• şuan ülkenin halini iş bulamayışlarımı, ben değil ama deneyimi olan veya üniversite mezunu olan insanlara asgari ücret teklif etmelerini gördükce romanı hüzünle anımsıyorum.
  • cebimde çok az para varken aldığım bu kitabı daha okumaya başlamadan kitaplığımdan çalmışlar, çalmışlar diyorum çünkü ordan uçacak hali yok diye düşünüyorum. okuyunca hüzünlenilen bir kitabı okuyamadan hüzünlendim bak.
    tanım: john steinbeck'e ait şaheser kitap.
  • her sayfa çevirişinizde oki'lerin kapitalizm karşısındaki çaresizliğine ve öfkesine tanık oluyorsunuz hatta onlardan biri oluyorsunuz durup kendi hayatınızda unutmadığınız çaresizlik anlarıyla eşleştiriyorsunuz. sayfa çevirmek zorlaşıyor sonlara doğru sefalet ve çaresizlik boğazınıza düğümleniyor.

    edebi olarak çok etkileyici ve gerçek bir kitap. büyük buhranda bu hikayenin bir benzerini hatta daha acılarını yaşayan onbinlerce yüzbinlerce aile oldu. sadece bir dönem romanı değil insanı kendini sorgulamaya iten bir tarafı var. steinbeck , güçlünün doymak bilmeyen para istencini ve bunun doğal sonucu olan acımasızlığını, güçsüzün korkaklığını ya da korkak olduğu için güçsüzlüğünü, joad ailesinin ikibin millik göç yolculuğuna öyle güzel işlenmiş ki okurken çaresizlikten gözlerimin dolduğu çok oldu.

    teşekkürler steinbeck uzun zaman olmuştu bu kadar güzel bir kitap okumayalı. yukarıda başka arkadaşlar da yazmışlar ama aşağıdaki pasaj beni çok etkiledi.

    --- spoiler ---

    "ileri adım atarken geri kayabilir insan, ama ancak yarım adım kayar, asla bir adım değil. bunu böylece söyleyin ve bilin. evet bilin. çarşıya kara uçaklardan bombalar yağdığı, tutuklular domuz gibi üst üste tıkıştırıldığı, ezilmiş gövdeler akıp toprağa karıştığı sürece bunu böyle bilin. eğer adım atılmasaydı, ileri doğru sendelemenin verdiği sancı hala duyulmasaydı, bombalar düşmeyecek, boğazlar kesilmeyecekti diye bilin. bombalayanlar sağ oldukları halde bombalamazlarsa korkun asıl. çünkü atılan her bomba, ruhun ölmediğinin kanıtıdır. mülk sahipleri yaşıyor da grevler durmuşsa, o zaman korkun. çünkü, her bastırılan grev, bir adım atıldığının işaretidir. ve şunu bilin ki, insanoğlu bir kavram yüzünden acı çekip ölmüyorsa, o zaman korkmamız gerekir. çünkü, bu nitelik insanoğlunun var oluşunun temelini oluşturur, bu nitelik evrende benzeri olmayan insanın ta kendisidir."
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---

    bazen yapılan fedakarlıkların aslında iyiliğe uzanan yol olduğunu kanıtlayan kitaplardandır.
  • john steinbeck'in amerika'nın 1930'lu yıllarda yaşadığı ekonomik krizi realist bir bakış açısı ile ele aldığı ve etkileyici bir dille yazdığı romandır. eser dünya klasikleri listesinde yer almakta olup, aynı zamanda pulitzer ödülü de kazanmıştır. aynı zamanda le monde’nin yüzyılın yüz kitabı listesinde de yer almaktadır.

    kitap 1929 ekonomik buhranı döneminde joad ailesi üzerinden amerikanın koşullarını anlatmaktadır. bankalar ve tüccarlar tarafından aldatılmaları sonucunda evlerin koparılan küçük toprak sahiplerinin yaşadıkları açlık, yoksulluk ve bununla mücadelelerini işlemektedir. bunu da 1930’larda milyonlarca insanın yeni bir yaşam kurmak üzere kaliforniya’ya göçmesini ve bu insanların topraktan vahşi kapitalizm ortasına düşmelerinden dolayı hayatlarının vahşi kapitalizm ekseninde evirilişini gözler önüne sererek anlatmaktadır.

    kitabın sonu o kadar etkileyicidir ki insanın gözünden yaş getirebilen nadir eserlerdendir.

    kitabın aynı zamanda filmi de çekilmiştir. filmi de kitap kadar başarılıdır. filmi aynı zamanda oscar ödülü almıştır.
  • kitabın güzelliğini anlatacak bir kelime arıyorum ama bulamıyorum. muhteşem bir john steinbeck romanı diyelim.

    buradan sonrasını farklı örneklerle yorumlamaya çalışacağım. çünkü steinbeck bu romanı yazdığında, joad'ların dramatik hikayesini okumamızı istemiyor. steinbeck bizden, köylerinde dansların edildiği, başakların altında aşıkların sevişip uzandığı, başlarını sokabilecekleri evleri olan binlerce joad ailesini oki'ye çeviren sistemi sorgulamamızı istiyor.

    dilim döndüğünce yorumlayacağım. tabi adamakıllı bir parça et yedikten sonra. bir koklasanız, ömrünüzde bu kadar güzel kokan bir et görmemişsinizdir. yanında biraz da ılık sütüm var. bugün dükkan ekmeği bile aldım. anne'ye, rozaşarn'a karşı mahçupum. inşallah beni bir yerlerden izleyip kızmıyorsunuzdur.

    tarih 24 ekim 1929. dünya, tarihinin en büyük kriziyle karşı karşıyadır. wall street'te binlerce insan, ellerinde hisse senetleri ile tedirgin, ne olduğunu anlamaya çalışıyordur. bu süreç, binlerce bankanın iflas etmesiyle, milyonlarca insanın bir anda servetini kaybetmesiyle, işsiz kalmasıyla, intiharlarla sonuçlanacaktır.

    bu krizin joad ve joadlar gibi onbinlerce çiftçi ailesine etkisi, bankaların, büyük tarım şirketlerinin mallarına el koymasıyla gerçekleşti. 1920'lerde refah içerisinde yaşayan amerikan halkı, birçok teknolojik gelişmelerin ve hiç sonu gelmeyeceğini düşündükleri üretimin karşısında duramadı. tüketim artmıştı çünkü üretim artmıştı.

    bu dönemde, büyük bir illüzyon baş gösterdi. "borçlanma ve taksit ile ödeme" insanlar, bir otomobile sahip olabiliyorlardı. borçlanarak veya taksitle ödeme yaparak buna ulaşabilmekle yeni yeni tanışan insanlar, elde edebilecekleri çoğu şeye borçlanarak ulaşmaya başladılar.

    "cebimden para çıkmıyor ama elimde yepyeni bir radyo var. borçlanmak harika" söylemleri yayılıyordu. elbette insanlar sadece lüks için borçlanmıyordu. kuraklık nedeniyle o dönemi kurtaramayan insanlar, bankaların eline düşmüştü. bu salgın, onbinlerce aileyi sürgün edecek bir sürecin fragmanıydı. ekim 1929'dan sonra ise süreç tam anlamıyla başlayacaktı.

    büyük bankalar, çiftçilerin mallarına borçlarına karşılık el koydular. bu dönemin en kötü özelliği ise fiyatlar konusuydu. üretim çok fazlaydı ve fiyatlar düşüktü. insan hayatına zerre kadar değer vermeyen, kötülükle dolu bu şeytani takımın tek bir tanrısı vardı.

    "kâr"

    kar edemedikleri için, yüzbinlerce ton ürünü denizlere döktüler. gömdüler ya da bozulmaları için depolara kaldırdılar. piyasada arz'ı azaltıp fiyatları arttırırken, milyonlarca insan sefaletin koynunda yatıyordu. işte joad gibi mallarına el konulmuş onbinlerce ailenin, daha sonra kendilerine "oki" denilecek onbinlerce onurlu insanın umutla, "beyaz bir evimiz olacak, tavuk ve domuz yetiştireceğiz, üzümlerden kusana kadar yiyeceğiz" diye yola çıktıklarında durum böyleydi.

    toprağını terk eden bir insan için ufukta ne vardır? belirsizlik, kaygı ve umut. steinbeck, bu üç duyguyu bu kitaba öyle işlemiştir ki belirsizliğe çıkılan yolda kaygılardan tırnaklarınızı yerken zaman zaman umutla dolarsınız.

    roman, tom joad'ın hiçbir şeyden habersiz hapisten çıkışıyla başlıyor. siz de okumaya başladığınızda, aynı tom gibi olanlardan habersizsiniz. buradan sonra, yaşanan yıkımı doz doz veriyor. kitabın bu şekilde yazılması aslında krizin de aşama aşama ve gittikçe kötüleştiğini çok güzel bir şekilde ifade ediyor.

    kriz döneminde milyonlarca erkek işsiz kalmıştır. erkekler buhranlarla, fiziksel ve mental yıkımlarla harap olmuşlardır. bu nedenle toplumda kadınların rolü artmaya başlamıştır. kadınların hemen her konuda fikir beyan ettiği ve sorumluluk aldığı bir dönemdir.

    kitaptaki anne karakteri bu durumu anlatmaktadır. romanda anne, erkeklerine umut veren, onları cesaretlendiren, ortalığı toparlayan bir karakter olarak canlandırılmış. tom joad'ın babasına "ana eskiden böyle değildi, daha sakindi" sözü dönemin kadınlar açısından etkisini anlatırken, babasının tepkisizliği ve öylesine birkaç cümle söylemesi dönemin erkeklerinin de durumunu anlatıyor. betimlemeler muhteşem.

    krizlerin insan psikolojisine etkisi böyledir. bir erkek için en kötü his "işe yaramayan biri" gibi hissetmektir. bu romanda hem tom, hem baba, en baskın şekilde amcaları ve diğer tüm erkekler bu duyguyla boğuşmaktadır. bir çıkış yolu arıyorlar ancak bulamıyorlar.

    yazar, erkeklerin durumunu kitapta çok iyi anlatıyor. kendinizi o çaresizliğin içinde hissediyorsunuz. peki, çaresiz ve işe yaramaz hisseden erkeklerin içinde büyüyen filiz nedir?

    tabii ki "öfke".

    yola çıkarken var olan umut, zamanla yerini çaresizliğe, umutsuzluğa ve nihayetinse öfkeye bırakıyor. yazar, yolculuk sırasında umudun öfkeye evrilişini, cümlelerin arasına büyük bir ustalıkla yedirmiş. o beyaz evlerde tavukların koşacağını hayal eden okur, romanın ortalarında polisleri, bankacıları, zalim çiftçileri katletmenin planlarını yapıyor.

    çok uzattım. anlatacak çok şey var ancak sıkıcı anlattığım için zaten buralara kadar okuyan pek olmayacak. o nedenle şöye bitireyim.

    john steinbeck, bu muhteşem romanında o dönemi ve sistemi anlatıyor, eleştiriyor ve en büyük eleştiriyi okura bırakıyor. birçoklarının kalbinde devrim ateşini yakmış bir roman olduğuna eminim. zira sizi tam bir kapitalizm düşmanı yapabilecek bir kitap.

    kitabın sonu ise, bu dönemi, süreci, o yolculuğu, sefaleti kısacası her şeyi özetleyen muhteşem bir sahne ile bitiyor. yazar, kitabın duygusal olarak en çok yıpranan ama hep "sus artık, ağlama" denen karakteri rozaşarn'a bu sahnede başrol vererek hem rozaşarn'ı ödüllendiriyor hem de bu sefaleti özetliyor. sırf bu sahne için bile okunmalıdır bana göre.

    edit: imla
  • sanayileşme ve büyük buhran sonrası yerlerinden yurtlarından sürülmüş mevsimlik işçilerini konu edinen muhteşem john steinbeck romanı. roman boyunca yoksulluğun, parasızlığın ne denli yıpratıcı olduğunu okursunuz. evi çekip çeviren ana'nın üzerindek yük sırtınıza binmiş gibidir. şu sözlerle haykırır içini: "ben üzeri deri kaplı bir ızdırap yığınıyım." bu cümle beni epey sarsmıştı.
    kıt kanaat yaşamanın, idare etmenin, karın tokluğuna çalışmanın ve tüm bunlara rağmen umudun kitabıdır gazap üzümleri. aile ordan oraya sürüklenir. filanca yerde iş varmış diye bir umut yola koyulurlar çok az benzinle. ve sürekli arıza veren kırık dökük arabayla...
    steinbeck'in çocukluğunda ve gençliğinin ilk yıllarında tarlalarda, çiftliklerde çalıştığını biliyorum. bu yüzden bu tür yaşam süren insanların arasından gelerek onların tam olarak fotoğrafını çeken bir yazar kitaplarında. güzel kitaptır bittiğinde bir parça hüzün bırakır...

    edit: imla kuralları
  • üniversite yıllarımdi. tatilde memleketime giderken otobüste 8 saat boyunca okumuştum. nerdeyse bitmek üzereydi. yanimda oturan adam afallamiştı resmen.
  • lisede okumuştum. akıcı, kolay anlaşılan bir dili vardı john steinbeck'in diğer kitapları gibi. ancak konuyu hiç hatırlayamıyorum.

    ps: bu da böyle bir anımdır.
  • güçlü söylemlere sahip, insanın dünya görüşünü ve emeğe bakışını derinden etkileyen bir başyapıt.
    "insanlar daha yaşamadan, cennet umudunu ne yapsın? kendi ruhları yerde sürünürken kutsal ruhu ne yapsınlar? yardıma ihtiyaçları olacak. ölmeye sıra gelmeden yaşamaları şart."

    "bir ayaklanma çıktığı an topraklarını kaybedecek olan büyük mal sahipleri, tarih okuma olanağına da sahipler: mal birkaç kişinin elinde birikti mi, koparılıp alınır. bir de onun gölgesinde duran ikinci gerçek: halkın çoğu aç ve çıplaksa, ihtiyaç duydukları şeyleri zorla alırlar. sonra bir de, tarihin her sayfasından avaz avaz haykıran bir gerçek: baskı ancak baskı altındakilerin güçlenmesine ve birleşmesine yarar. ama büyük mal sahipleri tarihin bu üç çığlığına hiç aldırış etmiyorlar."
hesabın var mı? giriş yap