• şuradan, müthiş bir biçimde gerçekleştirilebilecek olandır.
  • gerçek bir felsefeye "giriş" kitabı (ahmet cevizci'ninkinden bahsediyorum). felsefi kelimelerin anlamlarına pek hakim değilseniz de anlayabiliyorsunuz ne denmek istendiğini. daha çok kavramları açıklamaya yönelik ("felsefe nedir?","metafizik","din felsefesi","siyaset felsefesi" gibi) ama açıklamayla beraber filozoflardan da bahsesiyor elbet. mesela felsefe nedir sorusunu cevaplarken sokrates ve platon'dan dem vuruyor. antik yunan filozoflarından bahsediyor. metafizik anlatırken de filozofların eleştirilerini sunuyor bize. her açıdan bilgilendirip kitapta da dendiği gibi felsefeye temiz bir giriş yapmayı sağlıyor.
  • yine (bkz: ahmet arslan)ın çevrimiş olduğu bir felsefeye giriş kitabı daha vardır. nedir ne değildir merak ettim derseniz de şuradan ve şuradan bakabilirsiniz...
  • kaknüs felsefe'nin basmış olduğu, yazarı douglas j. soccio olan, felsefeye giriş(hikmetin yapıtaşları) kitabı oldukça faydalı ve dil açısından da bir o kadar akıcı durmakta. kronolojik ve filozof ayrımıyla ilerleyen kitap bir bakıma felsefe tarihi görevini de eser miktarda görmekte. şu an hala okuyorum, bittiğinde görüşlerimi yenileyebilirim. şu an için okunması gerektiği düşüncesindeyim.
  • türkiye'de felsefe denince akla gelen 2-3 isimden birisi olan prof. dr. (bkz: ahmet arslan)'ın 20 yıldan daha uzun süre önce yazmış olduğu, liselerde bile derste okutulabilecek kadar kolay anlaşılan ve rahatça okunabilen, giriş niteliğindeki felsefe kitabı.
    ağustos 2017'de çıkan, genişletilmiş ve gözden geçirilmiş yeni baskısında şu bölümler bulunuyor:

    felsefeye giriş
    bilgi felsefesi
    bilim felsefesi
    varlık felsefesi
    ahlak felsefesi
    siyaset felsefesi
    tarih felsefesi
    hukuk felsefesi
    sanat felsefesi
    din felsefesi
    eğitim felsefesi

    incelemek için ise tık1, tık2.
  • ahmet arslan tarafından yazılanı sayfalarca not alarak okudum. bölüm bölüm ve çoğu konunun ince ince işlenmesinden dolayı gayet makul ve anlaşılır bir felsefe kitabı olmuş. bu tür kitaplar okunurken yeni tanışılan her kavramın derince araştırılması kanaatinde olduğum için bitirmem biraz uzun sürdü. bitirdiğimde gerçekten hem felsefi olarak hem de sosyal olarak kendime güzel ve faydalı şeyler kattığım kanısına vardım.

    felsefeye ilgi duyan yahut felsefi konularda bayağı yol kat etmiş kişilerin tereddütsüz alıp okuması gereken bir eserdir.
  • gece başlayan ve sonrasında tüm gün devam ederek beni iki kez acile gitmek zorunda bırakmış auralı migren atağının ertesi günü. dünya henüz daha algıma tam oturmamış, sağduyunun sıradan dünyası etrafıma kurulmamış, açılan ve dalgalanan bir çokluk ve keskinlik. her kokuyu alıyorum, yüzeyler zaten ışıklı, kendimi vererek dokunsam muhtemelen çıldıracağım. bir etek giymişim, arkasında küçük bir yırtmaç. yürüyorum. yürüyorum ve yırtmacın sesini duyuyorum. belki de yeryüzünde var olan tüm yırtmaçlara ait ortak bir ses var, duymayan biziz, ne bileyim? şimdi üzerine düşündüğümde duyma ve dokunma hissini karıştırmış olabilir miyim diye de düşünmüyor değilim. kumaşa dokunacakken duymuşum belki de. allahaşkına ben o sabah ne yapmışım?

