• vicdanın bombe yapmasıdır.

    doğru mu yaşıyorum doğruları mı yaşıyorum sorusudur bazen.

    çamuru endişe ile yoğrulmuş insanın devinimi, kararında olmadığında insan denen çorbanın içinde topaklanma yapma tehlikesi bulunan iki tür sıkıntının ruhta yarattığı salınım ile mümkün olabiliyor. topaklanma büyük olduğunda insan arayışını, sorgulayışını, bakışını, hızlandırararak topaklanmanın ruhta yarattığı salınımı düzenlemeye, düzeltmeye çalışıyor.

    hırs, azim, cesaret, sinme, kaçma, yaltaklanma vb. davranış biçimlerinin bu düzenleme ve düzeltme işinin araçları olduğunu, ayrıca bu reaksiyonun endotermik bir reaksiyon biçiminde olduğunu ve huzursuzluk dediğimiz şeyin aslında bu reaksiyon nedeniyle açığa çıkan fazla ısı olduğunu sandığımı da baştan belirtmeliyim. işte hepimizi sabah işe, okula, sokağa çıkartan, öfkelendiren, mücadele ettiren, sevdiren, iğrendiren, aslında bu salınımdır bence. iki tür sıkıntıdan bahsetmiştik salınıma etki eden; bunlardan ilki geçim sıkıntısıdır.

    geçim sıkıntısı biyolojik açıdan bir yoksunluğun ızdırabı şeklinde zuhur eder. geçim sıkıntısının ihtiyaçlar hiyerarşisinin içinde yükselme demek olduğunu sanmıyorum. bu hiyerarşiyi fazlaca determinist bulduğumu ve kapitilizmin meşrulaştırılmasına alet edildiğini düşünüyorum. zira ihtiyaçlar hiyeraşisinin ieett otobüsü gibi arkaya doğruyu ilerlemek için insanı ikaz eden bir muavin yahut şofürü olduğunu hep gözden kaçırdığımızı düşünüyorum. bunun adı ezbere yaşamak. birçok insanın temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra başka bir yere gitmek istemediğini biliyor, görüyorum yine daha üst hiyerarşide bir faaliyeti alt ihtiyaçlar karşılanmadan yürütenler de mevcut. misal ihtiyaçlar hiyerarşisi diyor ki sanat üretmek için karnının tok olması lazım. bakın yoksulluktan ölmüş ama yine de sanat üretmiş birçok sanatçı var. neyse bu başka konu.insanın temel varoluşu için bir bebeğin yapmak zorunda olduğu davranışlarından elde edilmiş bir ihtiyaç şeması akıla daha yatkın geliyor benim açımdan da. soluma beslenme hareket vb... dağıtmayalım.

    geçim sıkıntısı bunların karşılama çabası içine iter insanı. insan yaptığı iş ile çözdüğü sıkıntı düğümü arasında salınıp durur. birçok insanın ömrünü böyle tüketir. bir geçim sıkıntısı dediği şey bir onu çözmek için uğraşı. sarkaç misal bir o yanda bir bu yanda. yaşamak hafta sonu tatillerine, dini milli bayramlara, senelik izinlere, en nihayetinde emekliliğe ertelenen, bir şey olarak vardır bu kişilerin zihninde. çocuklar hele biraz büyüsün der misal, hele okul bitsin, hele eli ekmek tutsun, böyle uzar gider ninni gibi... mışıl mışıl uyutur. geçim sıkıntısının çözülmüş hali zenginlik yaratır. yani bunu yaratmaya muktedirdir. misal koç ailesinin geçim sıkıntısı mı var iş yapıyor diyebilirsiniz. geçim sıkıntısı yok elbette. geçim sıkıntısının form değiştirmiş bir hali var. daha geçim sıkıntısının zarının delinmesi var, delinip iç sıkıntısıyla karışması var yoğun biçimde. böylelilikle ikinci huzursuzluk kaynağı olan sıkıntının iç sıkıntısı olduğunu da belirtmiş olalım. iç sıkıntısıyla geçim sıkıntısı birbirine karışabilir. aralarında zar o kadar dayanımlı değildir. uzun süre geçim sıkıntısı çeken birinde kronik iç sıkıntısı olur ya da iç sıkıntısı çeken birinde geçim sıkıntısı baş gösterir, gösterebilir.

    iç sıkıntısı ve geçim sıkıntısını aslında can sıkıntısı üst başlığında ele almak daha doğru olurdu. ama neyse geçti artık. iç sıkıntısı, aslında boş vakit demektir. daha doğrusu boş vakitin bireyi içine ittiği boşluk demektir. huzursuz olup olmadığını kendine soran herkes huzursuzdur. haliyle huzurlu olmanın yolu bu soruyu kendinize soracak kadar bir hayatı idrak ve boş vakite sahip olmamaktan geçiyor desem abartmış olmam. nietzsche nin yalnızca sığ zihinli insanlar ve çocuklar mutlu olmaya elverişlidir ile kastettiğinin aslında huzursuzluğun mutsuzluk, huzurun mutlululuk olduğunu bu minval üzere düşünüyorum. iç sıkıntısının başta sanat dalları olmak üzere sosyal bilimlerin, geçim sıkıntısının ise fen bilimlerinin zemini olduğunu biraz dikkatli baktığımızda görürüz.

    uzamasın.

    huzursuzluk değil huzursuzluğun kontrolden çıkması kötüdür. kontrol edilebildiği müddetçe huzursuzluk bireyin kendini tüketerek canlılığı üretimine katkı sunar. huzursuzluk çürümedir ve çürüyen her şeyde hayat vardır. sorun hangi hızda çürüyeceğimizdir.

    ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden...
  • "insanların benden uzaklaşırken alıp götürdükleri, yaklaşırken de getirmedikleri bir şey vardı ki adını bulabilmek için neler vermezdim. içten içe seziyordum, oydu huzursuzluğumun nedeni.”
  • zülfü livaneli'nin beni en cok etkileyen romanı. hem ağlatır hem güldürür. hele o marullar yokmu, o marullar.
  • bugünlerde en çok hissettiğim ruh hali. geçmişte yaptıklarım, yapmadıklarım hepsi benim için huzursuzluk nedeni. bu konuyu aileme de açamıyorum, hemen senin ne sorunun var diye başlıyorlar söylenmeye. bana da geceleri ağlayıp huzursuzluğuma huzursuzluk katmaya devam etmek kalıyor.
  • zülfü livaneli kitabı.
  • kitabı bitirdikten sonra iki şey arasında kaldım. yazar sanat dünyasındaki yerine dayanarak toplumun dikkatini ezidilere çekmek için acele ve baya üstünkörü yazmış gibi ya da ezidi ve dram kavramı çok tutar gibi düşünüp yine sanat dünyasındaki yerine dayanarak ticari amaç güderek yazmış gibi. kısacası vasat bulduğum, beğenmediğim bir kitap sözlük.
  • kitabın en vurucu cümlesi hiç şüphesiz ki "beni alıp tekrar karnına soksan bile koruyamazsın artık anne!" budur.

    okuduğum ilk livaneli kitabıydı. sonra çocuk kitabı olan “son adanın çocukları”nı okudum. yurt dışında yaşıyorum ve türkçe kitaba erişimim sınırlı. çocuk yetişkin demeden her kitabı okuyorum.
  • bugün içimde daha şiddetli seyreden bir huzursuzluk mevcut. sabahtan beri ne yediğim şeyden ne sohbetlerimden bir tad alamadım. aklım sürekli bir odağa takılmış durumda. artık ülkenin gündeminden midir nedir bilmiyorum ama bugün iyicene ayyuka çıktı bu huzursuzluk hali. dışarıda hava günlük güneşlik ama ruhum sağanak yağışlı, kasvetli.
    edit: imla
  • yıllardır hissettiğim duygu. yaşadığım şehir ve ülke kaynaklı.
  • okuduğum ilk zülfü livaneli kitabı.

    olayın akış örgüsü, kahramanın kendi başına kalışları ve iç sesini konuşturması, mekanların ve kişilerin tasvirleri bana dan brown romanı okuyor gibi hissettirmiştir.

    kitabın son sayfalarına kadar su gibi akması, kolay okunması, olayın geçtiği mekanların içinde hissetme duygusu gerçekten güzel.

    gel gelelim sonu beklediğim vuruculuktan biraz uzaktı. olsundu. varılan nokta tatmin etmese de yolculuk harikaydı.
hesabın var mı? giriş yap