• --- spoiler ---

    -bana gelince, ben tek şeye inanırım.
    +neye?
    -er geç güzel bir sabah vakti öleceğime.
    +ben sizden bir adım ilerideyim öyleyse. sizinkinin yanı sıra bir inancım daha var, o da şu: korkunç bir akşamüstü doğmak mutsuzluğuna uğramıştım.
    --- spoiler ---
  • kısa bir roman olmasına rağmen okurken çok bunalmıştım. romanın adında bir kahramandan bahsediyor, ama bunun daha çok hayatı anlatılan yolcu anlamında kullanıldığını düşünüyorum çünkü peçorin gerçekte bir anti-kahraman. beni rahatsız eden de bu; anti-kahramanlar genellikle insanların olmayı düşledikleri türden kişiler değildir ama peçorin fazlasıyla özendirdi savrulan hayatına.
  • rus edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan lermontov'un tek romanı.

    inceleme öncesi giriş notu: bu incelemeyi okumak yerine izlemeyi tercih ediyorum diyenler için:
    https://youtu.be/ggjryfykuos

    bir anti-kahramandır peçorin, atsan atılmaz, satsan satılmaz, sevsen sevilmez. ne yakın hissedebilirsin kendini ne de uzak. bir parça sendendir bir parça da çok çok uzaklardan. yani sizin anlayacağınız bir acayip ademoğludur peçorin.

    peçorin bir duygu katilidir. yalnızca egosuyla ve aklıyla hareket eder. insanları küçümser fakat bu kendini de küçümsediğindendir. bakıldığında para pul, mevki, kadınların ilgisi, yani bir insanın isteyebileceği neredeyse her şeye sahiptir ama sahip olmadığı tek şey mutluluktur fakat o mutlu olmak da istemez. anlattığımı biraz da alıntılarla destekleyelim:

    "bazan kendimi çok küçük görüyorum... belki de başkalarını küçümsemem bu yüzdendir. soylu davranışlarda bulunamıyorum. kendi gözümde gülünç olmaktan korkuyorum."

    peçorin'in en büyük derdi kadınlardır. cazibesiyle ve kadın kimyasını çözmüş olması sayesinde bekar prensesten, evli kadınlara kadar hemen hemen istediği tüm kadınları kendine aşık eder ama o bağlanmaz. yalnızca kendine aşık edip karşısındakinin duygularını gün gelir çöp kutusuna atar.

    "benim yerimde başka birisi olsa genç prensese yüreğini ve servetini hemen sunuverirdi, ama "evlenme" kelimesinin benim üstümde gizemli bir etkisi var. bir kadını ne kadar seversem seveyim, kendisiyle evlenmek zorunda olduğumu bana hissettirirse... ne aşk kalır, ne bir şey! yüreğim taş kesilir ve hiçbir şey onu eski sıcaklığına getiremez."

    evlilikten ölümüne korkar. bir kadına bağlanmak onun için can sıkıcı bir hayata atılmak, hatta ölümü demektir. bu evlilik korkusunu peçorin anılarında, küçükken evlerine gelen falcı bir kadınının annesine "bu çocuğun ölümü kötü bir evlilik yüzünden olacaktır" demesinden kaynakladığını ifade eder. fakat asıl neden onun hiç kimseye, hiç bir yere bağlanamayacak serseri, özgür ruhudur.

    "ben, bir korsan kadırgasının güvertesinde doğmuş büyümüş bir denizci gibiyim. denizci ruhu fırtınalara ve savaşlara alışıktır, kıyıya atılınca, gölgelik onu ne kadar çekerse çeksin, güneş ne kadar dinlendirirse dinlendirsin canı sıkılır, içi ezilir. büyün gün boyunca kumsalda dolaşır, dalgaların tekdüze mırıltısına kulak verir, sisli ufukları kolaçan eder."

    peçorin'in yalnızca kadınlarla değil erkeklerle de problemi vardır, hatta daha doğrusunu söylemek gerekirse, problemi tüm insanlıktır. birçok anti-kahramanda görüldüğü gibi -kendi anılarında da kısaca bahsettiği kadarıyla- bunun sebebi çocukluk travmalarıdır. hem çocuklukta hem de daha sonrasında gençlikle yaşadıklarıyla tam bir duygu ve mutluluk katili olup çıkar peçorin. insanların mutluluğuyla oynamadan, onların duygularını altüst etmeden bırakmaz. fakat içindeki bu kötücül ruha karşı, oscar wilde'ın dorian gray karakteri gibi bir aşk beslemez kesinlikle. tam tersine içindeki bir başka taraf, sürekli bir varoluşsal sorgulama içindedir.

    ondandır ki ben bu kitabı camus'nun meşhur yabancı kitabıyla ruh ikizi görüyorum. doğal olarak da peçorin ile meursault'nun bir ruhdaşlığı vardır. gerçi bu iki kitabın -çok farklı zamanlarda yazılmış olsalar da- hem varoluşsal sorgulamalarıyla hem de hayattan canı sıkılan, canı sıkıldığı için de kötülüğe bulaşan anti-kahramanlarıyla son derece birbirine benzer özellikleri olduğunu düşünüyorum. fakat tabii ki mersault ve peçorin birbiriyle tam tamına örtüşen karakterler de değiller.

    mersault, hayattan tamamen vazgeçmiş, annesinin ölümüne üzülmeyecek kadar duygularını yitirmiş, sırf can sıkıntısından adam öldüren ve idam cezası almasına rağmen herhangi bir şey hissetmeyen bir karakterse, peçorin duygusuz olup başkalarının duygularıyla oynamaktan ve mutluluklarını bozmaktan bir tür zevk alan, her ne kadar ölümünü önemsemeyip üzerine atılsa da, düelloda kendinden karakter olarak çok daha zayıf birini öldürmekten çekinmeyen, ne kadar varoluşsal sorgulamalar yapsa da kötücüllükten asla vazgeçmeyen ve ruhu diğer insanlara karşı yaptığı kendince mücadeleden beslenen birisidir.

    açıkçası bu roman, beni bugüne kadar okuduğum eserler içerisinde ters köşeye yatıran iki kitaptan biridir (diğeri sadık hidayet'in kör baykuş eseri) çünkü kitap benim açımdan, peçorin'in anılarına başlayana kadar klasik bir rus edebiyatı eserinden başka bir şey değildi. fakat sayfalar ilerledikçe anıları okumaya başlayıp, önüme açılan yolda biraz yürüdükten sonra muhteşem leziz bir romana dönüştü benim için zamanımızın bir kahramanı. bu roman, hem insanların duygularına, zayıf yanlarına yaptığı vurgularla, hem de ana karakterin üzerinden yaptığı derin varoluşsal sorgulamalarıyla enfes bir eser.

    puşkin'in düelloda ölümü üzerine yazdığı şiir sebebiyle çarlık rus yönetimi tarafından sürülen lermontov, ne yazık ki puşkin'le aynı kaderi paylaşır ve daha 27 yaşındayken düelloda ölür. puşkin, yevgeni onegin kitabında kendi ölümünü sezerken, lermontov'da ilginçtir bu kitapta ölümünü daha önceden bilir. belki sanatçı hassasiyeti, belki de kendi ruhlarını çok iyi tanıdıklarından bu iki yazar, ölüme gitmelerini çok daha önceden romanlarında yazmışlardır. ölüm şekli daha başka olsa da, bu iki yazara bambaşka bir coğrafyadan ve zamandan katılan bir başka yazar daha vardır, o da diri gömülen kitabıyla ölümünü öngören sadık hidayet. üçü de çok farklı üsluplara sahip yazarlar olsa da belki kader birliğinden, belki zamanlarına göre aykırı kişiliklerinden ve belki de bana hissettirdiklerinden ötürü kendilerini ruh üçüzü olarak görüyorum.

    son olarak, lermontov genç yaşında keşke böyle şansız bir şekilde ölmeyip, çok daha fazla yaşasaydı da bizlere daha çok kitap armağan etseydi diye de insan düşünmeden edemiyor.

    not: yine bir bitmeyen inceleme yapmışlar kardeşim. bu kadar yabancı ve mersault karakterinden bahsettikten sonra, zeki demirkubuz'un yabancı kitabından esinlenerek senaryolaştırdığı yazgı filmindeki meşhur sahneyi buraya da bırakalım değil mi?

    https://www.youtube.com/watch?v=v6rud1lpefc
  • yazarın sürekli kafkasya'ya sürülmüş olduğu düşünüldüğünde, kitabın kafkasya topraklarında geçmesi tesadüf değildir. bir de bu eser, moskova/st. petersburg gibi nispeten daha gelişmiş bir coğrafyadan gelen bir rusun, kafkasya halkarına (osetler, çerkesler, ermeniler, kazaklar, tatarlar) bakışını anlamayabilmek bakımından çok faydalı oldu.

    --- spoiler ---

    peki mutluluk ne? doyma noktasına ulaşmış bir gurur. kendimi dünyadaki öbür insanlardan daha iyi, daha güçlü hissedebilseydim, mutlu olurdum; herkes beni sevseydi, kendimde sonsuz bir sevme yeteneği bulurdum. kötülük, kötülüğe yol açıyor. ilk sızı, başkasına acı çektirmenin zevki hakkında bir ipucu veriyor bize.

    --- spoiler ---

    mutluluk tanımına tamamen katılıyorum. ancak başkalarının canını yakarak tatmin yaşamak da bir nebze yenilgi gibi geliyor bana. peçorin benimle aynı fikirde olmadığı için hiçbir zaman mutlu olamadı sanıyorum.
  • peçorin'in hayatı, lermontov'un hayatı ile büyük parallelikler taşımaktadır. vera ligovskaya karakterinin, lermontov'un 16 yaşında aşk yaşadığı varvara lopkhina olduğu söylenmektedir. varvara kendisinden yaşça büyük zengin bir aristokratla evlenince, lermontov'un derbeder olduğu, hatta "madem 4s kuralı var, bundan sonra ben de piç olucam" tribine girdiği belirtilmektedir. ancak varvara da lermontov'u unutamamış, senelerce birbirlerine gizlice mektuplar yazmışlar. amk 16 yaşında ne yaşadınız da ömür boyu unutamadınız diye vizyonsuz bir yorum eklemek istiyorum.

    bunun dışında ilginç anektodlar:

    albert camus'nün la chute kitabının, lbu kitaptan alıntılarla başladığı belirtilmektedir. elimdeki 2006 basımı can yayınları kitabında bulamadım.

    ingmar bergman'ın 1963 tarihli tystnaden filminde genç bir çocuk bu kitabı okurken görünür. yine aynı yönetmenin bir sonraki 1966 tarihli persona filminde aynı çocuğun, aynı kitaba uzanırken gösterildiği bir sahne yer almaktadır.

    bergman'ın senaryolarından hareketle (onlarca filmini izledim ve filmleri bende derin izler bıraktı) çok bireyci bencil bir pislik herif olduğunu düşünmekteyim. kendisinin, sinan çetin'in ayn rand'ı sahiplenmesinde mevcut olan sebeplerle lermontov'u içselleştirdiğini düşünmekteyim. ama bergman ile lermontov arasındaki aradaki fark; bergman huzur ve refah battığı için varoluşsal bunalımlara girmiş bir nordik modeli iken, lermontov doğunun (rusya) izlerini taşıdığı için sürekli hezeyanlar yaşayan içimizden biridir.
  • kuzey kafkasya yöresinde geçiyor ve bundan dolayıdır ki ara ara kabardeylerden de bahsediyor.
    kitap içinde geçen bazı atıflar:

    - goethe'nin mignon'u
    - mephistopheles
    - tasso'nun kurtarılmış kudüs şiiri
    - sakın düşeyim demeyin; kötüye alamettir. julius caesar'ı unutmayın.
    - napaleon'un waterloo'dan sonraki uykusuna benzer bir uykuya daldım.

    "yüksek sosyeteye atıldım sonra, sosyeteden usandım, kibar kadınları sevdim, onlar da beni sevdiler ama onların sevgisi sadece kafamla onurumu dolduruyordu, yüreğim ise bomboştu."

    "bir kaynağın düzgün suyuna fırlatılan bir taş gibi huzurlarını bozmuştum onların."
    "hava küçük bir çocuğun öpüşü gibi saf ve taze."
    "bir dostumun mutluluğu uğruna kendi zevkimi feda ettiğimi söyledim."

    acaba diye düşünüyordum, "benim hayatta tek işim başkalarının umutlarını yıkmaktan mı ibaret? yaşamaya, hareket etmeye başladığımdan beri kader beni başkalarının dramlarının sonuna yetiştiriyordu, sanki kimse bensiz ölemezmiş ya da acı çekemezmiş gibi."
  • (bkz: peçorin) adlı kahramanımızın günlükleri üzerinden ilerleyen bu roman, harika psikolojik tahliller içeren ve dürüstçe okuyabilen için güzel sorgulamalara kapı açan, zamanının ötesinde bir kitaptır.

    kitaptan birkaç güzel alıntı:

    ''kendisi gülerken gözleri hiç gülmüyordu! bazı insanlarda buna benzer tuhaflıklara rastlamadınız mı hiç? ya kötü bir huyun ya da derin, sürekli bir acının belirtisidir bu.''

    "alaya alınmaktan korktuğum için, en iyi duygularımı yüreğimin derinliklerine gömdüm. orada silinip gittiler."

    "kaç kişi hayatını büyük iskender ya da lord byron olarak bitireceğini kestirebilir? işte bu yüzden de varlığını, fahri müşavirlikten öteye gidemeyen bir görevle sürdürür."

    "karşı çıkmak, vazgeçemediğim bir tutkumdur, zaten bütün hayatım üzücü ve kırıcı bir karşı çıkmalar zincirinden ibaret, gerek duygularıma gerek mantığıma."

    "kimse gerçekten senin kadar mutsuz olamaz çünkü kendini aksine inandırmaya bu kadar çaba göstermemiştir."

    favorimi sona sakladım:

    "hayata, onu bütün ayrıntılarına kadar kafamda yaşatarak atıldım ve tıpkı önceden okunmuş bir kitabın kötü bir taklidini okur gibi bunaldım, tiksinti duydum."
  • bu kitaba nasıl ulaşabilirim? yardımcı olacak yazarlar yeşillendirirse sevinirim
  • birisi, sen günümüzün bazarovusun demişti. halbuki edebi bilgisi eksik olmasaydı peçorini de tanıyabilirdi. gözleriyle görebilirdi bandiniyi de.
hesabın var mı? giriş yap