da...

    ingiltere’de sonraki hanedanların soy ağacının gövdesini kral arthur’a dayandırmaları pek önem vermiştir. soy ağacının gövdesine kral arthur’un yerleşmesi demek, “mukaddes kan”a yani sangreal olgusuna sahip olmak demektir.

    12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyıl başlarında, o dönemde hayli tanınan fransız tarihçi ve şair chrétien de troyes, britonların bu efsanevi kralı arthur hakkında birbiri ardınca beş ayrı romantik öykü yazmıştır.

    şimdi düşünelim ve anlamaya çalışalım: bir fransız şair, yüzyıllar evvelki bir britanyalı kral üzerinde niye bu kadar çok durur?

    chrétien de troyes, hemen hemen tüm öykülerinde mutlaka şu veyahut bu şekilde “kutsal kâse” konusuna değinmiştir. kral arthur hakkında anlatılmış olan çeşitli öyküler de bununla yakından irtibatlıdır.

    bu öyküler, aradan geçen yüzyıllar boyunca epeyce değişime uğramıştır. değişimler, bunların temelindeki tarihsel gerçek itibariyle da şüphe yaratır zira aralarında ehemmiyetli farklar, hem de ikilemler vardır. hiçbirinin baştan sona gerçek olmadığı bellidir fakat hangisinin gerçeğe daha yakın olduğu belirsizdir.

    kral arthur konusunda öykülerin değişik kültürlere göre yapılmış uyarlamaları, iskandinavya’dan ispanya’ya kadar bir hayli ülkede anlatılmıştır. bunun da iki nedeni vardır. biri, elbette gene mukaddes kâse konusunda konudur. ötekisi ise, bu öykülerde üzerinde özenle durulan “şövalyelik” kavramıdır.

    avrupa’da orta çağın ilk birkaç asrında şövalyelik, kimilerine göre bir altın dönem sergilemişti; asıl o sıralardaki şövalyeliğe “şövalyelik” denebilirdi. bu müessese sonradan hem yozlaştırıldı hem de mananını yitirdi. kılıç taşıyan ve zırh giyen her atlı askere şövalye denir oldu. daha sonraları ise alakasız kişilere dahi sırf bir unvan vermiş olmak emeliyle şövalye niteliği yaraşır görüldü.

    özgün olarak, “şövalye” denilen kişi, bilgi ve maharetlerini tecrübe etmek, öz güven duygusu edinmek üzere macera peşinde koşan bir savaşçıydı. üstelik yalnızca bir savaşçı da sayılmazdı. onurlu, dürüst, toplum içindeki ilişkilerinde düzeyli, hayırsever, herkesin saygı ve beğenisini kazanan bir kişiydi. hem bileği hem yüreği güçlüydü.

    bu yüzden prensler, hem de krallar dahi şövalye olmak isterdi. ancak bunun için, bir şövalyenin yanında çömezliğe başlamak, yıllarca süren bir hayli safhadan geçerek yetişmek, sonra çömezliğini ettiği şövalyenin silahtarlığını yürütmek, savaşma tekniğini öğrenmenin yanı sıra başkalarınca gıpta edilen sosyal bir kişi olarak kendini geliştirmek gerekirdi.

    yanındaki silahtarın şövalye olabileceğine, ancak o şövalye karar verirdi. bunu diğer şövalyelere önerir, niteliklerini anlatarak onu müdafaa eder, onaylanırsa görkemli bir merasimle şövalyeliğe getirilirdi.

    bir şövalyenin nitelikleri böyle belirtilince, bunun tarihsel bakımdan aşağı yukarıya aynı dönemde orta asya’daki türk boylarında çok ehemmiyet ve değer verilen “yiğit” kavramıyla pek benzeştiği görülür.

    pendragon

    5. yüzyılın ikinci yarısında, britanya’da uther pendragon olarak da hatıralan bir kelt kralı vardır. asıl isimi aidan (aediàn) olan bu kralın soyu, isa’yı çarmıhtan indirmiş ve sonra magdalena ile beraber languedoc’a göçmüş, isa’nın erkek çocuklarını britanya’ya druidlerin yanına götürmüş olan arimatealı yusuf’a bağlanır. rahiplik düzeni üzerine yerleşmiş ilk britanya monarşisini kurmuş olan kişidir.

    aidan, 574 seneninde kelt kilisesi’nin başındaki saint columba’nın eliyle taç giyerek tahta çıkmıştı. bunun üzerine katolik kilisesi kızılca kıyameti koparmış, rastgele bir krala taç giydirme hakkının bir tek papa ya da onun yetkilendireceği bir kişi tarafından kullanılabileceğini ileri sürmüştü. buradaki asıl mesele, kelt kilisesi’nin, öteden beri papanın otoritesini tanımayışıydı.

    saint columba, çok güçlüydü. papa, ona diş geçiremiyordu. ancak o da bir insandı ve bir gün can verecekti. katolik kilisesi sabırla bekledi.

    gerçi saint columba, o tarihlerdeki vasati insan ömrüne oranla hayli uzun yaşadı; aynı zamanda üç papa değişti ama katolik kilisesi niyetini unutmadı. britanya’ya saint augustine isimli bir piskopos gönderildi. kendisini canterbury başpiskoposu olarak duyuru eden saint augustine’nin asal görevi, katolik kilisesi’nin öngördüğü hıristiyan ilkelerini benimsetmekten önce, kelt kilisesi’ni hırpalayıp dağıtmaktı.

    ancak saint augustine, sadece britanya’nın güneydoğu bölgesinde, üstelik pek hudutlu düzeyde muvaffakiyet ele geçirebildi. adanın güneybatısı ile galler, kuzey bölgeleri, irlanda ve iskoçya, arimatealı yusuf’un ekmiş olduğu ananelere bağlı kalarak, katolik kilisesi’ne karşı direniş gösterdi. bunda, britanya’daki kralların bir “ülke kralı” olmaktan çok “halkın kralı” oluşunun tesiri vardı.

    şimdi kral aidan’a dönelim ve o tarihlerde orada olan biteni olabildiğince kolaylaştırarak özetlemeye çalışacağım.

    kral aidan, tintagel dükü ile evli olan, üstelik ondan üç kızı bulunan ygerna (ıgraine) del acqs isimli kadına âşık olmuştu. dendiğine göre, ygerna’nın annesi vivianne’ın soyu, isa ile magdalena’ya dayanmaktaydı. bir diğer söylemle vivianne, balıkçı kralın kızıydı. (balıkçı kral konusunu ayrı bir başlık altında bulacaksınız.) kral arthur konusunda bir takım efsanelerde ona “lady of the lake” (gölün hanımı) denir. hangi gölün hanımı olduğunu az sonra göreceğiz.

    belki ne aidan’ı ne de şu aşık olduğu ygerna’yı duymuşsunuzdur. ancak herhalde dönemin tanınmış kişi kahini merlin konusunda bir şeyler hatırlarsınız.

    elbette... zira merlin, kral arthur konusunda efsanelerde de baş rollerden birini oynar da ondan.

    merlin, aidan’a hemen her konuda yardım ederdi. yapılamaz gibi görünen bir hayli işi muvaffak olmasını sağlardı. bu sefer de bir entrika çevirmesine yardım etti.

    aidan, tintagel dükünü öldürtüp, dul kalan karısıyla izdivaç etti.

    işte arthur, bu evlilikten doğan tek erkek çocuktur. bu yüzden de yahuda ile benjamin ailelerinin soyunu birleştirmiş mukaddes kanı taşıyan tek kişi sayılıyordu.

    merlin’in kral aidan’a yaptığı iyiliğin bir karşılığı vardı. buna göre, erkek çocuğu olursa babasının yanından alınıp bir başka yere götürülecek, orada özel olarak yetiştirilecekti. aidan, bunu aşkı uğruna kabil etmek zorunda kalmıştı.

    nitekim bir erkek çocuğu oldu fakat can verinceye dek onu hiç göremedi.

    babası can verdiğinde, arthur daha 15 yaşındaydı. britanya, hayli vakitten beri bir yandan iskandinav asıllı olan yutların, diğer yandan danimarka asıllı angıllar ile alman asıllı saksonların istila tehdidi altındaydı. kelt halkını onlara karşı savunabilecek kuvvetli bir krala gereksinme vardı.

    bundan sonrasına ait birbirinden yer yer değişik çok sayıda efsanesel öykü var. aralarında en popüler olanı şöyle:

    “kral aidan’ın ygerna’dan doğma kızları vardı fakat bir de erkek çocuğu olduğu bilinmiyordu. ölünce britonların başına kimin geçebileceği konusu bir mesele haline geldi. merlin ise, can veren kralın aslında bir erkek çocuğu olduğunu ileri sürdü.

    herkes merlin’den çok çekinir, üstelik her dediğine inanırdı. ancak bu sefer hiç kimsenin ona inanası gelmedi. hem daha buluğ çağı dahi bitmemiş olan bir genç nasıl kral olabilirdi?

    merlin, bir kayanın içine excalibur ismini verdiği iri bir kılıcı diklemesine sapladı. bu kılıç sihirliydi; briton halkını savunacak ve müdafaa edecek kılıçtı bu. hem de iyi kullanılırsa, sahibinin dünyanın hakimi olmasını dahi sağlayabilirdi. her kim bu kılıcı oradan çekip çıkarırsa bu ülkenin kralı, gelecekteki gerçek öncüsü olabileceğini ispat ederdi. bunu da yalnızca asıl kral ailesinden gelme olan tek bir kişi muvaffak olabilirdi. merlin, «hodri alan!» demişti.

    bu işi birbiri ardınca çok tecrübe eden oldu fakat boş yere!

    sıra arthur’a geldi. kılıcı sapından şöyle bir tuttuğunda, sanki kınından çeker gibi kayanın içinden çıkarıverdi.

    bunun üzerine merlin, arthur’a direk kendi eliyle taç giydirip onu britonların kralı olarak duyuru etti. itiraz edebilen çıkmadı.”

    “excalibur” diye bir isimi olan bu kılıç, arthur ile alakalı efsanesel öykülerde en az onun kadar önemlidir. hatta excalibur olmazsa, anlatılan efsanelerin bir manası kalmaz. bu bağlamda birçok anlatım vardır. bir diğerinin özeti şöyle:

    “bir gün gölün hanımı (vivianne), avalon gölü’nün ortasında belirdi. elinde koskocaman bir kılıç vardı. kılıcı göl kıyısındaki arthur’a uzatıp, «işte bununla kazanacaksın, çünkü sen kralsın.» diye konuştu.
    arthur, birçok hüneri olan, mükemmeller yaratan bu sihirli kılıca sahip olunca, hiç kimse onun karşısında duramadı ve britonların kralı olmasını da engelleyemedi.”

    efsanelerde bir de şuna bilhassa dikkat çekilir: excalibur, sadece arthur ile bir araya geldiğinde büyük bir güç olmaktadır. bir başkasının elinde sadece kaldırılması bile pek zor olan ağır bir demir parçası gibidir.

    kral arthur’dan söz edince elbette onun yuvarlak masa şövalyelerine değinmeden geçilemez. ancak onu ikinci bölüme bırakıyorum.
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap