• kendisine dayatılan yaşamı tercih etmeyip kendi yolunda ilerlemek isteyenlerin, kendine bir yol açmak isteyenlerin yakın dostlarından yalnızca biridir. bilhassa günümüz türkiyesi'nde. yoz medyanın, popüler kültürün, ruhlar üzerine bir karabasan gibi çöküp insanların özgürlüklerini ellerinden almalarına keşke mani olabilseydim. tamamen dışarıdan size dayatılan, seçeneksiz bir yaşam formu. aynı davranış kalıpları, aynı zevk ve beğeniler ve basmakalıp alışkanlıklar zinciri.

    ünsal oskay, "hayatın öznesi olun" derken işte tam da bu sorundan bahsediyordu. evet, büyük ve ivedilikle halledilmesi gereken bir sorun. en son ne zaman nedensiz yere gece gökyüzünde yıldızlara baktınız? ya da hiç tanımadığınız bir çocuğa gülümseyip yanaklarından öptünüz yolda giderken? bunlar ne kadar manasız ve gülünç şeyler öyle değil mi ya? küçük prens hepimizin başucu kitabıdır halbuki, bunu ısrarla dile getirmekten hiç gocunmayız.

    ne zaman ilgili olmayan bir arkadaşıma, tanıdığıma bir caz klasiği, klasik müzik eseri ya da okuyup beğendiğim pek bilinmeyen bir kitap tavsiye etsem aldığım tepkiler genellikle olumludur: ne kadar güzelmiş! güzel, fakat güzelliklerden ne yazık ki bihaber. bulmak içinse çaba sarf ettiğini söylemek pek mümkün değil. dediğim gibi tamamen yeniliklere kapalı, aramaktan vazgeçmiş. atalet göze çarpan en yerleşik olgu...

    yazının tamamı burada: chopin

    (bkz: ricardo castro)
  • romantik müziğin en büyük ustalarından. bestelerinde polonya halk müziği, bach, mozart ve schubert'in klasik geleneğinin atmosferi her zaman hissedilir. chopin, enstrümantal ballade kavramını icat etmiştir ki başlıca piyano eserleri arasında sonatlar, mazurkalar, valsler, nocturünler, polonaisler, impromptular, scherzolar ve prelüdler ile belki de başka hiçbir besteci piyanonun repertuarına bu kadar önemli eser katmamıştır. udiscovermusic'in en iyi chopin besteleri...

    nocturne op. 9 no.2

    nocturünler kısa şiirsel harikalardır. bazen sakin gece manzaraları, bazen şaşırtıcı, gölgeli ve perili gibi görünen eserler. alçalan, yükselen kısacası müziğinde dalgalanan bir eşlikte, iki kusursuz ses etkileşime girer. sesler yalvarır gibi, tartışır, çatışır, umutsuzluğa kapılır ve sonunda uzlaşır gibi görünür.

    piyano sonatı no.2 si bemol minör op.35

    hiç bu kadar özgün ve etkileyici başka bir sonat var mıdır acaba? ateşli ritimleriyle ilk bölüm, ölümle bir diyalog gibidir. devamında baştan çıkarıcı sakinliği ve finalde, ucu bucağı belli olmayan süreğen bir hareketlilik.

    prelüd op.28

    chopin'in prelüdleri düzenli bir sırayla her tuşta adeta birer birer seyahat ederler. parçalar kısadır, bazıları bir dakikadan daha kısadır ancak parçalar o kadar çeşitli icatlarla ve o kadar çok ifade tonuyla doludur ki dinleyicinin ağzını açık bırakır.

    fantaisie in a-flat major op. 61

    1846'da yayınlanan en iyi chopin eserlerindendir. mükemmel bir müzikal romandır, yapısı benzersizdir ve şaşırtıcı bir şekilde duygularınıza adeta bir yumruk indirir. açılışı kulağa özgür ve doğaçlama gelir ki polonaisenin ana bölümünde sonrası hipnoz altında kısmen ninni, kısmen aşk şarkısı, kısmen rüya gibi görünen bir orta bölümle tezat oluşturur.

    sol minör ballade no.1

    chopin, baladlarının ilkini ve en popülerini yarattığında sadece 21 yaşındaydı. oldukça dramatik bir parçadır, balad doğası, dalgalı ritmi ve uzun bükümlü, ozanı andıran melodileriyle tanımlanır.