    o sabah felsefeye giriş dersim var. yine çocukların dünyalarını alt üst edeceğim, yine kanılar teker teker yıkılacak. bazen üzülüyorum da. ama felsefeye girmek böyle bir şey biraz da galiba, saçı başı dağıtıyorsun. böyle efsunlu ve cazibeli bir "şey" yaratmışım mesela, içinde bolca saklanan ve kaçılan bir şey. bir "dışarı" yaratmışım. çocuklara bu şeyi gösteriyormuşum ve çekiliyormuşum. felsefeye girerken dışarıya çıkıyorlar. linus aslında muazzam bir "içeri" yaratıyorsun, bakma sen. bir an felsefenin filozoflarla dolu bir yer olduğunu düşünüyorum, çocukları zorla onun içine iteklemeye çalıştığımın görüntüsü geliyor, sokrates etekleriyle çıplak ayak kaçışıyor, nietzsche güruhtan tiksiniyor, kıkırdayacak gibi oluyorum, başım dönecek gibi oluyor. migren sinir sistemimde kamaşıyor. daha sokrates'i bilmiyorlar. sokrates'in hiç var olmadığı bir dünya nasıl bir dünya olsa gerek? sınıfa giriyorum. "günaydın, naber?"

    3. haftadayız galiba. evet, elbette, hesabını vereceğiniz bir hayat sürmek zorundasınız, felsefe çokça bununla ilgiliydi, antikken. ama uslamlama ne demek de bilmelisiniz. anlatırken güzel güzel, kıyas nedir ne değildir, bir örnek geliyor sınıftan. "nefes alan şeyler insandır, ben nefes alıyorum, o halde ben insanım. " yazayım tahtaya dedim. arkadan birisi, "hocam nefes alan şeyler hayvandır" dedi. gayri ihtiyari dönerek çocuğa baktım ve çıkarımımı yaparak ve yüzüne tüm ciddiyetimle bakarak "o zaman sen bir hayvansın" dedim. birden sınıfta müthiş bir gülme patladı.çocuk gülerek hocam bana niye hayvan diyorsunuz dedi. çipil çipil bakakaldım. az önce çocuğa alenen hayvansın dedim. iki yolum vardı, ya insanı hayvandan ayıran şeylere yönelecektim, çocuğa insanlığını iade edecektim ya da hayvanlığı yüceltecektim fakat o kadar çipil çipil kalakaldım ki, ben tavşan oluverdim. dedim hayvan olmak kötü bir şey değil, ben de zaman zaman tavşana benziyorum. bu itiraf karşısında epey şaşırdılar, sanırım tavşana benzediğini söyleyen çok hoca yok etrafta. bilemiyorum. diğer hocalar nelerden bahsediyor ben hiç bilemiyorum. daha birçok şey konuştuk, özgürlükten, mutluluktan, varlıktan konuştuk. dersin sonunda biri el kaldırdı. "hocam siz hep böyle misiniz, normal hayatınızda da?" normal olmayan hayatım hangisi, bu hayat kimin, alın bunu buradan! yüksek sesle "böyleyim" dedim, ama inanın böyle demekle neyi kastettiğimden, onun neyi kastettiğinden zerre haberim yok. böylelik ortada sahiplenilmeden kaldı. ben çıktım.

    binada aşağı inmeye başlamam, başka bir öğrenci tarafından yakalanmam, aşağı inişin hiç bitmemesi. aşağı devamlı, döne döne iniş. artık nasıl soktuysam felsefeye çıkamıyorlar. "ben geçen haftadan beri kendime gelemedim" diyor. "galiba bir şey oldu bana." eyvah, çocuğu kırdım! duruyorum, ben durunca duruyor, sağıma düşüyor, yüzüne bakıyorum. "ben hiçliği düşündüm çok, hiçlik. ama o sonsuz oldu. hiçlik nasıl sonsuz olabilir? " çocuğun çok gözlerine bakamadım ama ağzına baktım. güzel de bir ağız, durmuş öyle havada. bana sonsuzluktan bahseden bir ağız. şunu düşünün, işinizden çıktınız gidiyorsunuz, biri yolunuzu kesip ben hiçliği düşündüm diyor. şaka herhalde değil mi?! ben nasıl bir hayat seçtim böyle kendime, ne yaptım ben? yolumun kesilip hiçliğe davet edileceğim bir hayat. hayır, ben size hiçlikten söz etmedim ki, en fazla tavşanlıktan falan.

