10 entry daha
  • 30lar ve 40ların amerikan film noirları, suç filmleri büyük depresyon döneminde artan suç oranıyla etrafa yayılan gangsterlerin mitleştirilmesi ama aynı zamanda bu yaşam biçiminin ahlaki bir biçimde yargılanmasıydı. high sierra'ya, white heat'e, ne bileyim bilimum ganster ve heist filmine bakın, finalde trajik gangster karakteri hep ölüme mahkumdur. tümü günahla geçmiş yaşamları son bir umut uğruna ve bir arınma ümidiyle sona erer, ceza kesindir; arınma karaktere kalmıştır.

    sonra bu suç filmi janrı fransaya geçti, 1950ler ve altmışlarda çekilmiş ilginç suç filmlerinin neredeyse hepsi fransadan. jean pierre melville ve jules dassin'ın başı çektikleri bu janr filmleri amerika'dan gelen hikaye formatlarını birebir almakla beraber, bu filmlere holivud'un sahip olmadığı bir derinlik ve boyut katıyorlardı. o filmlerin çoğunlukla farkında olmadan ucundan sezdirdiği bir şehir romantizmini, yalnızlık temasını ön plana çıkarıp, suç filmi janrının şiirsel ve karaktere dayalı yönünü ön plana çıkarmayı tercih ediyorlardı. les samurai'yın alain delon'unun yaşadıkları irving lerner'ın murder by contract'inden çok mu farklıdır? ama melville les samurai'da film noir formatından camus'nün bile gıptayla bakacağı etten kandan bir yabancı portresi çizer; ama bunu sosyolojik veya felsefi bir hedefle değil, şiiri hedefleyerek yapar; bir yabancının, bir garibin göçüp gitmesidir onun için önemli olan.

    sonra altmışların sonu ve yetmişlerde film noir janrı garip bir dönüşle tekrar holivudun eline geçiyor. (tamam get carter holivud değil ama idare ediverin işte). ve bu sefer ki geçişte film noir felsefi ve sosyolojik sorularla uğraşan bir janra dönüşüveriyor. alın size point blank misal. adı bile anılmayan bir firmaya karşı mücadele veren bir adamın filmi bu. hiyerarşide yükseldikçe yükseliyor ama sorumluyu bir türlü bulamıyor. zira firma aslında kendi kendini yönetiyor, insanlar firmayı değil, firma insanları yönetiyor. filmin finali de anlamlı: en sonunda istediği paraya ulaştığında filmin kahramanı walker parayı almak yerine karanlığa, gölgelere kaçıyor, ortadan kayboluyor.

    get carter'ı da bu minvalde değerlendirmek gerekiyor. yani soyut yetmişler suç filmleri kategorisinde. doğduğu ve büyüdüğü şehre kardeşinin katilini bulmak için gelen michael caine'in hikayesi anlatılıyor. caine şehirden uzaklaştan sonra büyük şehirde suç dünyasına girmiş, kiralık katil olarak çalışmaya başlamıştır, doğduğu şehire döndüğünde kardeşinin katilini ararken karşısına çıkan ufak şehir mafya bozuntularıyla uğraşırkenki hali insana point blank'in walker'ını uğraştıran bürokrasiyi hatırlatmaktadır. tamamen birbiriyle bağlantılı, organize suç dünyası ve bu dünya içindeki rekabet, duyguların yer sahibi olmadığı tam bir serbest piyasa dünyasıdır. kendisinin de içinde bulunduğu bu dünyanın kural ve kaidelerini kişisel intikamı için bozmaya çalışır caine; bu açıdan finalde çok anlamlıdır.
    film hakkında supoylır vermeden daha fazla yazmak istemiyorum ama üzerinde uzun uzun, güzel güzel tartışılası bir başyapıt get carter. orjinali tabii.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap