13 entry daha
  • "burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi" diye yazmış tezer özlü.

    sabahtan beridir bu cümleyi düşünüyorum. buradaki biz kim? bizi öldürmek isteyenler kim? işin içinden bir türlü çıkamıyorum.
    gerçekten birileri birilerini öldürmek, susturmak, yok saymak, sindirmek istiyor.
    ben öldürmek isteyenlerden olmak istemiyorum. gerekirse öldürülenlerden olurum ama "onlar"dan olmak istemiyorum. ama bu, hiçbir şekilde yetmiyor, yetmeyecek.
    sindiremiyorum.
    burası onların ülkesi.

    şaban vatan'ın 1 yıldır süren onurlu mücadelesini bir süredir takip ediyorum.
    bir babaya yaşatılabilecek daha ne kadar acı olabilir? kurumsal otoritelerin karşında tek başına dikilen bir adama daha ne kadar zulüm yapılabilir inanın bilmiyorum.

    şaban vatan 1 yıldır tek başına, ama gerçek anlamda tek başına bütün devlet mekanizmalarına karşı mücadele ediyor.
    kendisini öldürmek isteyenlerin hüküm sürdüğü bu topraklarda ölümüne bir kavgaya tutuşmuş durumda.
    bu kavgada karşısındaki insanların inanılmaz materyalleri var. kendi kardeşini bile satın almış bir çark bu. bariz bir şekilde üstünlük onlardan yana.

    belediye başkanları, bakanlar, bürokratlar, polisler, savcılar hatta utanarak söylüyorum yeminli tabiplerle mücadele ediyor.
    kendisini öldürmek, susturmak, yok etmek, sindirmek isteyen kurumsallaşmış, örgütlenmiş büyük bir mekanizmaya karşı tek başına kalmış durumda.
    şaban vatan'ı tahakkümü altına almak isteyen mekanizmalar aslında fert fert hepimize açıktan bir tehditte bulunuyorlar.
    burası onların ülkesi.

    onun yerinde olsaydım onun kadar onurlu bir şekilde mücadele edebilir miydim, sevdiğim bir insan için bu kadar parçalanırcasına uğraş verirken pes etmeden kaç gün daha dayanabilirdim kestiremiyorum.
    sanırım bir yerden sonra güçten düşerdim. çaresizlik içinde bir gün daha devam etmeye takatim kalmazdı.
    ben şaban abi kadar güçlü bir insan değilim.
    onun çelik gibi sinirlerini, dimdik duruşunu kıskanıyorum bile. şaban vatan'ın; mücadele ettiği örgüte karşı kararlı tavrını kendime örnek almaya başladım artık.

    ama hiçbir işe yaramıyor. sadece, ne oluyorsa artık bu süreçte, her şey namussuzca gözlerimizin önünde oluyor ki bu işleri daha da katlanılmaz hale getiriyor.
    sevgili metin cihan bu konuyu gündeme getirdiğinden beridir birçok insan durumdan haberdar oldu. birçok gelişmeyi bizzat onun sayesinde öğrenmiş olduk.
    sadece vicdani olarak kulak kesilmedik şaban vatan'ın mücadelesine, akli ve ahlaki olarak da birçok şeyin ne kadar arsızca yapılabildiğine şahit olduk. iman ettik.

    olayı inceleyen, taraflı tarafsız ortaya koyulan tüm belgeleri ve bulguları az buçuk inceleyen tek bir insanın bile şaban vatan'ın haksız olabileceğini düşünmek hayatın doğal akışına aykırı.
    vicdanım, aklım, kalbim, bütün idrak mekanizmalarım bu süreç özelinde derin yaralar aldı.
    bu ülkenin nasıl bir çukura dönüştüğünü bu kadar mikro ölçekli bir olaydan bu kadar makro boyutlarıyla fark edebileceğimi asla tahmin edemezdim.
    burası onların ülkesi.

    şaban vatan'ın bir yıllık sürecinde başına gelenlerin çok ama çok küçük bir kısmına şahit olmam bile öfke ve nefretle dolmama yetti.
    siyasetin, politikaların, ülke gündeminin, gündelik çıkar ilişkilerimizin ve bunlar ekseninde basın kuruluşlarının sıkı sıkıya yaptığı ittifak bu konuda en büyük rahatsızlıklarımdan bir tanesini oluşturdu bende.

    umutları, hayalleri, yaşayacağı yılları olan bir kız çocuğunun ölümünün adice ört pas edilmesi, bir babanın daha acısını bile yaşayamadan bu aşağılık tezgahı afişe etmek için gün gün ter döküp tüm engellerle mücadele içinde olması; şu kısacık ömrümüzde gündelik çıkarlarımızdan, ideolojilerimizden, siyasetten, azıcık keyfimizin kaçmasından daha önemli değilmiş.