    barcarolle

    chopin'in barcarolle'u bir venedik gondol şarkısı fikrine dayanmaktadır. hareketli, sallanan bir eşlik ve üçlü ve altıncı basamaklardan oluşan zengin bir italyan melodisi vardır. orta kısım gizemlerle doludur ve fantastik, övgü dolu bir atmosfer bütünü sarar. chopin bunu yazdığında, ölümüne sadece dört yıl kalmıştı ve uzun yıllar tüberküloz hastasıydı. hastalıklı düşünceler parçayı etkilese de etkilemese de, parçalarının toplamından daha fazla olan garip, tarif edilemez bir güzelliğe sahip bir eserdir.

    si minör sonat no.3 op.58

    chopin'in solo piyano eserlerinin en önemlisi, aynı zamanda biçim açısından daha geleneksel çalışmalarından biridir. çalışma dört bölümden oluşur ve tasarımı senfonik, yarı dövüş ve lirik temaları zıtlaştıran dramatik bir açılış hareketi devamında daha yansıtıcı bir orta bölüme sahiptir ki ciddi şekilde hızlı parmak hareketleriyle bir virtüöz patlamalarıyla dolu yoğun, sürükleyici bir finale sahiptir.

    mazurkas op.24

    polonya halk danslarının ritmi ile bestecinin büyülü ve anlaşılması zor bir kombinasyon oluşturan yansıtıcı, şiirsel sesi arasındaki denge ile özellikle bu parçası şahanedir.

    fa minör fantezi

    chopin'in gücünün zirvesinde olduğu 1841 tarihli bu eser, edebi bir başyapıtın yükseltilmiş atmosferleri ve sebep-sonuç ilerlemesini içeren dikkate değer bir eserdir. chopin'in doğaçlama tutkusu özellikle bu parçada derinden hissedilir.

    piyano konçertosu no.1 si minör, op.11

    chopin'in iki piyano konçertosu, henüz 19 yaşındayken bestelenen ilk eserlerdi. tazelikleri, canlılıkları ve melodik yetenekleri büyüleyicidir ki bu özellikleri onları en iyi chopin eserleri arasına sokmaya yetiyor.
  • bu adamın müziğini içten bir şekilde seven bir insanın öküz olma ihtimali sıfırdır.
  • chopin ile ilgili bir hikaye anlatılır; chopin, uzun bir dönem sevgilisiyle birlikte, sevgilisinin evinde kalmis. evin bahçesi büyük ve uçsuz bucaksız ağaçlarla çevriliymiş. chopin’in piyanosu tam camın önündeymiş. bir sonbahar günü yağmur çok yağmış. chopin piyano çalmaktan yorulan ellerini dinlendirmek için ayağa kalktığında, pencereye doğru dönmüş, uzun süre aynı noktaya bakakalmış ve geriye dönüp piyanosuna oturduğunda tek hamlede eksiksiz ve bugün bilindiği gibi “yağmur damlası” prelüdünü bestelemiş..

    klasik müzikte insanları tatmin etmeyen ne idi acaba ki, günümüze geldik? tarihi milyarlarca kez başa alıp yeniden oynatsak, sonuç yine aynı mı olurdu? yazık...

    edit: an itibariyle bu hikayenin külliyen yalan olduğunu öğrenmiş biri olarak bekle beni pentagram geliyorum diyorum.
  • debe editi: çok teşekkürler. bu entrynin debeye gireceğini düşünmemiştim. chopin'in adını duyurmak beni çok mutlu etti. gün içinde chopin'in diğer bazı mektuplarını da bu entryde sizinle paylaşacağım.

    arkadaşına yazdığı mektupta viyana’daki gündelik yaşamını ve içinde bulunduğu ruh halini şöyle anlatmıştır:

    “sevgili jan!

    bu dünyadaki en kararsız yaratık ben olmalıyım. (...) etrafımdaki tüm davetler, konserler ve balolar içimi sıkıyor. kalbim tam bir çöl gibi. istediğim hiçbir şeyi yapamıyorum. dışarıya karşı iyi görünmem gerek. davetlerde çaldığım zaman sakin ve yumuşak çalıyorum ama evde yalnız başıma olduğumda piyano karşısında adeta kükrüyorum. (...) etrafımda beni seven, bana değer veren, beni şımartan, hatta portremi yapan insanlar var. ama iç huzurum olmayınca bunların ne önemi var... kentin en iyi caddelerinden birinde dördüncü katta oturuyorum ama yolda olup bitenleri görmek için pencereden sarkmam gerekiyor. odam büyük, iyi döşenmiş, üç penceresi var. yatak pencerenin tam karşısında duruyor, sağda piyano, solda bir divan var. pencerelerin arasında bir ayna asılı; odanın ortasında büyük bir maun masa var. sabahları beni tahammül edilmez bir aptal uşak uyandırıyor. uyanınca kahvemi getiriyor ama ben hemen piyano çalmaya başladığım için kahvem genellikle soğuyor. saat dokuza doğru almanca öğretmeni geliyor. daha sonra hummel’in oğlu gelip portremi yapmaya başlayana dek piyano çalıyorum. bütün bunlar on ikiye dek sürüyor ve ben bu süre boyunca sabahlıkla dolaşıyorum. saat on iki olduğunda polis olarak görev yapan genç bir alman geliyor ve birlikte yürüyüşe çıkıyoruz. sonra öğle yemeği yiyorum. yemek için ya bir yere davetli oluyorum ya da ‘zur böhmischen köchin’ (bohemyalı aşçı) lokantasına gidiyorum. burada genellikle üniversite öğrencileri toplanıyor. yemekten sonra güzel viyana kahvelerinden birinde, burada çok moda olduğu üzere, kahve içiyorum. (bkz: viyana kahveleri) sonra ziyaretlerimi gerçekleştiriyorum. hava kararırken eve dönüp üstüme başıma çekidüzen veriyorum ve akşam için yeniden çıkıyorum. saat, on ya da on birde, hatta bazen gece yarısından sonra eve dönüyorum. biraz piyano çalıyorum, ağlıyorum, gülüyorum, mumları söndürüp uykuya dalıyorum ve rüyamda daima seni görüyorum.”

    wüst, hans werner, frédéric chopin, briefe und zeitzeugnisse, ein portrait, s. 49-51.

    ekleme 1:

    chopin 12 ağustos tarihli mektubunda ilk büyük başarısını ailesine şöyle aktarıyordu:

    “dün, salı akşamı saat 7’de, saray tiyatrosu sahnesinde kendimi dünyaya tanıttım. bu tip konserler burada ‘müzikal akademi’ olarak adlandırılıyor. konser için bir ücret talep etmediğim için kont gallenberg bu dinletiyi kısa sürede organize edebildi. program şu yapıtlardan oluşuyordu: beethoven’ın bir uvertürü, çeşitlemelerim, bayan weltheim’ın söylediği aryalar, rondom, tekrar aryalar ve kapanışta kısa bir bale. prova sırasında orkestra öyle kötü eşlik etti ki, rondo’yu doğaçlama çalacağım bir parça ile değiştirmeye karar verdim. sahneye çıktığımda salondan ‘bravo’ sesleri yükseldi. her çeşitlemenin ardından kopan alkışlardan orkestrayı duymakta zorlandım. yapıtın sonunda dinmek bilmeyen alkışlar karşısında iki kez daha sahneye çıkıp selam vermek zorunda kaldım. doğaçlama çaldığım parçayı çok da iyi çalmamama rağmen daha büyük alkış aldım. önce la dame blanche operasından bir tema üzerine doğaçlama çaldım, ardından bana önceden söylediği üzere bir polonya ezgisini, hopfen’i seçtim. seyirci bu tarz parçalara hiç alışık olmadığı için salon bir anda elektriklendi. arkadaşlarım ve meslektaşlarım yorumları daha iyi duyabilmek için salonun değişik yerlerine dağılmışlardı. hepsi yalnızca övgü sözcükleri duyduklarına yemin ediyor. kulaklarına gelen en büyük eleştiri bir hanımın ‘ne yazık! delikanlı çok narin çalıyor,’ şeklindeki ifadesi. yoksa duydukları hep övgü dolu yargılar. bir kez bile alkışları arkadaşlarım başlatmamış. gazeteciler de genel olarak beğendiler. belki içlerinden bazıları eleştirecek şeyler bulurlar ama bu genel beğeniyi biraz gölgelemek için hep yapılan bir şey. genel kanı biraz hafif ya da daha çok narin çaldığım yönünde. çünkü burada insanların piyanoyu parçalamaları olağan karşılanıyor. büyük ihtimalle bu eleştiri gazetede de yer alacak. (...) ancak bunun önemi yok. her zaman bir konuda bir ‘ama’ çıkacaktır. benim için kuvvetli çalıyor denmesindense böyle bir eleştiriyi tercih ederim. (...) bugün düne oranla kendimi dört yıl daha deneyimli ve akıllı hissediyorum."

    chopin için yaşamının sonuna dek “yeterince kuvvetli çalmıyor”, “çok narin çalıyor” ya da “çaldıkları salondan duyulmuyor” şeklinde eleştiriler yapılmaya devam edecekti. ama o, mektubunda belirttiği gibi bunu bir eleştiri olarak görmüyordu. piyanodan çıkan seslerin her zaman bu çalgıya ait tınılar olarak kalmasına özen gösterecek, asla kaba ve aşırıya kaçan bir yorumu benimsemeyecekti; bu, belki de onun çalışının en belirgin özelliğiydi. *

    gençken dönemin gazetelerinde adından sıklıkla söz ettirmiştir. bir gazete şu sözlere yer verilmiştir: "önceki gün saygıdeğer bay szope’nin (chopin) evinde geniş bir sanatçı ve müzik dostu bir araya geldi. orada bulunanların ortak kanısı şuydu: genç szope şimdiye dek dinlediğimiz bütün piyanistleri gölgede bırakıyor. o piyanonun paganini’si. yapıtları olağanüstü ve yepyeni fikirlerle dolu.”

    ekleme 2:

    henüz polonya'dan ayrılmadan önce en yakın arkadaşı tytus'a 4 eylül günü yazdığı mektupta içinde bulunduğu karmaşık durumu büyük bir açık yüreklilikle dile getirmişti:

    “yolculuğuma ne zaman başlamam gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. sanki bu kez evden tümüyle ayrılacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum. sanki bu yolculuk beni ölüme götürecek. insanın hep yaşadığı yerlerden uzakta ölmesi ne acı olmalı. son nefesimde en sevdiklerimin yüzü yerine, bir doktorun buz gibi yüzünü ya da yabancı bir hizmetçiyi görmek ne korkunç olurdu. inan bana, bazen oraya gelip senin yanında huzur bulmayı arzuluyorum; sonra, evden çıkıp melankolik duygularla sokaklarda dolaşıyorum ve eve yeniden dönüyorum. neden? daha beter üzülmek için.” birkaç gün sonra, 18 eylül’de, aynı konuda arkadaşına şunları yazacaktı: “gideceğim, ama bu kadar isteksizken nereye gideceğimi bilmiyorum. her neyse, varşova’da kalmaya niyetli değilim. sen de herkes gibi bir aşk hikâyesi yüzünden böyle davranıyorum sanıyorsan, kes bunu.”

    ekleme 3:

    varşova'dan ayrılmadan önce verdiği son konserin ardından, dostlukları iyice gelişen konstancja gadkowska, chopin'in günlüğüne şunları yazmıştı:

    “yabancı diyarlarda seni ülkenden daha çok takdir edebilirler ama bizden daha çok sevemezler.”

    chopin yıllar sonra bu satırların altına şu notu ekleyecekti:

    “daha çok da sevebilirler."
  • piano için yazılabilecek en güzel şeyleri bestelemiş olan, gereksiz yere genç yaşta (39 yaşında) kemik vereminden ölüp giden, (ki bunda george sand'ın kaprislerinin ve ağır hastalığını bile bile adamcağızı nemli nemli yerlere suruklemis olmasının da etkili olduğu rivayet olunur), mezarı paris'te olup, kalbi polonya'ya gömülmüş bulunan (bu rivayet de doğru mudur bilmem) şahane adam, en sevdiğim polonyalı şahsiyet. cenaze marsi, chopin'in bir piyano sonatinin (galiba iki numarali olan) ucuncu bolumudur. normal olarak sonatin bu agir bolumle bitip, dinleyeni husu icinde, dusuncelere gomulmus olarak birakmasini bekliyor insan, ama hayir, chopin bu bolumun arkasindan son derece tempolu, chopin'in alisik oldugumuz o hos melodileri yerine uyumsuz seslerle bezeli, urkutucu bir bolum daha yazmistir; cenaze marsinin arkasindan calindiginda, mezarda curuyen cesedi anlatmak uzere yazilmis gibi gelir insana...
  • 12 yaşında yapmış olduğu beste ispanyanın milli marşıdır.
  • sayrıl bir his kaplıyor içinizi chopin'i dinlerken. içnine kapalı, melankolik bir tınısı vardır bestelerinin. ne zaman dinlesem tarifi imkansız bir boheme ve mutsuzluğa kapılıyorum. genç yaşta ölümü, george sandadıyla bilinen aurore dudevant ile fırtınalı ilişkisi, balzac'la ve daha pek çok edebiyatçıyla dostluğu, ölümünde son sözü mozart'a bırakması ve tüm el yazmalarını yaktırması ile chopin bir dahinin müşahhas büstü olarak yerini koruyacak zihnimde.

    chopin öldüğünde pariste bir mezarlığa gömülür. ertesi gün gazete manşetleri şu şekildedir:
    "doğa bayram yapmaktadır..."
  • kalabalıktan hoşlanmayan, çocukları çok seven, ümitsizliği en büyük eğlence kaynağı olarak gören bu dahi müzisyeni ilk keşfeden franz liszt olmuştu. 1838'de esas adı aurore dudevant olan george sand ile tanıştı. chopin ne kadar içine kapanık bir besteci ise, sand o kadar dışa dönük ve konuşkandı. tüm hayatını chopin'in bozulmaya yüz tutan sağlığına ve bakımına adayacağını söylemişti. dokuz yıl sonra sand, chopin'in günden güne kötüye giden sağlığına dayanamayacağını anlayıp ondan ayrıldı. kısa bir süre sonra ortak bir dostlarının evinde karşılaştıklarında ise gözünden yaşlar boşanan sand' e karşılık chopin şunları dile getirdi;

    - artık gözyaşının da benim için bir kıymeti kalmadı.çünkü george sand'in ağladığını gördüm ki onun yaptığı her iş sahtedir.

    ve son zamanlarını geçirdiği fransa'da çoğu kimse tarafından karamsar parçalar yazdığı için tenkit edilen, bir zamanlar alkışlarken şimdi konserlerine gitmemek için bahaneler üreten dinleyicilerine karşı bir gün anlaşılacağı ümidini hiç kaybetmedi. eserleri aslında ümitsizliğin içindeki ümitti.

    "ben gittikten sonra biraz müzik çalın. sizi öbür dünyadan dinleyeceğim" ise son sözleri oldu.
  • tam vaftiz adı "fryderyk francizcek chopin" olan ve 1810 ila 1849 yılları arasında yaşamış polonyalı piyano virtüözü ve bestecisi.

    tüm yaşamı boyunca sağlık sorunlarıyla boğuşmuş, belki de bu sebeple, nahif ama zarif olan yapısı piyano tekniğine ve bestelerine yansımıştır.

    bu durum, yaşadığı dönemde çoğu zaman müzik eleştirmenleri tarafından piyano "sound"unun güçsüz kalması nedeniyle kritik edilmiştir.

    büyük konser salonlarında çalmaktan her zaman endişe duymuş, paris aristokratlarına "dost meclisi" diyebileceğimiz salonlarda çalmaktan daha çok keyif almıştır.

    halka açık yalnızca otuz resital vermiştir. bu resitaller öncesinde yaşadığı endişeyi ise kendi eserleri yerine büyük hayranlık beslediği johann sebastian bach eserlerine çalışarak yatıştırmıştır.

    yine bu dost meclislerinden birinde uzun yıllar çalkantılı bir ilişki yaşayacağı yazar george sand ile tanışmıştır.

    bozuk olan sağlığı sebebiyle doktorların tavsiyesi üzerine george sand ile birlikte mallorca, marsilya ve nohant kentlerinde vakit geçirmiş, en üretken dönemlerini bu kentlerde yaşamıştır.

    yaşamı boyunca eserlerinde daha çok solo piyanoya yönelmiş, eski hocasının ve aile fertlerinin baskılarına rağmen opera bestelememiştir.

    son yıllarını ülkesine olan özlemle geçirmiştir. vasiyeti üzerine bir kupa içerisine yerleştirilen kalbi paris'ten varşova'ya götürülerek buradaki önemli bir kilisenin sütunlarından birinin altına yerleştirilmiştir.

    kendisinin en sevdiğim valslerinden olan "waltz in c# minor, op. 64, no.2"nin khatia buniatishvili yorumu bizi adeta george sand ile nohant'ta kaldıkları evin avlusuna götürür, buniatishvili'nin kusursuz ve zarif tekniği gözlerimizi kapattığımızda chopin'in dokunduğu pleyel marka piyanodan çıkan notaları duyuyormuşuz gibi hissettirir.

    op.64, no.2

    aydın büke tarafından roman tadında yazılmış olan ve can yayınlarından çıkan "chopin - tuşlara adanmış bir yaşam" isimli biyografi sanatçı hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak amacıyla okunabilir.
hesabın var mı? giriş yap