    yürümeye devam ediyorum, o da ediyor. "hiçlik bir olumsuzlamadır diyorum. bana bu binadan çıkış yolunu bulur musun?" parmağıyla sağ tarafı gösteriyor ama biz düz yürümeye devam ediyoruz. buradan mı diye ben de gösteriyorum ama ben düz yürüyünce o da düz yürümeye devam ediyor. çıkış sağda, ikimiz de biliyoruz, dümdüz yürüyoruz. deliriyoruz belki de böylece. çocuğa diyorum "sana güveniyorum biliyorsun değil mi, beni dışarı çıkaracaksın." dışarısı aydınlık ama bana her yer parıl parıl. yani o an hakikaten birden sonsuzluğa kapılıp gideceğiz, olan o olacak. bir süre sonra düz yürüdüğümüz halde binadan çıktık. çıkış sağdaydı,eminim, ama yavaşça önümüze kaydı diye düşünüyorum. başka türlü olmuş olamaz. "sana bilincin diyalektik ilerleyişini anlatmam gerek ama şu an yapamam" diyorum. "peki," diyor, "dışarı geldik" elimle hoşçakal deyip yürümeye başlıyorum. dışarı geldik de, ben mi çıkardım, kim çıkardı meçhul. felsefeye girişte bir şey gösteriyorum ve çekiliyorum. varlığımda bir şey gösteriyorum. orada bir yerde, bir zamanda bir şey açılıyor. böyle çiçek gibi. gerisine karışmıyorum. yürüyorum. felsefe bazen bedenimde migren işte. ama ben yürüyorum. "günaydın" diyorum, "naber?"
  • 26. baskısını aldım.

    konuların kolay anlaşılır örnekler ve her yerde insanın karşısına çıkmayacak bilgilendirici anekdotlarla, okurla sohbet havasında, hiç sıkmadan işlendiği bir giriş kitabı. popüler olarak yuval noah harari ve jared diamond'un kitaplarına da atıf yapılıyor, dostoyevski'ye de. bunların haricinde sayfa kalitesi de çok iyi.

    kendi açımdan eleştirilecek tek nokta şu:

    eserin her konuyu detaylı ele alamayacağı her fırsatta vurgulanıyor; ama hiç adı anılmayan schopenhauer, arendt, camus, beauvoir, heidegger, machiavelli vb. isimler en azından "önemli düşünürler" etiketiyle dipnot olarak gerekli alt başlıklarda verilebilirdi. ikincisi, yalnızca tek bir yerde geçen 20. yüzyılın en önemli felsefi akımı varoluşçuluk'a kanımca bir bölüm ayrılınabilirdi. üçüncüsü, felsefenin önemli problemlerinden özgür irade - determinizm tartışmasına biraz daha ayrıntılı değinilebilirdi.

    ***

    bu kitap haricinde, felsefe kitapları önerisi için kendisine danıştığım celal şengör'ün "hararetle" önerdiği eser:

    (bkz: a history of western philosophy)
    (bkz: bertrand russell)
  • nigel warburton bu kitabı yazmaktaki amacının felsefeyle uğraşmak isteyenlere bir başlangıç noktası oluşturmak olduğunu söyler. ona göre felsefeyle uğraşmak en genel tabirle ön yargılarımız üzerine daha berrak düşünmeye ve neye inandığımızı açıklığa kavuşturmaya yardımcı olur. bu anlamda kitap meselelere tarihsel yaklaşıp filozofları kronolojik olarak sıralayıp felsefeye yaptıkları katkıları incelemek yerine konu temelli bir yaklaşımı benimser. tarihe yönelmekten ziyade belirli felsefi sorunlara odaklanır. kitap; tanrı, doğru ve yanlış, hayvanlar, siyaset, görünüş ve gerçeklik, bilim, zihin ve sanat olmak üzere sekiz ana başlıktan oluşmaktadır. bu başlıklar birçok alt başlık içerdiğinden her ana başlık için birkaç alt başlığı ön plana çıkarak kitabı merak edenler için kısa bir tanıtım yazısı yazmaya çalışacağım.
    ilk olarak tanrı bölümünde ele alınan tanrı’nın varoluşuna ilişkin iki temel argümana bakmak gerekirse bunların tasarım (teleolojik argüman) ve pascal’ın bahsi argümanları olduğu görülür. tasarım argümanı’na göre etrafımızdaki her şey bir tasarı sonucunda meydana geldiğine dair kanıtları kendinde taşır. bu durum bir tasarımcının ya da yaratıcının varlığına işaret eder. doğal nesnelerin karmaşıklığı ve verimliliği tüm bu nesnelerin tanrı tarafından tasarlandığının ispatı olmalıdır. nasıl ki bir saate baktığımızda onun bir saatçi tarafından tasarlandığını söyleyebiliyorsak tıpkı buna benzer şekilde göze baktığımızda da onun bir tür ‘ilahi saatçi’ tarafından tasarlanıyor olduğunu söyleyebiliriz. bu türden bir argüman iki şeyin birbirine olan benzerliğinde temellenen analojik bir argümandır. analojik argüman bazı yönleriyle birbirlerine benzeyen iki şeyin aynı şekilde diğer yönleriyle de birbirine benzeyeceği ilkesine dayanır. bu argümana yöneltilen eleştiri kurulan analojinin güçsüz olduğu yönündedir. zira doğal nesne ile insan eliyle tasarlanan nesne arasındaki benzerlik zayıfsa karşılaştırmadan türetilen sonuç da zayıf olacaktır. örneğin bir kol saati ile cep saati birbirlerine bir saatçi tarafından tasarlandıkları varsayılabilecek kadar benzerdir. fakat bir saat ile göz arasındaki benzerlik muğlâktır. bundan dolayı da bu çıkarımı temel alan sonuç da aynı derecede muğlâktır.
    tanrı’nın varoluşuyla ilgili bir diğer argüman olan pascal’ın bahsi ise tanrı’nın varlığını ispatlamaktan ziyade akıllı bir bahisçinin tanrı’nın var olduğuna bahse girmek için yeterli sebebe sahip olduğunu iddia eder. bu argümana göre yapılacak en rasyonel hareket kaybetme şansını en asgari düzeyde tutarak, mümkün en büyük ödülü kazanma şansını hedeflemek olmalıdır. yani olası kazançlarımızı en azami seviyede tutarken olası kayıplarımızı da en asgari seviyede tutmalıyızdır. bahse girmemiz ve kaybetmemiz halinde tanrı’nın var olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek bahsi kazanmamız durumunda elde edeceğimiz ebedi yaşama kıyasla ödenmesi gereken çok küçük bir bedeldir. bu durumda kazancı azami kaybı asgari seviyede tutmak tanrı’ya inanmayı gerektirir. bu argümanın eleştirisi ise ortaya hiçbir kanıt sürmeden sadece tanrı’ya inanmak için yeterli sebep olduğunu söylemesidir. oysa bizler durup dururken bir şeye inanmaya karar veremeyiz çünkü bir şeylere inanmadan önce onların öyle oldukları konusunda ikna olmamız gerekir. bir sabah kalkıp birden bire atların uçuyor olduğuna inanmaya başlayamayız. bunun için kanıtlara ve ikna olmaya ihtiyacımız vardır.
