• beni guzel hatirla

    beni guzel hatirla bunlar son satirlar....
    farzet ki bir ruzgardim esip gectim hayatindan
    ya da bir yagmur sel oldum sokaginda
    sonra toprak cekti suyu...
    kaybolup gittim belki de bir ruya idim senin icin..
    uyandin ve ben bittim....

    beni guzel hatirla
    cunku sevdim seni ben herseyini....
    sana sirdas oldum dost oldum koynumda agladin ..
    yuzune vurmadim hicbir eksikligini beni uzdun kinamadim
    alisiktim vefasizlıga el oldun aldirmadim...

    beni guzel hatirla
    sayfalarca mektup biraktim sana...
    siirler yazdim her gece cogunu okutmadim..
    sakladim gunahini sevabini icimde
    sessizce gittim...
    senden oncekiler gibi sen de anlamadin...

    beni guzel hatirla
    sana unutulmaz geceler biraktim
    sana en yorgun sabahlar...
    gulusumu,gozlerimi sonra sesimi biraktim
    en guzel siirleri okudum gozlerine baka baka....
    soylenmemis merhaba'lar sakladim her koseye
    vedalar biraktim duraklarda...
    ne ararsan bir sevdanin icinde
    fazlasiyla biraktim ardimda....

    beni guzel hatirla
    dizlerimde uyudugunu dusun
    sacini oksadigimi usuyen ellerini isittigimi
    mutlu oldugun anlari getir gozunun onune
    alnindan optugum dakikalari..
    birazdan kapini calan kisi olabilecegimi dusun
    sasirtmayi severim biliyorsun
    bu da sana son surprizim olsun
    simdi seninle yasanan gunleri atese veriyorum
    beni guzel hatirla
    gidiyorum..

    o.v.k.
  • bir hüzün var bu yılda
    kayıp olma ve kaybetmek korkusuyla
    azalmaktayız dost meclislerinden
    azalmaktayız aşklardan, dokunuşlardan
    azalmaktayız söylenmemiş sözlerden
    ...azalmaktayız arkadaş
    bir hüzün var bu yılda
    yaşımdan olsa gerek adım adım yaklaştığım
    korkum yitip gitmekten değil, yitirmekten.....

    t.k.
  • birden özleyiveriyorsunuz...
    çoktan unuttuğunuzu sandığınız
    ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
    veya özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
    bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.

    rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,
    siz çarşaflarınızın arasında,
    bütün tehlikelerden uzak,
    güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,
    usulca ruhunuza sokulup,
    sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri
    birer birer ateşleyiveriyor.
    infilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.
    hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,
    ona dokunmak,
    onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi...

    özlemek, o yakıcı istek,
    bilinen herşeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.
    özlediğiniz ise çok uzaklarda...
    yanında olmasını istediğiniz halde
    yanınızda olmayan bir tek kişi,
    yanınıza bile yaklaşmadan,
    hatta onu özlediğinizden
    ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,
    bütün hayatı,
    bütün görüntüleri eritip
    başka kılıklara sokuyor...

    ahmet altan
  • sakin göllerin kuğusuyduk
    salınarak suyun yanağında
    yarılan ekmeğin buğusuyduk.
    gözüm yaşarıyor,
    yüreğim yanıyor/kanıyor,
    olmasaydı sonumuz böyle.

    “biri saksımızı çiğneyip gitti
    biri duvarları yıktı
    camları kırdı
    fırtına gelip aramıza serildi
    biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
    her şeyi kötüledi
    bizi yaraladı
    biri şarabımızı döktü
    soğanımızı çaldı
    biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
    ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor
    olmasaydı... olmasaydı sonumuz böyle”

    gözüm yaşarıyor
    yüreğim yanıyor /kanıyor
    olmasaydı sonumuz böyle

    dağlarda çoban ateşiydik
    dolanarak mavzer yatağında
    ceylanın pınara inişiydik
    göğsüm daralıyor,
    yüreğim kanıyor,
    olmasaydı sonumuz böyle.

    “birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş
    aynı çıtırtıyla uyanan birer serçe
    hep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bu
    birer tomurcuktuk hayatın kollarında
    birer çiğ damlasıydık
    bahar sabahında gül yaprağında
    dedim ya;
    hiç yoktan susturuldu şarkımız
    yüreğim kanıyor yüreğim kanıyor
    bitmeseydi... bitmeseydi bizim öykümüz böyle”

    göğsüm daralıyor
    yüreğim kanıyor
    olmasaydı sonumuz böyle.
  • tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
    bütün iş tahirle zühre olabilmekte
    yani yürekte.

    meselâ bir barikatta dövüşerek
    meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
    meselâ denerken damarlarında bir serumu
    ölmek ayıp olur mu?

    tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    yani tahiri zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    tahir ne kaybederdi tahirliğinden?

    tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    nazım hikmet ran
  • yarın çok geç olabilir sevgilim

    1
    en çok istanbula benzeyen gözlerini sevdim
    gözlerinde devrik cümleler gibi bakan kederi
    esirgeyen bağışlayan aşkın adıyla başladım sana
    erkekliğim bedeninde kimbilir kaç kez hatim indirdi
    kimbilir kaç kez yazdım kendimi arka sayfalarına hayatının
    faili meçhul bir cinayet haberi gibi

    kırlangıç fırtınalarına benzeyen yüzünü sevdim
    jilet yansıması gibi yüzüme çarpan yüzünü
    yüzünün avuçlarımdaki yasa dışı hüznünü
    hani geceyarıları gökgürültülerine kulak kabartır gibi
    hani bir ırmağın kendini denize dökmesi gibi
    hani iki arada bir derede telaşlı sevişmeler gibi
    hani anlarsın ya suçüstü bir aşk gibi
    bulup bulup yitirmeyi sevdim seni

    ustura suskunluğuna benzeyen ellerini
    bana olmadık şeyler düşündüren ellerini
    beni içimin gizlisinden alıp her karartma gecesi
    en argo şiirlere rehin bırakan ellerini sevdim
    bana bu kenti bu ülkeyi ve bu dünyayı
    bana bu en ahlaksız çağını zamanın
    bana güneydoğudaki çocuk ağlamalarını unutturan
    dokunduğun heryerinde bedenimin
    sigara yanığı tırnak çiziği yaralar açan
    bana kendi uçurumlarında çığlıklar yakıştıran
    ellerini sevdim

    aruz veznine benzeyen yalnızlığını sevdim
    ben senin kendi yalnızlığında
    iş çıkışlarındaki caddeler gibi çoğalmanı
    cuma akşamları beyoğlunun çalgılı sokakları gibi
    bir korsan gösteriye dört koldan katılmak gibi
    içimde kalabalıklaşmanı sevdim
    çocukluğuma benzeyen yalanlarını
    yalanlarında yakaladığım gerçeklerini
    gerçekler ki zaten saatli maarif takvim yapraklarının
    arkalarındaki maniler gibidir bu ülkede
    ülkelerini sevdim her gidişinin ardındaki mide kanamalarımı
    nöbetçi eczanelerin uykusuz kalfalarıyla korkuttum
    korkularını da sevdim
    düşmemek için bir elinle sımsıkı tuttuğun
    merdiven korkuluklarına benzeyen korkularını
    mutedil dalgalı denizlere benzeyen sevişmelerini
    sevişmelerindeki acemi dilsiz alfabesini
    patladı patlayacak bir fırtınanın tam ortasında
    kendini ölüme bu kadar genç hissetmeni
    senin gecikmelerini sevdim

