• bu roman rus edebiyatındaki ilk psikolojik roman olmakla birlikte, romandaki peçorin karakteri rus edebiyatının o meşhur "gereksiz adam" tiplemesinin en başarılı örneklerinden biridir. uyumsuz, isteksiz, sevgisiz ve her daim yalnızdır bu karakter; modern toplumun gerçeğidir.
  • -kitaptan alıntı-
    bir an düşündüm, sonra içten kırılmış gibi yaparak "evet, çocukluğumdan beri kaderim budur zaten!" dedim. "herkes, yüzümde kötü eğilimlerin belirtilerini arardı - aslında olmayan ama onlarca olması gereken eğilimleri: sonunda dilekleri gerçekleşti. alçakgönüllüydüm; beni hesaplılıkla suçluyorlardı; sonunda hiç konuşmaz hale geldim. iyilikle kötülüğü ayırt edebiliyordum; anlamıyorlardı beni, herkes kırıyordu: kin gütmeye başladım. içime kapanık bir çocuktum, başkaları gibi şen, konuşkan değildim; onlardan üstün görüyordum kendimi ama herkes beni onlardan aşağı tutmakta sözbirliği etmişti: kıskanç oldum. bütün dünyayı sevmeye hazırdım; değerlendiren çıkmadı: böylelikle de nefret etmeyi öğrendim. renksiz gençliğimi, kendime ve dünyaya karşı giriştiğim savaşta tükettim. alaya alınmaktan korktuğum için, en iyi duygularımı yüreğimin derinliklerine gömdüm: orada silinip gittiler. hep doğru söyledim, inanılmadım: o zaman kandırmaya başladım. kibarların dünyasını, toplumun işleyişini iyiden iyiye kavrayınca, hayat biliminde ustalık kazandım; başkalarının bu ustalığı kazanmadan nasıl mutluluğa ulaştıklarını gördüm; benim hiç yılmadan erişmeye çalıştığım önceliklerin tadını, onlar kendilerini hiç yormadan çıkarıyorlardı. o zaman içimi bir karamsarlık kapladı - tabanca kurşunuyla giderilecek türden bir karamsarlık değildi bu: soğuk, çaresiz, sevimliliğin, iyi niyetli bir gülümsemenin altına gizlenen bir umutsuzluktu. ruh yönünden sakat olmuştum. ruhumun yarısı yoktu; solmuştu, uçmuştu, ölmüştü. ben de o yarıyı kestim attım - oysa öteki yarı kımıldanıyordu, diriydi, herkesin hizmetindeydi. kimse farkına varmadı bunun; çünkü bir zamanlar var olan öteki yarıdan haberleri yoktu; ama siz bir hatırayı uyandırdınız, ben de size bir kitabe okudum. birçoklarına kitabeler gülünç gelir, ama ben hiç de öyle düşünmem, hele onların altında nelerin gömülü olduğunu düşündüğüm zaman. yine de sizden görüşlerime katılmanızı isteyemem; bu ani çıkışım size gülünç geliyorsa lütfen gülün: açık söylüyorum, katiyen gücendirmez beni"
    -kitaptan alıntı-

    kader / alınyazısı üzerine girilen bir iddia sonrası küçük bir kısım

    -kitaptan alıntı-
    vuliç öbür odaya geçti ve masanın başına oturdu; biz de arkasından masaya yöneldik. başıyla yanına oturmamızı işaret etti. ses çıkarmadan istediğini yerine getirdik; o anda üstümüzde tuhaf bir egemenlik kazanmıştı. gözlerinin içine baktım; şüpheci bakışımı sakin, sabit bir bakışla karşıladı, soluk dudaklarıyla gülümsedi; öyleyken ben bütün soğukkanlılığına rağmen onun soluk yüzünde ölümün izlerini görebiliyordum. sık sık rastlamışımdır - birçok usta savaşçı da bu inancıma katılır-, bir - iki saat içinde ölecek birinin yüzü, genellikle, kaçınılmaz yazgısının garip izlerini taşır; tecrübeli bir göz bunu hemen fark eder.

    "bu gece öleceksiniz" dedim ona.

    çabucak döndü ama telaşsız ve sakin bir sesle karşılık verdi:

    "belki, belki de değil..."

    sonra binbaşıya, "tabanca dolu mu?" diye sordu.

    binbaşı saşkınlıktan unutmuştu.

    "yatağın başucunda asılı durduğuna göre mutlaka doludur."

    "yapma şimdi vuliç." dedi birisi, "adam mı kandırıyorsun?"

    "tatsız bir şaka!" diye atıldı bir başkası.

    bir üçüncü, "beşe elli bahse girerim ki tabanca dolu değildir!" diye haykırdı.

    yeni yeni bahislere girildi.

    bu uzun merasim canımı sıkmıştı.

    "bana bak," dedim, "ya kendini vurur ya da tabancayı yerine asarsın, biz de evlerimize gideriz."

    "doğru!" diye haykırdılar. "haydi gidelim artık."

    vuliç, tabancanın namlusunu alnına dayayarak, "baylar lütfen yerinizden kımıldamayın!" dedi. herkes sanki taş kesilmişti.

    "mösyö peçorin," dedi vuliç. "desteden bir kağıt seçip havaya atın."

    dün gibi hatırımda: desteden çektiğim kağıt, kupa beyiydi; aldım, havaya fırlattım. herkes soluğunu tutmuştu; bütün gözler, korku ve garip bir merak içinde, tabancaya ve havaya fırlatılmış iskambil kağıdına gidip geliyordu durmadan - havada dalgalanıp usulca yere inen, o kader tayin edecek iskambil kağıdına. kağıt masaya değer değmez vuliç tetiği çekti... tabanca patlamadı!

    "şükür tanrı'ya," dediler, "dolu değilmiş..."

    "yine de bir bakalım biz," dedi vuliç.

    tetiği tekrar düşürdü, pencerenin üstünde asılı duran kaskete nişan aldı. tabanca ateş aldı; oda dumanla doldu. duman dağıldığında kasket yerinde yoktu. tam ortasından delinmişti; kurşun duvara girmişti. üç dakika kadar hiçbirimiz ağzımızı açmadık. vuliç müthiş bir soğukkanlılıkla altınlarımı kesesine indirdi.

    tabancanın ilk keresinde neden ateş almadığı konusunda bir tartışmaya girişildi. bazıları, tabancanın tutukluk yaptığını ileri sürdüler; bazıları ise ilk barutun nemli olduğunu, sonradan vuliç'in yeni barut koyduğunu fısıldadılar; ama bu son düşüncenin yanlış olduğunu, çünkü bu süre içinde gözlerimi tabancadan bir an ayırmadığımı söyledim.

    "şanslı bir kumarbazsın!" dedim vuliç'e

    tatlı tatlı gülümseyerek, "hayatımda ilk defa," dedi. "bu, değme kağıt oyununu aratmıyor."
    "ama azıcık tehlikeli."

    "ha sahi! alınyazısı var mıymış?"

    "alınyazısına inanırım inanmasına, gelgelelim bu gece neden bana mutlaka öleceksin gibi geldi, onu bilemiyorum."

    bir dakika önce kendi alnına tabanca dayayan şu adam bu söz üstüne düpedüz bozulmuştu; yüzü kıpkırmızıydı.

    "yeter artık!" dedi ayağa kalkarak. "bahis bitti; bundan sonra söyledikleriniz yersiz kaçıyor."

    kasketini alıp çıktı.

    -kitaptan alıntı-

    diye iki kısmı bulunan mihail lermontov ' un döktürdüğü ülkü tamer'in ise çok ama çok iyi çevirdiği bir peçorin portresi.
  • rus edebiyatı'nın bilinmeyen incisi. kendini yalnız ve hiçbir yere ait hissetmeyenlerin romanı. hayata karşı öfkeli bir 'kahramanın' günlüğünden oluşan bu kitapta, her gün o yaşananları siz de yaşıyormuşçasına sizi kitabın içine çekiyor.

    insanın, "keşke lermontov bu kadar erken ölmeseydi" diyesi geliyor.
  • eğer çok edebi analizlere hakim değilseniz benim gibi kitap için yazılmış önsöz ve sonsözü okumasanız da olur diyebileceğim kitap.ben okudum da ne oldu hiçbir şey hatırlamıyorum valla.

    onun haricinde kitap için gereksiz bir ayrıntı vereyim de tam olsun; ben de fark etmedim ama kitap, behzat ç 'de de geçmiş ve hakkında şöyle bir güzel yazı vardır;
    link
  • yazarının tek, rus edebiyatının ilk büyük romanı.
    ve peçhorin anti kahramanların öncüsüdür.
    yakışıklı, çekici, zeki, korkusuz, genç nihilist subay.
    hayattan sıkılmış ve onu seven kadınlara ve değer veren insanlara karşı kayıtsızdır.

    o da duello yapar ve ceza alır, kafkasya'ya sürülür,
    ve genç ölür tıpkı 27 yaşında ölen yazarı gibi.

    kitap değişik duygular içinde okunur.
    çok etkileyicidir. çok güçlüdür.
    fakat aslında peçhorin gibi biri, öldükten sonra hatırlanmak
    veya hayatını torunlarına anlatmak için, günlük tutar mı ne dersiniz?

    onun tanımladığı kahramanlıkta kendini bir ideal için feda etmek var evet.
    peçhorinde bu yok. fakat yine de ikisinin kahramanlıktan anladığı arasında
    paralellik görüyorum. ve bence nihal atsız'a sorsak "peçhorin günlük tutmaz" derdi.

    "kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
    ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
    ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
    kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir."
  • kafkas dağlarının muhteşem bir şekilde tasvir edildiği roman. ayrıca bu kitabı ingilizce'ye vladimir nabokov ve oğlu dmitri nabokov çevirmiştir.
  • bir karakterin kendi iç stratejilerinin tüm çıplaklığıyla anlatıldığı ilk eserlerden biridir. raskolnikov'lar vs peçorin'den sonra gelir hep.

    "bütün dünyayı sevebilirdim, beni kimse anlamadı ben de tüm dünyadan nefret ettim. "
  • iletişim yayınlarının 2016 baskısından okudum. roman güzel, yalnız bu baskıya konan önsöz ve sonsöz, size laflar hazırladım. ilk olarak o önsözü neden önsöz yaptınız ey editör? sonsöz olmalıydı bence. acayip spoiler içeriyor. bir de önsözde bahsettiği kadar romanın kurgusunun mükemmel olduğunu düşünmüyorum şahsen. biraz abartmış sanki. sonsöz hakkında da diyecek çok şey vardır kesin. ama ne anlatıyor tam anlamadım. çeviri kötü diyeceğim ama çeviren de ne anlatıyor anlamamış olabilir gibi geliyor. benim kapasite yetmedi belki.
    rus edebiyatının ilk eserlerindenmiş. neredeyse 200 yaşında. lermontov da peçorin gibi genç ölmüş.
  • ''oku bak karakter sana çok benziyor'' denilerek tavsiye edilmişti. karakteri kendime benzettiğim yerler olsa da bunun çok özel bir şey olduğunu düşünmüyorum. ayrıca dünyada bana benzeyen sürüyle insan ya da kitap karakteri olduğunu biliyorum ne var ki insanlar farklı olmak uğruna kendileri olmaktan kaçıp bir şeyler olmayı seçtiklerinden aynılaştıkları için farklı görünmenin ekmeğini yiyorum arada. ne var ki kitap karakterleri insanlardan çok daha dürüst olduklarından ekmeğime kan doğruyorlar arada. pek çok erkek ve kadın özellikle de hayatın anlamını çözdüğüne inandığı bir ilişkinin sonlanmasının ardından bu kitabı okuyup da ''işte ben'' diyebilir. ana karakter peçorin, günümüzde moda olan varoluş sıkıntısını yaşıyor ancak günümüzden farklı olarak bir ilişkiye başladığında bu sıkıntıdan kurtulmuyor. son bir cümle ile günümüz insanına çakıp kitaba döneceğim; varoluş sıkıntısı, sıklıkla sevişecek birini bulana kadardır sosyal medyada.

    benim sevmediğim bir tarzda yazılmış kitap. kürk mantolu madonna gibi düşünün; ana karakter ilk bölümde başkasının gözünden anlatılırken ikinci bölümde ana karakteri kendi ağzından dinliyoruz. hatta kürk mantolu madonna' daki yöntem bu kitabın tam olarak aynısı. ne var ki bu kitabın karakteri peçorin' in, raif efendi' den çok daha dikkate değer biri olması kitabın ikinci bölümünü çok keyifli hale getirdi benim açımdan.

    peçorin nasıl biri? hayattaki hemen hemen her şeye karşı ilgisini yitirmiş, bir şeyden haz alırken dahi onun eninde sonunda son bulacağı düşüncesini her zaman o şeyin önüne koyan bir adam. bu yüzden de mutsuz değil, hissiz bir adam kendisi bence. bu bağlamda çok sevdiğim, öykündüğüm meursault' ya çok yakın duran bir adam. meursault da hayatı çok anlamlı bulan biri değildi ancak beş duyu organıyla algılayabildiği hazları severdi. işitmek, dokunmak, görmek ona haz verirdi. o da bu hazzı yaşarken de ''nasıl olsa bitecek'' düşüncesini kafasında barındırmayan, en azından bize yansıtmayan biriydi. peçorin ise hazzı meursault' dan daha farklı yaşayan biri. peçorin başkaları üzerinden kendi kişisel tatminine ulaşmaya çalışıyor. işte bu noktada ben kendimi peçorin karakterinden uzaklaştırıp meursault ile özdeştirmeye çalışıyorum. meursault başkalarına ihtiyaç duymayan, varoluşunun saçmalığını kendi içinde yaşayan biri. peçorin ise intikam evresini henüz atlatamamış. lermontov' un ömrü yetseydi belki ileride o da bu evreyi atlatıp benim nazarımda varoluşun nirvanasına ulaşarak meursault' nun yanına kurulacaktı. yalnız özgürlük tutkusu peçorin' de çok daha fazla, meursault bunu da pek önemsemez.

    lermontov' un kendi yaşamını düşündüğümüzde peçorin karakteri ile arasında ciddi benzerlikler bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. isyankar, deli dolu bir ruh. çok sevdiğim bir arkadaşımın (asım mauser) puşkin ile lermontov' u kıyasladığı bir twit serisinde ''peçorin karakterinin, başarısız olunmuş bir devrim neticesi geleceğe dair inancını kaybetmiş bir kuşağın izdüşümü olduğunu söyleyebiliriz.'' demişti. kanımca 122. sayfadaki şu cümleler de bunu kanıtlar nitelikte; ''bütün dünyayı sevmeye hazırdım; değerlendiren çıkmadı: böylelikle de nefret etmeyi öğrendim. renksiz gençliğimi, kendime ve dünyaya karşı giriştiği savaşta tükettim. alaya alınmaktan korktuğum için, en iyi duygularımı yüreğimin derinlerine gömdüm: orada silinip gittiler. hep doğru söyledim, inanılmadım: o zaman kandırmaya başladım.'' fakat peçorin sadece geleceğe değil içinde olduğu ana dair de inancı olmayan bir adam. tabii 122. sayfadaki bu alıntı sırasında peçorin' i çok acınası buldum. kitapta en sevmediğim pasajlardan biriydi bu. aslında bu kadar uzatmadan şunu söylemem gerekiyordu. kitabın 117-118-119-120. sayfalarında peçorin kendini çok net şekilde anlatıyor. orayı okuduğunuzda hakkında yeterli bir fikre sahip olacağınız karakterin, duygudan ziyade hırsı ve egosu uğruna giriştiği bir gönül macerasını okumuş olacaksınız eğer bu kitabı okursanız.