    bu ölümcül sessizlik halinin -özellikle devlet mekanizmaları ve bu mekanizmalarla ilişkili olan şahıslar için- başka bir açıklamasını yapamıyorum.
    bir kız çocuğu için feda edilecek şeyler bu ülkede çok küçük meblağlar imiş meğer. ne acı...
    burası onların ülkesi.

    yer yer yaptığı işler için kendisinden övgüyle bahsettiğimiz, hakkını vermekten çekinmediğimiz müge anlı'nın aylardır süren sessizliği mesela. benim canımı çok sıkıştı.
    müge anlı ki babasını öldürüp annesiyle birlikte ekmek fırınında cesedini yakan 16 yaşındaki bir kız için canlı yayında göz yaşları dökmüş bir insandır. şimdiye kadar canımı en çok yakan olay bu oldu demiştir.
    adalet mekanizmaları ile kapanmayan bazı vicdani meseleler olduğunu dile getirmiştir. bu örneği şu yüzden veriyorum; kendisinin bir sağduyuya sahip olduğunu düşündürür bu durum. bu sağduyu ile resmi adalet mekanizmalarını bile sorgulayabilmiştir.

    merak ediyorum rabia naz olayında bütün gemileri yakacak kadar vicdani bir rahatsızlık gerçekten duymamış mı?
    bu irrite edici görmezden gelme tavrını sürdürdüğü halde programındaki vakalarda göz yaşı dökerken, izleyicilerine merhametten, ahlaktan, vicdandan bahsederken hiç yüzünüz kızarmayacak mı?
    küçücük bir kız çocuğunun cinayetini devletin tüm imkanlarıyla ört pas eden bu mekanizmaya karşı azıcık da olsun öfke duymadınız mı?
    ihtimali bile kolları sıvamaya yetecekken böylesi bir ölüm sessizliğine bürünmesini sağlayan kuvvet tam olarak nasıl bir kuvvet?
    bu ülkenin gerçek sahiplerinin kuvveti tam olarak bu mu?

    müge anlı basın kanadı adına sadece bir örnek. ama önemli bir örnek. her seferinde görüp taktir ettiğimiz gibi bu konu müge anlı'da işlense bütün bir süreç baştan aşağı yön değiştirebilirdi. diğer bütün gazetecilerden çok daha büyük bir etkiyi elinde tutarken bu olaya göz yumması inanılmaz aşağılık bir durum olarak duruyor.
    yoksa birçok gazetecide benzer sessizlikler, bir takım kuvvetlere yenik düşmeler ya da o kuvvetlerin etkisi altına girmeler mevcut.
    burası onların ülkesi.
    onlara biat etmek ise birçoklarının kurtuluş reçetesi!
    benim midemi bulandıran olayların içinde bu gerçek de var.

    en acısı da ne biliyor musunuz? sosyal medyada azıcık bir refleks göstermesi için inim inim inlediğimiz bürokratların düşündüğümüz ahlaki sınırların bile çok uzağında olduğuna şahit oluyoruz.
    olaylarda adı geçen nurettin caniklinin "seçim çalışmaları" için bölgeye geldiği gün yine akıl almaz umutlara kapılıp bu ülkenin sahiplerinden bir şeyler bekledik.
    21 mart günü canikli'nin giresun'a geldiği gün şaban vatan gözaltına alındı, hastanede gözlem altına alınması için psikiyatrlar ile görüştürüldü.
    yığınla karar alınıp inanılmaz hızlı bir yıpratma süreci yürütüldü.
    belki bir şeyler olur diye beklediğimiz o gün gerçekten de çok şeyler oldu. siyasi mekanizma çarkları hiçbir değer ve hassasiyete sahip olmadığını bir kez daha hatırlattı.
    tabi o sırada ikiz bebeklere hamile olan anne, çocuklarından bir tanesini düşürdü falan.
    burası onların ülkesi.

    ekşi sözlüğün ülke gündemini çok kez şekillendirdiğini gördüm. burada yazılan yazılarla siyasetçilerin, sanatçıların, yazarların, gazetecilerin şekillendiğini gördüm.
    saçma sapan isteklerle yardım kampanyası başlatıp onlarca yazarı kendi rızasıyla kampanyaya katıp dolandıran insanları gördüm.
    birçok sosyal sorumluluk projesinin yürütüldüğünü gördüm.
    bugün bu olay hakkında biraz dertleşmek için geldiğimde gündem butonunda konuyla ilgili her hangi bir başlık bulamadım. oysa bulacağımı sanarak gelmiştim.
    bu başlığa da (bkz: #rabianaziçinadalet) 5. entryi giren 2. yazarım.
    kimseyi kesinlikle suçlamıyorum.
    kendimi sorguluyorum sadece.

    açık açık konuşalım bu ülkenin sorununu kim ne olarak görüyor?
    benim umurumda değil artık ne bu ülkenin belediye başkanları, ne seçimler ne de mazbatalar.
    oysa bu ülkenin geleceği için bu konularla ne de güzel kamuoyu oluşturuyorsunuz. bakkal hüseyin amcanın bile lugatına yeni kelimeler kazandırıyorsunuz.
    yeterince dert etmiyorum ekonomik krizi de, siyasi hesaplaşmaları da, milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki karadelikleri de...
    ben hayatımda gördüğüm en şerefli babanın mücadelesini hepsinden daha ciddi bir mesele olarak görüyorum.
    bunu da kuru bir vicdani mesele olarak değil ülkenin kendisine ait bir problemin su yüzüne çıkan bir parçası olarak görüyorum.
    şaban vatan'a adalet arayışında deli gömleği giydirip itibarsızlaştırma aklını kendi şahsiyetime bir teşebbüs olarak görüyorum.

    karadelik demişken. bu akşam gördük. yalnızca bu ülkede değil, bu dünyanın büyük bir çoğunluğunda bilimsel kaygılar bile "politik"tir.
    aristo'ya göre "insan sosyal bir hayvandır" (bkz: zoon politikon)
    bir arada yaşamamız politik bir tavırdır.

    rabia naz cinayeti en az susurluk kazası kadar, hrant dink cinayeti kadar politik bir olaydır.
    topyekün bu ülkeyi ve bu ülkenin sahiplerini ilgilendirir.

    seçimler, mazbatalar, siyasetçiler, ideolojiler... bunların hepsi sonuç.
    bu ülkenin gerçek politik meselesi şaban vatan'ın mücadelesinin altında yatan sebepler yığınıdır.
    gerçek beka meselesi tam da rabia naz cinayetidir.
    toplumsal yapının parçası olan bireyin haysiyetine olan saldırının meyvesidir şaban vatan'a yapılanlar.
    burası onların ülkesi.

    sosyal medyada yapılan şeyler ne işe yaradı?
    başlarda çok işe yarayacak zannettim. zaman zaman kıpırdanmalar da oldu. ama nihayetinde devlet mekanizmalarını daha da acımasızlaştırdı. en fazla olayın bilinirliği arttı.
    hiçbiri şaban vatan'ın aylar önce yaptığı evlat mitingi kadar kıymetli ve tesirli değildi belki de.
    oturduğumuz yerden bir şeylere isyan etmek bu ülkede sessiz bir yığın yaratmaktan başka bir şeylere de yaramalı.
    13 nisan'da çeşitli illerde yapılacak olan eylemler belki bu haghtag'tan daha etkili olacaktır. bilemiyorum.

    gerçekten birçok şeyi bilmiyorum.
    ne yapılır bilmiyorum.
    şu kısacık ömrümüzde bu ülkede birçok felaket görüp toplumsal yaralar aldık. çok şeyi sineye çekip içselleştirdik. ama benim çizgim tam da burada arkadaşlar.
    dahasını sindiremiyorum.
    doğrusu bunu da içimize almaktan korkuyorum. haysyetlerimizin tam orta yerinde asıl karadelik o zaman açılır işte. ve bu karadelik tüm iyi şeyleri alıp götürür bizden.

    rabia naz vatan cinayetinin geldiği bu nokta, şaban vatan'a karşı yapılan yıpratma ve yıldırma çalışmaları hepimizin, bu ülkenin suratına çalınmış bir çamurdur.
    bu leke hepimize aittir.

    çok doldum bugün.
    içimdekileri boşaltmak için geldim buraya. biraz yazarsam hafiflerim sandım. öyle olmadı. yazdıkça daha da ağırlaştı her şey.
    şaban vatan'ın mücadelesi bu ülkenin gerçek beka meselesidir.
    birçok sebebin sonucu, birçok sonucun meyvesidir.
    şaban vatan'ın meselesi bu ülkenin vereceği gerçek bir sınavdır. benim kırmızı çizgim tam da burası. bu sınavı hakkıyla verip vermeyecek olan ise bizzat ülkenin kendisi.
    bu ülkenin gerçek sahipleri, bu ülke, bütün bu kurumsal devlet yapılanması...
    bu sınavdan geçmesi gereken hepimiziz.
    hesap verecek olan bu ülkenin bizatihi kendisidir.
    şaban vatan bu ülkenin öldürmek istediği insanlardandır.
    şaban vatan bu ülkenin sindirmek istediği insanlardandır.
    burası onların ülkesi.
    bu ülkenin geri alınmasını istiyorum.

    nasıl olur, ne zaman olur bilmiyorum ama bu ağırlıkla baş edemiyorum. dua etmeye değecek başka bir şey bulamıyorum.

    burası bizim değil
    biz kimiz?
    ne kadarız? kaç kişiyiz? ne kadar yaşarız? bilen var mı?
    şaban vatan olayının ardında yatan o çarkı düşünmekten bile bitap düştüm ben.
    burası onların ülkesi.
    onların ülkesinde yaşamaya çalışmaktan yorulduğumu hissediyorum sadece.
    şaban vatan'ın aksine ben, sanıldığı kadar güçlü biri değilim.
79 entry daha
hesabın var mı? giriş yap