    tebdil-i kıyafet beni sevmeni sevdim
    dudaklarında bir karanfil gibi ısırdığın fahişe gülüşünü
    komisyon vermemek için bir otobüs durağında
    tam on altı yerinden bıçaklayıp kaçarak pezevengini
    sadece kendin için sattığın gülüşünü sevdim
    bir şiire benzeyen uzaklıklarını sevdim
    yalnız denizlerde kürek çektiıim uzaklıklarını
    bir mülteci gibi bana hep ülkemi özlete
    kendimden kaçtıkça seni bulduğum
    sana gittikçe kendime vardığım uzaklıklarını
    imkansızlığını sevdim

    ben seni arkamda bırakacağım en son sözcük gibi
    ben seni bir intihar gibi sevdim
    2

    ben senin gözlerini daha önce de gördüm
    hani ter kokulu bir belediye otobüsünde
    cüzdanını çarptığım kadından kaçarken
    sırtımdan vurulup da ellerine düşmüştüm ya
    hani bileklerimi jiletlediğim bir akşam
    başucumda oturup saçlarıma dokunmuştun
    aramızdan imkansız şarkılar geçiyordu
    çocuk bahçeleri gibi umutsuzdun

    ben senin gözlerini daha önce de gördüm
    hani ıssız bir sokağın yankılanması gibi
    hani son dizesi henüz yazılmamış bir şiir gibi
    dudaklarımdan uzak okyanusların bütün mavisini
    dudaklarımdan söyleyemediğim bütün sözcükleri
    bir öpüşte çekip almıştın ya hani

    ben senin gözlerini daha önce de gördüm
    hani birinci şube kapısında dipçiklendiğim akşam
    hani bir paket sigara için yeni pabuçlarımı sattığım akşam
    hani bir gülüşüne gül olduğum akşam
    hani bir damlasına gözyaşının la ilahe illallah
    bin dolunayı kurban ettiğim akşam
    hani yaklaştıkça kendine doğru kaçan bir ufuk
    dokundukça kendine kapanan bir kapı
    uçurumlarında sesimi yitirdiğim bir çığlık
    ve suskunluğunda burnumun direğini sızlatan
    zifiri karanlığında kendimi aradığım bir çocuk

    ben senin gözlerini daha önce de gördüm
    ben senin gözlerinde daha önce de öldüm
    3
    bu şehri benzetebildiğim kadar sana benzettim
    en sensiz gecelerimde rum batakhanelerinde girit rakısı içtiğim
    sabahlara kadar sokaklarında ana avrat dümdüz gittiğim
    denizlerine kustuğum caddelerinde yittiğim bu şehre
    meydanlarında on bin ağızdan on bin lanet ettiğim
    köprülerinde ateşler yakıp aşka boyun eğdiğim
    çingene rengi şiirler söyledim diye polislerine rüşvet verdiğim
    karakollarında körkütük kan işediğim bu şehre
    gündoğumlarında salya sümük ağlayıp kendime geldiğim
    kalbimi varoşlarına sığdıramadığım bu şehre benziyorsun
    sen çaresizliğimin jilet yarası
    annemin konfeksiyon atölyelerindeki hüznünü öğüten
    şehir hatları vapurlarında çocukluğumu sattığım
    iki yakasını biraraya getiremediğim bu şehre benziyorsun en çok
    uğruna bileklerimi kestiğim orospulara benziyorsun
    imkansızlığın anlamı kadar imkansızsın artık
    kalbime dinamitler döşüyorsun
    4

    geçmiş bir zamandı kalabalıktık
    gelincik tarlalarında bahar çağrıları gibiydi yüzün
    hayra yorulmayacak düşler gibiydin
    bir ayeti ezberler gibi ezberliyordum yüzünü
    sen susuyordun
    kuşatılmış bir kent nasıl susarsa öyle
    elimi kolumu sallaya sallaya dolaştım senin o ıssız caddelerinde
    dilimde dinamitler patladı öyle doluydum ki
    uzatsam ellerim göğe değecekti sanki

    gökyüzüme dokunsan ağlayacatın
    mavinin kaç tonu var bulutlardan öte
    ağladığın zaman anlayacaktın