    --- spoiler ---

    itiraf ederim, körler, tek gözlüler, sağırlar, dilsizler, çolaklar, topallar, kamburlar, vb. hakkında kesin yargılarım vardır. insanın görünüşüyle ruhu arasında garip bağlar olduğunu fark etmişimdir; sanki bir kolun yok oluşuyla birlikte ruh da bir duygusunu kaybeder. (sf: 67)

    ***

    hem bir şey itiraf etmeliyim: o an bildik, kötü bir duygu yoklamıştı yüreğimi. bu duygu kıskançlıktı: çekinmeden ''kıskançlık'' diyorum, çünkü her şeyde açığımdır kendime karşı, üstelik sanmam ki, dikkatini çeken güzel bir kadının, birdenbire aynı derecede tanımadığı bir başka adamı tercih etmesini hazmedebilecek bir delikanlı, tekrar ediyorum, sanmam ki böyle bir delikanlı bulunsun (tabii, yüksek tabakalarda yaşamış, gururunu yeterince beslemiş olanlar hariç). (sf: 88)

    ***

    ah kibir! arşimed' in dünyayı yerinden oynatmada kullanmayı tasarladığı kaldıraçsın sen! (sf:98)

    ***

    kadınlar ancak tanımadıklarına aşık olurlar. (sf: 98)

    ***

    evet, doğrusunu isterseniz, insan ruhunun yalnızca mutluluk istediği, yüreğinin birini büyük bir güçle, bir tutkuyla sevmeye ihtiyaç duyduğu dönemi atlatmıştım ben. şimdilik, bütün isteğim sevilmek, hem de az kimse tarafından: ara sıra, bir tek sürekli balılığın yeteceğini bile düşünmüşümdür-kalbin acınacak bir alışkanlığı! (sf: 102)

    ***

    ''seni hoşnut etmek için, genç prensesle flört bile ederdim...''
    ''konuşmayı kabul ederse...''
    ''senin konuşmanın ona bıkkınlık verdiği anı kollayacağım... iyi geceler.'' (sf: 107)

    ***

    bana aşk ve minnet dolu bir bakışla baktı. artık bu bakışlarına alıştım; oysa bir zamanlar nasıl mutluluk duyardım. (sf: 114)

    ***

    kendinden hoşnut değil; bana soğuk davrandığından ötürü kızıyor kendine... ilk zafer, asıl zafer bu işte!
    yarın gönlümü almak isteyecek. bunları ezbere biliyorum – işin can sıkıcı yanı da bu ya. (sf: 124)

    ***

    ''neden umutlandırdı öyleyse?''
    ''sen neden umutlandın? bir şeyi elde edebilmek için çaba gösterenlere aklım erer; ama umutlanmak ne demek?'' (sf: 129)

    ***

    aşk da, ateş gibi, yalımı tükenince biter. belki de yakarmalarımın başaramadığını kıskançlık başaracak.'' (sf: 131)

    ***

    şairler şiir yazalı, kadınlar da onları okuyalı beri (bunun için de kadınlara içten bir teşekkür borçluyuz) melek olarak nitelendirilmeye öylesine alıştılar ki, aynı şairlerin neron' u bile para uğruna yarı-tanrı katına çıkardıklarını unutarak büyük bir safiyetle kendileri de inandılar melekliklerine. (sf: 135)

    ***

    kendi adıma sevdim, kendi zevkim için; onların duygularını, sevecenliklerini, sevinçlerini ve kederlerini iştahla tüketerek kalbimin garip bir ihtiyacını karşıladım – hiç doymak bilmedim. tıpkı, açlıktan ve yorgunluktan bitkin düşmüş birinin uykusunda güzel yemekler köpüren şaraplar görmesi gibi; uykusunda hayal gücünün uçucu tatlarını içine çeker, rahatlamış sanır kendini ama uyanır uyanmaz görüntüler kaybolur. iki katına çıkmış bir açlıkla, bir umutsuzlukla baş başa bulur kendini. (sf: 151)

    (can yay. - 2. baskı - ülkü tamer çev.)
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap