22 entry daha
  • tam anlamıyla unutulmaz maç. yıllardır bekliyordum ben bu maçı. heysel faciasını seyrederken döktüğüm gözyaşlarım adına, yıllarca bekledim. evet koyu bir liverpool taraftarı idim o gün ancak çocuk olmama rağmen üzülmemiştim neticeye. hatta bir metre dışarıda düşürülen zbigniew boniek için penaltı çalan hakem efendiye bile.
    dün kop'ta olmak için neler vermezdim. evet bu sadece benim de hissettiğim birşey de değil, en azından bu mecrada. biliyorum bazılarımız sadece maçın evvelinde o atmosferi solumak ve futbolun bir utancını tekrar hatırlamak için orada olmak isterdi. 14 mayıs 1995 liverpool blackburn rovers maçında açılan in memoria e amiciziapankartı belki de uzatılan ilk zeytin dalıydı. ne kadar fanatik de olsalar, liverpool'un da gurur duyduğu söylenemezdi heysel'de yaşanılanlarla ilgili. beklemeye koyuldum, anfield road''u. festivale biletim vardı, tabii arada kaynadı. talihsizlik biletler önceden sipariş edilmiş bulunulmuştu; kura çekimi sonradan vuku bulmuştu...
    sadece bu maç için yapılan bir tarafı kırmızı beyaz, diğer tarafı siyah beyaz kaşkollar, açılan pankartlar, bir çabanın ispatı gibiydi. unutmak istiyordu taraflar yaşanılanları. bir dakika olacağı söylenen saygı duruşu pek kısa sürdü doğrusu. ya belçikalı saatine yanlış baktı, ya da ambiansın damına su kaçırmak istemedi, bilemeyeceğim. dikkat etmişsinizdir tribünlerden protestolar da geldi, hakemin düdüğünü çalıp oyuncuları santra vuruşuna davet etmesinden sonra. yeterli bulmamıştı taraftar bu saygı duruşunu. malum boniek gibi polonyalı olan papa da öldü ya, ondandır...
    maç öncesi çok da birşey beklemiyordum liverpool'umdan. malum takımın bütün sakatlarından bir ikinci onbir çıkar ve rafael benitez çalıştırmazsa, kesin bu ilk onbirini yener. maça pek bir fırtına gibi girdi liverpool. yer yer ağlayacak gibi oldum. takımın hızı, tribünlere, tribünlerin coşkusu takıma yansımıştı. tribünler demişken platini, iyan rush; sabri bey telaffuzu, dikkat çekiyordu. alan hansen hüpya sol voleyi yapıştırdı, bayram oldu bizim evde. efendim sabri beyin telaffuzlarına sadık kalacağım için şimdiden özür dilerim. hele hiç yıldızımın barışmadığı luis garcia o topu eliyle koymuş gibi kaleye gönderince kendimi tutamadım, bağırmışım. kucağımdaki kedi can güvenliği olmadığı gerekçesiyle kaçtı tabii. vallahi ben o poziyonda biraz john barnes, biraz ronnie whelan tadı aldım. topu sürüşü, vuruşu, bir siyah inci ile beyaz çikolatanın karışımı gibiydi. hele ikinci golden sonra bir pozisyon var ki, bugünlerde kayıp olan yakışıklı çek kardeşim, yaşça büyüğüm hâli ile kardeşim diyeceğim, buffon ile karşı karşıya kaldığı pek zor bir pozisyonda, pek dardı açısı, topu ağlara atamadı. o güzel italyan çocuktan seken top üst ağlar yerine kalenin içindeki ağlara değse idi, yıkılırdı şehir. mersey bile saygısından kırmızı akardı.
    dikkat ederseniz, hep takıma vurgu yapıyorum. bendeniz takımın başındaki, vakt-i zamanında kravat bile seçmekten aciz adamı valencia'da bıraktıydım. bıraktım derken, dünyamdan çıkardım. zorla mı yahu, adamı da, adamın futbol mentalitesini de sevmiyorum. djibril cissé sakat olmasa idi, ben görürdüm birçoğunuzu. neden baros ile cissé yan yana oynamadı diye feryat figan bağırır, yazılar yazardınız. neyse eski defterleri açmayalım. lakin ilker yasin'e göre florent sinama pongolle'un kuzeni anthony le tallec'in bu kadar sahada kalabildiği bir ortamda, vladimir smicer niye pek akla gelmedi anlayamadım. herhâlde üstâdın bir bildiği vardır. sahada sefilleri oynayan tek santrafor, ingiliz gece yaşamı da etkiledi galiba çocuğu, baros'u çıkartıp sahaya antonio nunez'i alınca astım olduğumu sandım. nefes darlığıymış sadece allah'tan. ne bileyim nunez'in liverpool kariyerindeki en iyi futbolunu oynamak için bu tarihi maçı seçeceğini. mamafih ondan adam olur mu bilemeyeceğim, elbet mahalleden alınacak üç beş çocuğun üstüne titresek neler olabileceği malum; steve heighway nasılsa hayatta...
    maçın ikinci yarısı ise beklenen bir juventus baskısı ile başladı. maçı iyi de idare eden genç kaleci scott carson bir pozisyonda çıkaramadı topu ve juve avantaj sağladı. sabri ugan ağabeyim akdar hata bulamadım ben çocukta ne yalan söyleyeyim. o kadar yakından kafa vurduran abilerinin hiç mi suçu yok diye sorayım. benitez de çocuğun pek yapabileceği birşey olmadığını söylemiş maçtan sonra golle ilgili, araya sıkıştırayım. bundan sonraki değişiklikler skoru korumaya yönelik oldu, en azından liverpool cephesinde. juventus'ta capello'nun emerson ve del piero'ya gösterdiği sabrı anlamak mümkün değil. adamın adı yılmaz değil elbet lakin daha evvel değişikliğe gidebilirdi ya neyse. çocukluğumun idollerinden del piero'ya da müsaadenizle bir çift sözüm var; mektubumdan bir kuple yazayım...
    "alessandro, abi yıllarca döktürdün futbolda, ancak bazı şeylerin zamanı geldiğinde karşı koymamak lazım. hem yakışıklısın da, reklamlarda, filmlerde de oynarsın kesin. bırak artık şu işi. ya da sevenlerin için son bir gayret göster. inan, seni böyle görmek bizi üzüyor."
    maçın son dakikalarına gelindiğinde yaşanan manzara ise, gözyaşlarını akıttı bu satırların yazarının. kim bilir kaçıncı kere görsem de, tüylerim her seferinde diken diken oluyor. malum atkılar yükseliyor, ve o bilindik marş söylenmeye başlanıyor. futbolun güzelliği de bu bence. bu marş, galipken de, mağlupken de söyleniyor. hep aynı coşku ile. liverpool'un her maçının sonuna yansıyan bir mütemmim cüz bu. biz de, hakemlerden, federasyonlara, rakip takımın annelerinin eskiden icra ettikleri mesleklere, hakemin cinsel tercihlerine dokunduğumuz zaman diliminde, hep aynı marş. ne kadar sıkıcı değil mi...
    efendim rövanşta bakalım fair play rüzgârı mı esecek yine torino'da, yoksa juventus yılların intikamını mı alacak, carlos abimin dediği gibi. heyecanla bekliyorum...
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap