• çoluk çocuğu ulasal gazetelerde köşe yazarı yaparsan böyle abuk sonuçlar çıkar ortaya. çoluk çocuk demişken pek tabii ki fiziksel yaştan bahsedilmemektedir. bu arada varsayalım ki yazar köşe yazısını kırdığı pot temelinde oluşturmadı. ne fark eder ki köşelerin %100 kişisel hezeyan mecrası olması ne kadar kabul edilebilir bir durumdur?
  • eski kocasına "ayar" vermiş.

    o değil de adam allahtan jacqueline dinliyormuş. ya tuna mozart dinleseydi ?! mozart'a yazık olurdu lan.
  • müzikten, aşktan ve her türlü incelikden habersiz tiplerin ulusal basında köşe yazarı yapılmasının sonucunun; köşelerin eski kocalara 'ayar çekmek' (hey yavrum türkçeye gel !!) için kullanılması, üstelik bu yapılırken ölü sanatçıların diriltilip eski kocaya manita olmasının sağlanması olduğunu gösteren son örnek.

    ki kendisi allahı var; yukarıdaki konular bakımından türk basının vasatından fersah fersah yukarıdadır. fakat "basın" dediğiniz, tıpkı ülkenin geneli gibi sanki 'eğreti modernliğin' yarattığı absürdlükler yetmezmiş gibi, 80 sonrası bir de 'kozmopolitleşme' nin sillesini yiyince öyle bir hale gelmiş ki, heyhat, vasatın üstünde olmak bile zırvalamaya engel teşkil etmiyor...

    ilber ortaylı; hoşgörü kelebeği, yarı-aydın liberallerden korkmadığı zamanlarda der ki; "elitizmin bitmesi dünya için felakettir". insan bazen hak vermeden edemiyor..
  • madem bu kadar yakından takip ediyordu tuna kiremitçi'yi; ortada çello çalan jacqueline diye bir hatunun varlığını duyunca; en azından "nasıl bişiymiş lan bu jacqueline" diye merak edip gugıllamamış olması çok çok ilginçtir. günümüzde bakkalın çırağının hakkında bile internette en az 3-5 satır yazı, birkaç resim barındırırken, sayın aydın böyle bir şeyi akıl mı edememiştir, yoksa nedir?
  • (bkz: bazinga)
  • jacqueline'i ben de tanımam bilmem, maalesef incelmiş bir müzik zevkim yok. ama azıcık okuyan yazan biri jacqueline'nin yazarın hayranlık duyduğu bir müzisyen olduğunu, gerçek sevgilisi olmadığını anlar ya. "müzik tarihinin" falan diye bir şeyler de söylüyor adam bahsederken. birine gönderme belli de sana değil be iclalim. hay allah. sen sen ol uykusuz yazı yazma bir daha, hatta yazı yazma bir daha.
    ayrıca okumam etmem tuna kiremitçi'yi ama ben bile tahmin ederim gerçek bir sevgilisi olsa ona olan sevgisini gazete köşelerine bu denli özel hissiyatla taşımayacağını.
    fena olmuş hakkaten.
    (bkz: allah düşmanımın başına vermesin)
  • 'biraz samimiyet' dedirten insan tipine güzel bir örnek. tuttuğunu gazete köşelerine istifleyenlere de güzel ders olmuştur umarım
  • her kadında görülen "unutulmaz ve özel olma" sendromu kendisinde de var. bir zamanlar birlikte olduğu ve daha sonra yollarını ayrıdığı kişinin dünyasında özel yerini korumak istiyor, unutulmak istemiyor, onun dünyasında hep var olmak istiyor.

    unutulmaz biri olarak kalmak istediği için "hayatına giren her yeni kadına köşesinden güzelleme yazarken eskileri gömmeden, bir biçimde onları yeni hikâyesinin altyapısı haline getirmeden de bunu başarabileceğini öğretmeli artık biri ona.." demiş,

    özel biri olarak kalmak istediği için "bana yazdığı mektuplardan birinde, söylediği vakit çok etkilendiğim “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesi vardı. jack nicholson’ın bir filminden alıntı yaptığının altını çizmişti. aynı cümleyi daha sonra aynı vurgularla demet sağıroğlu için de kullandı..." diyerek sitem etmiş.

    sanırsam birilerinin kadınlara, yollarını ayırdıkları kişilerin dünyasını sonuna kadar işgal edemeyeceklerini öğretmesi gerekiyor. iclal aydın'nın kişiliğinden soyutlayarak söylemek gerekirse ille de "baaannn heeep ösel olcaaammm, baaan unutulmicaammm" takıntısı olan kadınların da her şeyden önce özel ve unutulmaz olmayı haketmeleri gerektiğini bilmeleri gerekiyor. insanlar bazen haketmedikleri şeyleri de hırçın çocuklar gibi ayaklarını yere vura vura talep edebiliyorlar ki bu belli bir yaştan sonra çok komik gözüküyor.
  • hiçbir şeyden çekmedü
    çellodan çektüğü kader
hesabın var mı? giriş yap