    bir diğer başlık olan doğru ve yanlış konusunda görev temelli kuramlar ve meta etik üzerinde durulmuştur. görev temelli kuramlardan hristiyan etiği, meta etik konusunda da ahlaki görececiliği ele aldığımızda hristiyan etiğinin ahlakın ne olduğuna ilişkin bir kavrayış öne sürdüğünü meta etiğin ise daha ziyade etik kuramların statüsü ile ilgilendiğini görürüz. hristiyan etiğinde ahlakın ne olduğuna ilişkin tüm kavrayışımız dini öğretiler tarafından şekillendirilir. incil’in tanrı kelamı olduğuna inanan birisi neyin ‘doğru’ veya neyin ‘yanlış’ olduğuna ilişkin hiçbir kuşkuya sahip olmayacaktır. ‘doğru’ tanrı’nın maksadı anlamına gelirken ‘yanlış’ da tanrı’nın maksadına karşı olan her şey anlamına gelmektedir. böylesi bir inanan için ahlak, dışsal otoritenin yani tanrı’nın mutlak emirlerini yerine getirme meselesidir. hristiyan etiğin eleştirisini tanrı’nın maksadının gerçekten ne olduğunun ortaya konamıyor olması oluşturur. tanrı’nın bizden yapmamızı istediği şeyler nedir? sorusunun cevabı incil’e bak olabilir fakat incil birçok yoruma açıktır ve bu yorumlarda çelişkilidir. bir diğer eleştiri de tanrı emrettiği ve sevdiği eylemleri ahlaken iyi olduğu için mi emreder ve sever? yoksa tanrı’nın emretmesi ya da sevmesi mi emrettiği ve sevdiği eylemleri ahlaken iyi yapar? sorularına verilecek cevapların tatmin edici olmamasıdır. eğer ilki doğruysa bu durumda ahlaki olan tanrı’dan bağımsız bir anlam kazanır. yani tanrı ahlakın kaynağı değildir. eğer ikinci seçenek doğruysa ahlak keyfi bir hal almaktadır. burada da tanrı ilkece cinayeti ahlaken takdire şayan ilan edebilir ve bu durum da cinayet ahlaka uygun hala gelebilir.
    meta etik ise ahlaki bağlamda doğrunun anlamı nedir sorusu üzerine yoğunlaşır. bu anlamda ahlaki görececiliğe değinmek gerekirse bu kuramın mutlak hiçbir ahlaki olgudan söz edemeyeceğimizi ileri sürdüğünü görürüz. ahlak her zaman içinde yetiştiğimiz topluma göre değişkenlik gösterebilir. örneğin kölelik antik yunan’da ahlaken kabul edilebilir bir durumken günümüzde birçok toplum için kabul edilemezdir. bu durumda antik yunan’da doğru olan günümüzde yanlış olabilmektedir. dolayısıyla mutlak doğru ve mutlak yanlıştan söz edemeyeceğimize göre ahlak yalnızca belirli bir zamanda belirli bir toplumun sahip olduğu değerler bütünü olarak kabul edilmelidir. bu kuramın eleştirisini, tüm ahlaki yargıların göreceli olduğunu iddia ederken bizlerden ahlaki görececilik kuramının kendisinin mutlak doğru olduğuna inanmamızı istemesi oluşturur. bu türden bir görececiliğin hiçbir şekilde hiçbir kuramın mutlak doğru olduğunu savunamaması gerekir.
    hayvanlar konu başlığı altında ise genel itibariyle tartışılan hayvanların acı çekip çekmedikleri ve onların haklara sahip olup olmadıkları meseleleridir. hayvanlar deneyimlerini dile aktarmasalar da fiziksel şiddet görmeleri halinde verdikleri tepkiler acı çektikleri yönündedir. descartes ise bu görüşe katılmaz çünkü ona göre hayvanların ruhu yoktur ve onların görünürdeki acı deneyimleri ancak mekaniklikle açıklanabilir. bu durumda o ayağı kapana kısılan bir köpeğin iniltisini alarmı olan bir makinenin çalmasından farksız görür. sonuç olarak da bir insanın vücudunun denek olarak kullanılmasını insan ruhu bunun sonucunda büyük ıstıraplar çekebileceği için ahlaken bir zorbalık olarak görürken aynı durumun hayvanlar üzerinde uygulanmasında ahlaki bir yanlış görmez.
    bazı düşünürlere göre ise hayvanların yasalarca kabul edilmesi gereken söz gelimi şiddet görmeme gibi ahlaki haklara sahip olması gerekir. buna eleştiri olarak öne sürülen düşünce ise hakların görevleri gerekli kıldığı düşüncesidir. hayvanlar haklarla birlikte gelen sorumlulukları üstlenmeye uygun olmadıklarından ahlaki haklara sahip olamazlar. zira hak karamı yalnızca diğerlerine olan görevlerimizi kabul edebildiğimiz ve de onları yerine getirebildiğimiz bir insan dünyasında anlama sahiptir. bu görüş, insanların görevlere sahip olma kapasitesi olmadığı halde haklara sahip olabildiği şeklinde eleştirilir. örneğin bitkisel hayattaki bir insan ya da henüz konuşmaya başlamamış bir çocuk haklara sahiptir. öyleyse hayvanların da haklara sahip olması mümkündür.
    sıradaki bölüm olan siyaset başta eşitlik ve özgürlük olmak üzere içerisinde birçok konuyu barındırır. eşitlik konusunda öne çıkan temel mesele paranın eşit dağıtılmasının faydacı bir temelde mutluluğu en üst seviyeye çıkarıp çıkaramayacağı tartışmasıdır. bu tartışmada genel kanı paranın eşit dağıtılmasının uzun vadede gerçekleşebilecek bir şey olmadığı yönündedir. çünkü insanlar paralarını farklı şekillerde kullanacaklardır. akıllı, düzenbaz ya da güçlü olan güçsüz ve cahil olanın parasının üstüne konacaktır. bazıları israf ederken bazıları biriktirecektir. bunu engellemenin yolu tepeden gelen zoraki bir müdahale ile olabilir. bu durum da insanların yaşamını hoş olmayan bir şekilde ihlal etmek ve özgürlüklerini sınırlamak anlamına gelecektir. bir diğer eleştiri de farklı insanların yaptıkları işin mahiyetine ve topluma sağladıkları katkıya göre finansal olarak farklı şekilde ödüllendirilmesi gerektiğidir.
    özgürlük konusuna gelince bir baskı ya da müdahalenin olmaması durumu özgürlük olarak tanımlanabilir. müdahale ise diğer insanların sizi belirli bir biçimde davranmaya zorlaması ya da belirli bir biçimde davranmanıza engel olmasıdır. eğer hiç kimse sizi bir şey yapmaktan etkin bir biçimde alıkoymuyorsa bu anlamda özgürsünüz demektir. bu minvalde hükümetlerin büyük bir çoğunluğu bireylerin özgürlüğünü kısıtlar çünkü toplumun tüm üyeleri korunmalıdır. birçok liberal siyaset filozofu hiçbir kimseye zarar vermemesi şartıyla hükümetlerin müdahale edemeyeceği bireye ait kutsal ve dokunulmaz bir özgürlük alanı olduğuna inanır. örneğin john stuart mill hiç kimse zarar görmediği müddetçe bireylerin kendi yaşam deneyimlerini sürdürmesine devlet müdahalesi olmadan izin verilmesi gerektiğini savunur. bu düşüncenin eleştirisini pratikte neyin başka insanlara zarar vermek olarak görüleceğine karar vermenin zor olduğu düşüncesi oluşturur. örneğin burada zarar vermekten kasıt insanların duygularına da zarar vermeyi kapsar mı? eğer kapsarsa bu durumda her türden yaşam deneyi birçok sayıda insanı gücendirebileceğinden yasaklanması gerekir. mesela aşırı namuslu bir aile, kapı komşuları olan doğacı çiftin hiçbir zaman kıyafet giymemesinden rahatsız olabilir. bu durumda her iki ailede başkalarının yaşam tarzlarından zarar görmüş konumda olabilir. burada mill, gücenmenin veya rahatsız olmanın ciddi bir zarar olmadığına inansa da rahatsız olmak ile zarar görmek arasına bir çizgi çekmek kolay olmayabilir. zira birçok insan için dinine küfredilmesi fiziksel olarak yaralanmaktan daha fazla zarar vericidir.
    görünüş ve gerçeklik üst başlığı altında ele alınan konular arasında ise idealizmi ele alırsak onun duygusal girdileri dünyaya ilişkin deneyimimizin temel malzemesi olarak aldığını görürüz. aslında tüm deneyimimiz dünyanın değil zihinsel temsillerimizin deneyimidir. dış dünyanın var olduğunu söylemek dış dünya bilinemez olduğu için hiçbir gerekçelendirmeye sahip değildir. fiziksel nesneler yalnızca algılandıkları zaman var olurlar. deneyimlerimizin tümü yalnızca fikirlerimizden ibaretse bu durumda gerçeklik ile hayali nasıl ayırt edebiliriz? bu soru idealizme yapılan eleştirinin temelini oluşturur. ayrıca idealizmi eleştirenler onun solipsizme (tek bencilik) yol açtığını iddia ederler. bunun anlamı var olan tek şeyin zihin olduğu ve geri kalan her şeyin birer yaratımdan ibaret olduğudur. bu bir açıdan başka insanların var olmadığı anlamına da geldiğinden eleştirilmiştir.