    çığlık çığlığa sevişmeler gibiydin
    dağ koyaklarında eşkiya ateşleri gibi gizli
    ve namlu yatağında sabırsız bir mermi kadar gerçektin
    sendin
    senin ellerindi akdenizdi
    senin gözlerindi bir balıkçı teknesi gibi heyamollarla geçip gitti
    sendin
    hiçliğimin ilk gecesiydin

    olmadık şarkılar dinliyorum şimdi
    en ölümcül intiharlar besteliyorum uykulardan uyanıp
    zaman zaman mavi yüzlü çocuklar adıyorum tarihe
    sonra susuyorum
    sonra mutlaka bir şiirle bağırıyorum seni

    bütün umutsuzluğumu
    bir mayın patlaması gibi gibi bin parçaya ayır
    yarın olsun
    sen ol
    gözlerin olsun
    ve hep olsun
    aşkın hiçliğimin önüne barikatlar kursun
    ne dersin
    yolundan dönebilir mi bu kurşun
    5

    işte yine gittin
    ortalığı toplamadım
    karnımı doyurmadım yağmura bile aldırmadım
    örneğin darmadağın ettiğin alnım
    yaktığın ateşin koru
    yatağıma bıraktığın deniz kokusu
    ve kalbimden silmeyi unuttuğun parmak izlerin
    öylece duruyor cinayet delilleri olarak
    kanıtlasın diye yokluğunu aklında bir yerlerde yüzde hesapları
    ondalık kesirler ve enflasyon oranları
    toplanıp çıkarılamayacak
    bölünüp çarpılamayacak kadar karmaşık
    hiç bilinmeyenli bir denklemi çözmek için
    sözlüye kalktım
    aşkın kare kökünü aldım sen çıktın
    ezbere anlattım bütün intihar yöntemlerini
    ve bütün matematik kuramlarında
    sıfırın kendine bölünemediğini

    herşey bir hesap hatasıydı
    yani oradan bakınca vardın
    buradan bakınca yoksun
    alnımdan güvercinler havalanıyor görmüyorsun
    dudaklarım ne zaman bir sözcüğe dursa
    kalbim iki rekat aşk için kıblene dönüyor bilmiyorsun
    zamanı bin parçaya bölüyorum her sabah
    her parçaya bin gül ekiyorum koklamıyorsun
    avuçlarımda ormanlarını biriktiriyorum
    dağlarına çıkıyorum yağmurlarını yağıyorum
    ırmaklarını döküyorum okyanuslarıma duymuyorsun
    bütün fiil çekimlerimi senin öznene
    bütün aylarımı senin gecelerine
    bütün sabahlarımı senin alnına
    ve bütün sancılarımı seni doğurmaya adıyorum
    katlime ferman çıkarıyor gözlerin
    şiirler tutukluyor ellerimi anlamıyorsun
    kendimi sırtlayıp apansız giriyorum hudutlarına
    mayın tarlalarında acemi bir asker gibi
    nasıl bir telaş içinde kalbim
    nasıl firar ediyorum kendimden yakalamıyorsun
    seni hep büyük harflerle düşünüyorum parantez içinde
    ve hep adını tanrının adıyla yazıyorum okumuyorsun
    bir denklemin en bilinmez noktasına koyuyorum seni yakışıyorsun
    kılıçtan geçirilmiş bir ordunun son neferi gibiyim
    yorgun ve terli suskun ve aç mahçup ve yenik
    bir sabah ezanı gibi dolaşıyorum sokaklarda
    - abonman vay bilet vay
    yüreğim dolunay
    6

    sırtımda iki bıçak yarası
    birbirini bulamayan iki ırmak yatağı
    ve yağmurun camlarda bıraktığı
    jilet kesiği su yolları gibiyim şimdi
    bir cinayet dolaşıyor ki parmaklarımda öyle kalleş
    ne zaman yokluğuna açsam gözlerimi
    ellerim şairliğimi ispiyonluyor kağıtlara
    sabıka kayıtlarımın arasında unutulmuı bir kadın
    bulut yüzlü gök yüzlü yağmur yüzlü
    yazsam hiçbir şiire sığmaz
    yazmasam ellerimde kalır hüznü

    7

    avuçlarını bir yokluğa benzetirdim
    ve ne zaman avuçlarına sığınsam
    aşka ve hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma

    hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma
    aklıma gelen başıma gelirdi
    sen giderdin
    sen gidince ben de giderdim
    biterdim

    ben bütün başka kadınlarda seninle sevişmiştim
    seviştiğim bütün kadınlarda seni sevmiştim

    gün ortalarında ateş böcekleri kadar yalnız ve sahipsizim
    artık gitme
    yokluğuna uzamasın ellerim

    8

    bir göçmen türküsü gibi sevdim seni
    bir vatan nasıl özlenirse öyle özledim
    çingene kızların ceyizleri kadar rengarenk
    bıçkın delikanlıların yürekleri kadar yalansız
    ve anamın ak sütü gibi helaldim sana
    şimdi terkedilecekse bir sehir
    senin gibi terkedilmeli
    bir yaranın kabugunu kanatır gibi
    bir martı havalanır mı dudaklarımın arasından
    maviye keser mi hüznüm
    bırak bu dalgalar kırılsın dilimde
    kan tadında bir bakış olsun yüzüm
    9

    rezil rusva oldum şiirlerime uykusuzluktan
    beynim kalbime yaylım ateşler açıyor şimdi
    öyle yoksun öyle yoksun ki
    içimde bir vatansız gibi dolaşıyorsun
    şakaklarıma dayadığım bir revolverin
    son kurşunu gibi saklıyorum seni
    ben burada dudaklarımı ısırıyorum
    sen orada kanıyorsun
    sen kanadıkça bana benziyorsun
    ben kimselere anlatamadıkça ellerini
    sen bile ben olduğunu bilmiyorsun

    10

    bir hiçliğe demir atmıştık seninle
    ışıklarımız sönüktü pusulamız bozuk
    bir kere bir olalım demiştim eşittir birdi
    kendine bölünemeyen tek sayıydı o unutmuştuk
    beyoğlunun arka sokaklarındaydık
    belki de beyoğlu bizim arka sokaklarımızdaydı bilinmez
    nefeslerimizde nasıl bir anason kokusu
    ve gülücüklerimizin arkasında nihavent makamında kanayan
    nasıl fitil işlemez bir şiş yarasıydı hüzün
    yağmur arabesk bir şeydi bu saatlerde içimize işliyordu
    sen siyanür buharı gibi dolaşıyordun içimde
    yasaklanmış afişler gibiydi yüzün
    yüzünde bir serçe kendine uyandı bir tek ben gördüm
    bu yüzden benim bile umurumda değildi artık
    bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide
    bu sokaklarda kaç kez öldüğüm

    11

    ben sana bir uzun yol şöförü gibi geldim
    gözlerimden şerit şerit akıyor hala serseriliğim
    üç kağıtçılara uykumu kaptırdım yankesicilere şarkılarımı
    şarkılarım ah çocukluğumun allı güllü şarkıları
    güldüm mü bu yüzden bir çocuk gibi gülerim
    ve kimseler görmez benim dışıma ağladığımı
    (artık suskunluğu kendinden menkul bir aşkız
    aşkın hiçliğe vardığı noktadayız)
    ben senden bir uzun yol şöförü gibi gidiyorum
    cantamı topladım artık arkama bile bakmıyorum
    hangi kapı daha yakındır bana bilinmez
    hangi deniz daha uzak
    kalsam
    gözlerin beni sırtımdan vuracak

    12

    yağmur yağıyordu
    bütün aşk siirleri böyle başlar biliyorum
    ama yalanım yok yağmur yağıyordu
    bir tek ben ıslanıyordum
    (bir ateşi beraber koruduk rüzgardan
    avuçlarımızda bir yerlerlerdeydi aşk
    bir sigara içimlik zaman kadar yakın
    aramızdaki masa kadar uzak)
    dokuz kalibrelik iki mermi çekirdeği gibi
    ceplerimi ısıtıyorsun şimdi
    yastığımın altında ruhsatsız bir silahsın sen
    bütün aramalardan saklıyorum seni
    13

    kalabalık bir sokağında yürüyorduk zamanın
    omuzlarımız çarpıştı bakıştık
    ben gözlerindeki yalazı çaldım kimse görmeden
    sonra arkama bile bakmadan kaçtım

    senin arka sokaklarında arıyorlar beni
    kalbim sabıkalı
    adım komiserlerin uyurken bile aklında
    sen gözlerindeki yalazı çaldırmış bir mağdursun artık
    ihbar ediyorsun beni karakollara

    iki şişe şaraba satacağım seni
    biri rüşvet olsun polis amcalara

    14

    ben orospu kasıklarda uyumuşum dokuz ay on gün
    hangi genelevin hangi odasında hangi uykusuz şöför
    çarpıştıysa anamın dölyolunda bilinmez
    dna testlerinden dna testlerine koşmuş kadın
    ille de bir babam olsun diye
    her ne kadar kimyasal yapıları birbirine benzese de gözyaşlarımızın
    benimkiler biraz daha piçtir sevgilim
    gerisi inleyen nağmeler
    gerisi uzun hikaye

    kafa kağıdımdaki baba adım beyoğludur
    bana sorarsan tüm istanbul geçmiş kadının üstünden ya neyse
    gözlerim üçüncü sınıf muhallebici dükkanlarının
    sinekli vitrinlerinden yansıyorsa sevgilim
    ceplerim gönlüm kadar zengin olmadı benim
    gerisi zil zurna sosyalizm
    gerisi uzun hikaye

    sana viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anlatmış mıydım
    ucuz viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini
    anam konsomasyona giderdi üç kuruş beş paraya
    assolistler gerdan kırar göbek oynatır
    ben bally koklardım hayat bilgisi niyetine
    sana bally kokusunu anlatmış mıydım sevgilim
    gerçi gerisi halusinasyon
    gerisi uzun hikaye

    bana bu çatal dil babalarımdan mı kalma
    muhtemelen aşıktı onlar da yattıkları her orospuya
    belki de bu yüzden bir denizim olmadı hiç
    süslü püslü yelkenliler düşünemedim hiç
    oysa ben ölmeyi böyle anlamıştım
    oysa ben bu martıları senin için ağlamıştım
    senin için hazırlamıştım dölyollarımda hayatı
    mesela sular gibi çocuklar doğuralım diye
    mesela suları maviye boyayalım diye
    susalım diye be sevgilim anlarsın işte
    en kurak yerlerimizde birbirimize susayalım diye
    kendimi senin mecburi istikametlerinde mi yitirdim
    işte gerçek bu sevgilim
    gerisi uzun hikaye

    15

    gözlerindeki istanbulu gördün mü nina
    ben gördüm
    istanbul ya bu
    sokar böyle her şarkıya burnunu
    yürek desem artık modası geçmiş bir laf
    kalp desem mayın tarlası
    alkol acemisi bir yeni yetme gibi içimin
    en olmadık yerlerine anason kusuyorum nina
    bütün sözcükleri jiletliyorum bu akşam aç parantez
    elma dersem cık armut dersem çıkma

    istanbul ya bu
    hani o en orospu halini bilirsin ya istanbulun
    hani arkadan vuracakmış gibi bakar ya adama
    parantezi kapat nina
    gözleri istanbulun en kalleş haliydi
    benim ellerim kaburgalarımın arasında
    ve iş işten çoktan geçmişti

    bu dilde bir şiir yazmamıştım hiç
    ağzımda kükürt gibi çiğnememiştim sözcükleri
    kıl kadar yalanım varsa namerdim nina
    ne me quitte pas... ne me quitte pas
    16

    yarın çok geç olabilir sevgilim
    mesela yarın ben ölebilirim
    ağır ağır demir alır gibi limanından yaralı bir gemi
    kıyısız bir denize açılabilirim
    artık ne bir fırtına anlatabilir beni sana
    ne de alelacele seviştiğimiz zamanların tehlikesi
    yarın kendimi bir yaprak gibi dökebilirim sonbahara
    yarın kendimi bu şiir gibi kanatabilirim

    yarın çok geç olabilir sevgilim
    yarın çocuklarımız bile olamayabilir
    gülüşlerini şimdiden sana benzettiğim
    gülüşlerini şimdiden dudaklarına armağan ettiğim
    denizlere gebe kalamayabilirim

    yarın çok geç olabilir sevgilim
    bir kılıç kınından sıyrılıp boynumu vurabilir
    bir kent bütün sokaklarımla beni alıp götürebilir
    yarın çok geç olabilir sevgilim
    bilirsin tahammüle kısıtlıdır serseriliğim
    öyle deli sevişmeler adadım ki ben sana
    yarın çok geç olabilir

    17

    sana bütün insanlığımla gelmiştim
    kavgalarım yenilgilerim ve bütün varoluşlarımla
    dilimde artık unutulmuş eski bir denizci lehçesi
    yüzümde hep vedalaşır gibi bakan gözlerimle
    yalansız riyasız ve dolambaçsızdım
    sana bir dağ getirmiştim küçük bir dağ
    henüz doruklarına çıkılmamış
    sana bir ülke öyle bir ülke ki
    sokaklarında çarpışıp
    ölmeyi deneyeceğim şimdi

    en terbiyesiz şiirlerle seviştim her gelişinde
    her gidişinde intiharlar özledim
    bekleyişlerinde eskiyen yüzüm
    yağmurlar biriktirdi her mevsimden
    uzun upuzun bir köprü oldum önünde
    geç beni yürü beni bul beni diye

    yenildim
    dünyanın bu en aşifte yüzünü
    asil bir duruş gibi yüzüme yakıştırmayı
    yalanları yalanlarla dölleyip sahte cümleler kurmayı
    ve plastik aşklar yaşamayı beceremedim
    ucundan kenarından tutmaktansa
    bir kez dokunup yanacağım seni
    doğmamış bir çocuğu yetim bırakıp
    ölmeyi deneyeceğim şimdi

    uğur özakıncı

    şiir dediğin budur işte..
  • güçlü bir el silkeledi beni sonra
    sanırım tanrı’nın eliydi.
    sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
    binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
    çok şey görmüşüm gibi,
    ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
    ah...dedim

    didem madak
  • gidişini öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı.
    fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım.
    kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya.
    manzaraysa ayrılığa sıfır!
    işte herşey hazır.
    ...acılarımla iki lafın belini kırdık.
    yokluğunda bir kuş sütü eksik.
    yalnızlığım ve ben...
    seni çok bekledik...

    cemal süreyya
  • ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
    ne kötüdür an kadar yakın bir asır kadar uzak olması.
    ve bilir misin ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması
    ” ben ” deyip susması, ” sen ” deyip ağlamaklı kalması…

    nazım hikmet
  • bugün karşıma çıkan bir şiir!

    sâkîden mest almış mestane isen
    terk-i ziynet eyle divâne isen
    gönül semâsına pervane isen
    o yârin uğrunda hep yanmak lâzım. *
hesabın var mı? giriş yap