• evde birşey ararken ,hiç aklınızda yokken evin olmadık bir köşesinde elinize geçen,aranızdan ayrılan ,şimdi cennette olan babanızın gömleğini gözyaşları içinde derin derin kokladığınız zaman duyduğunuz koku.seni çok özledim baba... :((
  • puro kokusu aldım bugün.
    bugüne kadar pek çok kez duyumsamış olmama rağmen bu kokuyu, sanırım aynı puroydu ki beni aldı götürdü:
    yıl 1996. yaş 15. yer ortaköy. götüme puro soktular... yok yok...
    bir meyhanede çalışıyorum, o yaşta biri ne kadar çalışabilirse. hep yaşlılar ya da yaşını belli etmeyen beylerin hanımların geldiği, iki katlı küçük bir yer. halen var mı bilmiyorum. 3'te paydos. son temizlik. kalan yemeklerden ayırdıklarımızı yemece. garson abiler kasa yapıyor, sonra patronun hep oturduğu masaya bütün paralar yığılıyor. alayı 5'lik. iki kucak dolusu para. bana sesleniyorlar. gel bakalım diyorlar, seç içinden iki tane. yanaşıyorum ıslak ellerimle, iki tane 5lik alıyorum, masada koca bir cam küllük, küllükte o puro. tütüyor. burnuma doğru tütüyor... ezginin günlüğü çalıyor, ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi.... uzaklaşıyorum beşlik masadan, temizliğe devam. sonra bana tamam hadi sen git diyorlar. çıkıyorum. burnumda hep aynı masanın hep aynı köşesinde tüten hep aynı puronun hep aynı aroması... ortaköyden beşiktaşa yürüyorum. üsküdar motoruna biniyorum. dolsun da kalksak diye bekliyorum. motor kalkıyor. insanlar sigara yakıyor. benim burnumda puronun kokusu. üstüme sinmiş rakı kokusunu bastırıyor. sonra biri gelip para topluyor. hava soğuk, motor küçük, bata çıka üsküdara varıyoruz. iniyoruz, sağa sola dağılıyoruz, puro kokusu dağılmıyor....
    ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi, köpeklerden sıyrılıp eve yürüyorum, evde kimse yok. normal, çünkü ben bir meyhanede çalışıyorum.
  • (bkz: rebul) (bkz: old spice) (bkz: first class) (bkz: madigan) (bkz: ari mayali silgi)
  • rahmetli babaannem büyüttü beni. üstümde çok emeği vardır. kendi deyişiyle beni bir doğurmadığı kalmıştır. haklıdır da. onu nasıl sevdiğimi, özlediğimi, onu kaybettikten sonra onunla daha fazla vakit geçirmediğim için duyduğum pişmanlığı, balkan savaşında selanik’ten nasıl kaçtıklarını, 6-7 eylül olaylarında rum komşularını nasıl evlerinde sakladıklarını, dedemle kapalıçarşı’daki çukur muhallebicide gizli gizli buluşmalarını, 1950’lerin kumkapı’sını, ikinci dünya savaşı yıllarını, eski istanbul’u, pera’yı, balıkçıları, meyhaneleri, adab-ı muaşeretten nasibini almış, yüce gönüllü, güzel insanların hikayelerini bizzat ondan, yeniden dinleyebilmek için duyduğum arzuyu tarif edebileceğimi sanmıyorum.

    işsizdim. uzunca bir süre iş bulamamıştım. geç vakitlere kadar oturuyor, sabahları da geç uyanıyordum haliyle. babaannem erkenden uyanırdı. elini yüzünü yıkadığı gibi hemen mutfağa girip çay suyu koyar, sonra hiç vakit kaybetmeden akşam yemeğine girişirdi. akşam yemeğinde sebze mi, bakliyat mı ne pişecekse tam tekmil ateşe konmuş olurdu çay demlenene kadar. sonra da oturup kahvaltısını ederdi. uyandığımda kesif bir yemek kokusu olurdu evin içinde. bilhassa kavrulmuş soğan ve salça kokusu.

    bir gün, “babaanne sabahın köründe ne zorun var taa akşam yenecek yemeği pişiriyorsun? kahvaltını et, akşama bir dünya vakit var, bir ara yaparsın” dedim. “ben böyle alıştım, altmış senedir sabah kalkar kalkmaz yemeği ateşe koyarım, annemden de böyle gördüm” dedi. nedenini sordum, kurcaladım biraz. meğer hiç tahmin etmediğim bir sebebi varmış. öğle vakti aniden hesapta olmayan bir misafir gelirse önüne koyacak bir kap yemek olsunmuş. misafiri öyle karnını doyurmadan, kuru kuruya ağırlamak ayıpmış, yakışmazmış. hiçbir şey diyemedim. yıllar yılı öğle vakti çat kapı misafir gelmedi hiç. fakat babaannem her sabah, allahın her sabahı erkenden yemek pişirmeye devam etti.

    birkaç yıl sonra evlendim. başka bir ev, başka eşyalar, iki kişilik başka bir dünya. iş değiştirdim, çocuğum oldu derken türlü mücadeleler içinde buldum kendimi. çoğu insanın tecrübe ettiği yepyeni bir düzen işte. önceliklerin değiştiği, sorumlulukların arttığı, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı bir hayatın içinde var olma güdüsüyle hareket etme geleneği. bütün canlılarda mekanizma üç aşağı beş yukarı aynı sanırım.

    bu hengamenin içinde bir gün babaannemi hastaneye yatırdıkları haberini aldım. koşa koşa gittim hemen. akciğer kanseri teşhisi koymuşlar. iki gün sonra taburcu ettiler. halamın evine götürdüler babaannemi. hafta sonu ziyarete gittim. çok zayıflamıştı. elmacık kemikleri iyice belirginleşmiş, bilekleri incecik kalmıştı. o masmavi gözlerinin canlılığı, parlaklığı, rengi solmuş gibiydi. ağlamaktan helak olduğumu gördü ona belli etmek istemesem de. yanaklarından öptüm. bir yaşındaki oğlumu kucakladığım gibi havaya kaldırdım “bak babaanne sana oğlumu getirdim” dedim. o haliyle şakalar yapıp güldürmeye çalıştı oğlumu.

    iki hafta sonra tekrar hastaneye yatırdılar nefes darlığı sebebiyle. kardeşimle birlikte görmeye gittik. çok iyiydi. halamın evindeki halinden kat be kat iyiydi. konuştuk, şakalaştık, güldük. kardeşimle tedirgin gittiğimiz hastaneden güle oynaya döndük. babaannem bunu da atlatmıştı ne de olsa. ertesi gün tekrar taburcu etmişler. yine halamlara götürüp yatağına yatırmışlar. aradan üç dört gün geçti. babam aradı akşam vakti, “babaanneni kaybettik oğlum” dedi. buz gibi oldum. hiç beklemediğim bir andı. bu olay çok sarstı beni. aylarca kendime gelemedim. içimdeki o hazin sızıyla yaşamaya alışmak hiç kolay olmadı.

    uzun zaman geçti. annemler bize geleceklerdi. pazar günü olduğu için öğlene doğru uyandım. yatak odasından mutfağa doğru yürürken yüzüme vuran kavrulmuş soğan ve salça kokusuyla dizlerimin bağı çözüldü. sabahları bu kokuyla uyanmayalı yıllar olmuştu. mutfağın kapısını açınca babaannemi ocağın başında görecektim sanki. her zamanki gibi “öğlen oldu be çocuğum, melaikelerin kanatları yoruldu” diyecekti. sofra kurulunca melekler kanatlarını gerermiş sofraya. o yüzden sofra bekletilmezmiş, günahmış. melekler yorulmasınlar diye bir an evvel yiyip kalkmak lazım gelirmiş. çocukluğumdan beri kaç defa duydum bunu kim bilir?

    mutfağa girdiğimde ocağın başında eşimi gördüm. “günaydın, ne yapıyorsun bu saatte?” dedim. “yemek yapıyorum, annemler gelecek ya” dedi. kahvaltı sofrası hazırdı, oturdum. bir parça ekmekle bir lokma peynir attım ağzıma. beni darmadağın eden kokuyla hatıralara boğuluyordum. güzeller güzeli babaannemin sesi kulaklarımda uğulduyordu. gözlerim bulutlandı önce. boğazımda bir ağrı peyda oldu. sicim gibi yaşlar ağır ağır süzülmeye başladı yanaklarımdan. sonra iyice koyverdim kendimi. çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağladım. ekmekle peynir ağzımdan düştü ağlarken. yerden alıp üç kere öpüp başıma koydum. babaannem görse “aferin oğlum” derdi.
  • elma kokulu sabun.
    henüz 14 yaşında bir çocuğa uzaklığı ve gurbeti;
    bir yatılı okul yatakhanesinin soğukluğunu, ranzaları, hatırlatandır.
    koku o çocuğun burnuna ne zaman çalınsa, irkilir.
    yalınayak yere basılamayan soğuk beton zemin aklına gelir. beyazın en kötüsü, böyle yerlerde yataklara serilen çarşaf ve nevresimlerdir. onu hatırlar.
    çocuk değildir artık ama o sabun elma elma koktukça kaçar.

    ihtimal ki küçük imalathanelerde yapılmış o şekilsiz zeytinyağlı sabunlara düşkünlüğü bundan.
    sabun sabunluğunu bilmeli, sabun kokmalıdır.
    elma da elmalığını...
  • ne eski bir resme bakmak, ne içine sizin için yazdığı bir şarkıyı söyleyip kaydettiği kasetten sesini duymak ne de terkederken odanızda unuttuğu kazağına dokunmak size onu anımsatabilir kalabalık bir minibüsün içinde haydarpaşa'da demirlemiş paslı trenleri izlerken arkanızda duran kadının teninden yayılıp nefesinize karışan parfümünün kokusu kadar...
  • o eski mahalle bakkallarina sinen deterjan-sabun-$ekerli sakiz kari$imi bi koku vardir. i$te bu nostaljik koku, $imdilerde sadece koy* bakkallarinda mevcuttur.
  • icabında pide kokusu bile olur paşam.
    kiminle yediğine bakar.
  • febreze'nin black vanilla oda spreyi. adını bir türlü hatırlayamadığım bir parfüme çok benziyor kokusu. o parfümü kullanan birini hatırlıyorum her seferinde.

    doğru düzgün vedalaşamadığımız için, arada oda spreyini bileğime biraz sıkıp koklardım. bunu kaçınılmaz bir geçmişle yüzleşip yoluma devam etme ritüeli olarak yaptığımı düşünürdüm. sonra bir gün, o insanın yüzünü bile hatırlamadığımı farkettim. koku güzeldi sadece, hayat da bazen çok basitti.
  • beyaz zambak kolonyası kokusu.

    anneannemi hatırlatıyor. hem üzülüp hem mutlu oluyorum duyduğumda, çok özlüyorum.
hesabın var mı? giriş yap