    kitabın altıncı bölümü olan bilim bölümünde üzerinde durulan konular arasında bilimcilik kavramı bulunmaktadır. bilimcilik bilimin insan hayatı için önemli olan her şeyi açıklayabileceğine kanaat getirmek olarak tanımlanabilir. yani bir şey bilimsel olarak açıklanamıyorsa o hiçbir şekilde açıklanamaz. bu düşünceyi eleştirenler bilimin insana dair her şeyi ifade etmede yeterli olmadığını iddia ederler. örneğin âşık olma deneyimini bir roman yazarı ya da bir şair bir deneyci psikologa göre çok daha iyi ifade edebilir. yine buna benzer olarak dinleyici olarak bir müzik parçasını anlamaya çalışanların, müzikologarın harmoniye ilişkin karmaşık analizlerine ya da psikologların müzik dinlemekten neden hoşlandığımızı açıklamasına genellikle ihtiyaçları yoktur.
    bir sonraki bölümde zihin konusu ele alınır. burada öne çıkan konulardan dualizm düşüncesi fiziksel olmayan zihinsel bir tözün varoluşuna inancı ihtiva eder. bu düşünce temellerini descartes’den aldığından kartezyen dualizm olarak da bilinmektedir. bu düşünceye göre zihin ile beden birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen fakat iki farklı tözdür. zihinsel süreçler bedende değil zihnin bizatihi kendisinde ortaya çıkarlar. yan zihin canlı beyin değildir. zihnin doğasını anlamamıza yardımcı olmaması bu düşünceye yapılan temel eleştirilerden biridir. zira fiziksel olmayan tözün bilimsel olarak soruşturulma imkânı da yoktur. bu anlamda yapılabilecek olan ancak onun dünyaya olan etkilerini inceleyebilmektir. bu durumda zihnin doğasını anlama noktasında yeterli bir veri oluşturmaz.
    kitabın son bölümü olarak sanat konusu ele alınmıştır. burada dikkat çeken kuramlardan anlamlı form kuramına baktığımızda onun tüm gerçek sanat eserlerinin seyirci, dinleyici ya da okuyucuda estetik bir duygu yarattığı varsayımına dayandığını görürüz. estetik duygu diğer duygulardan farklı olarak pratik ilgi ve endişelerle ilgili değildir. anlamlı form ise parçalar arasındaki belirli bir ilişkiye işaret eder. burada bahsedilen sanat eserinin konu edindiği şeyden ziyade onun yapısının ayırt edici özelliğidir. anlamlı form bu bağlamda ancak duyarlı eleştirmenlerin sezgisel olarak tanıyabileceği bir özelliktir. duyarsız eleştirmenler ise bu kabiliyetten yoksundur. bu kurama yöneltilen eleştiri onun çürütülemez olmasıdır. çünkü sezgisel olarak tanımlanabilecek bir özelliğin onu sezgileyen herkes tarafından aynı şekilde tanımlanması ispat edilemez bir durumdur.
  • ahmet arslan'ın duru ve farklı kesimler için ideal kitabı. orta öğretimden itibaren okullarda ek kaynak olarak bile kullanılabilecek düzeyde bir sadelik. karıştırılmaması gereken ise bu sadelik yavanlıktan kaynaklanmıyor. konuya hakimiyetten kaynaklanıyor. bir şeyi ne kadar basitleştirebilirseniz, o kadar hakimsinizdir.

    belirli konu başlıkları çerçevesinde aynı düşünürleri tekrar tekrar ele alarak, aynı zamanda güzel de bir öğretim tekniği izliyor. kitaplıklarınızda mutlaka bulundurulması gereken temel kitaplardan biri. sadece felsefe öğrencileri ve felsefe meraklıları için değil, okuma yeteceğini geliştirmiş herkes için.
hesabın var mı? giriş yap