• günümüz için bir tanım yapacak olursak; soruşturmalara, şikayetlere, velilerin ileri geri konuşmasına rağmen öğretmenliğini yaptığı çocuklara sorgulamayı ve sistemli düşünmeyi öğreten, muhakeme ve münazara yeteneğini kazandırabilen öğretmen demektir.

    gelecek nesil her öğretmenin değil, sadece idealist öğretmenlerin sırtında yükselecektir.
  • bu öğretmenlerden biri de bizim okula atanmıştı; sene, geçen sene. yok yok, taaa 90'ların sonu, ben o zamanlar ortaokuldayım.

    hocanın da ilk veya ikinci görev yeriydi diye hatırlıyorum, branşı müzikti. konservatuar eğitimi almıştı. doğma, büyüme, okuma vs her şeyiyle istanbulluydu ama gelin görün ki garibimi 10 bin nüfuslu taşra kasabamıza atamışlardı.

    bir de henüz çok gençti, 22 veya 23 yaşlarındaydı. lâkin çok güzel bir kadındı. nereye gitse hemen farkediliyordu. beyaz tenli, sarı küt saçları vardı. gerçek ismi ayşegül'dü ama bizim arkadaşlar kendisini dönemin ünlü mankeni duygu dikmenoğlu'na benzettikleri için kendi aralarında ondan duygu diye bahsediyorlardı. ben ise gwyneth paltrow'a daha çok benzetiyordum, yalnız kaldığımızda da kuzu diyordum.

    kısacası, kendisine hayran olmamamız için hiçbir neden yoktu, hemen tutulmuştuk. tabi o da bunu karşılıksız bırakmadı, geldiği ilk günden itibaren bizimle çok ilgilenmeye başladı. meselâ ayağının tozuyla hemen bir müzik klübü kurdu; hem sesi güzel olan arkadaşlar, hem de benim gibi bet sesli ama müziğe ilgi duyanlar için hoş bir etkinlikti.

    yalnız zamanla kendisine bir konuda çok gıcık olmuştuk. zira, türk müziğinin neredeyse her türlüsüne mesafeli ve alaycı bir tavır sergiliyordu. meselâ " hadi bir şarkı söyle evladım " dediğinde, o yaştaki çocuklar da doğal olarak ibrahim erkal, cengiz imren, tarkan veya mustafa sandal'dan bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. fakat çocuklar daha başlar başlamaz " sus tamam " diye kesiyordu, midesi bulanmış gibi bakıyordu.
    " üzgünüm ama çocuklar bunlar müzik değilll " diye de ekliyordu. ve sürekli flütle klasik eserler çaldırıp, ingilizce şarkılar söyletiyordu.

    ve işte bu sayede, ne yapıp edip, içimizden bir arkadaşa londra'daki müzik okulundan burslu eğitim almaya hak kazandırdı, demek isterdim ama öyle olmadı tabi. zira kurstan çok sıkılmaya başlamıştık. ama yine de öğretmenimize olan hayranlığımızdan dolayı devam ediyorduk.

    neyse, gel zaman git zaman, bizim bu duygu hoca kendisine sevgili yaptı. tabi küçük bir kasabada olduğumuz için, elemanı da tanıyorduk; zengin bir ailenin serseri oğluydu; serseri diyorum, çünkü hiç çalıştığını görmedim. ailesinin benzinlikleri vardı ama kendisi hakan taşıyan ve azer bülbül dinleyip, arabayla lise önlerinde gezmekten başka bir şey yapmıyordu.

    yalnız artık bizim okulun önünde takılıyordu, çünkü her sabah gelişte ve akşam çıkışta duygu hocayı okula o alıp bırakıyordu.
    tabi biz bu ilişkiyi öğrenir öğrenmez, hayal kırıklığına uğradık; ona bu tipi hiç yakıştıramadık. çünkü o bizim için âdeta bir john keating'ti ya da ne bileyim çalıkuşu feride'ydi.. ve o yüzden günlerce ağladı.... şaka şaka " elemana bak ya güzelim hatunu kaptı " diye iç geçirdik sadece. hocaya da gevşek gevşek gülerek " hayırlı olsun hocaammmm " dedik, o da kikirdeyerek " susun çocuklar çok ayıp " şeklinde cevap verdi. zaten okullar yaz tatiline girince de hemen düğünü oldu, ilk dansını da güz gülleri ile yaptı.
    muhtemelen şu an dört tane çocuğu vardır.

    bu da böyle bir anımdır.
  • dusunce maddeden once gelir ve maddeye bicim verir felsefesindeki ogretmen tipi. bunlar ayni zamanda yaramazlik eylemlerinin yeni yaramazlik fikirlerini urettigini degil oncesiz ve sonrasiz yaramazlik ruhunun kendini yaramazlik eylemlerinde gerceklestirdigini de savunurlar. bu tipin en bilinen ornegi hegel'dir.

    (bkz: kavrami gotunden anlamak)
  • 1992. bir ege kasabasında anadolu lisesi. 36 kişilik sınıfta üç fethullahçı (o zamanlar yandaşları hoca efendi veya hoca efendi hazretleri derdi. karşıtları fethullah veya fettoş derdi. yandaşlar gruba cemaat veya hizmet der, karşıtlar ise fethullahçılar dedi. fetö'ye yıllar önce fetö diyebilmiş kişiler başlığı full yalandır. fetö lafı akp'nin icadıdır.) bir de mhp'li var, gerisi ya solcu ya anarşik ya entel ya lümpen.

    bir fen bilgisi öğretmeni geldi imam hatip lisesinden. zeka geriliği ve öğrenme sorunları olan ama torpille anadolu lisesi'ne geçiş yapabilmiş kaymakam çocuğuna "haydi bunlar zaten biliyor da dinlemiyor konuyu, sınavda yapacaklar. sen neyine güvenip lak lak ediyorsun?" diyebilen bir adamdı.

    adam baktık konuya hakim, iyi de anlatıyor. dedik ki hocam bu okula gelsenize. (zira o zamanlar okulun fen bilgisi derslerini ingilizce science kelimesini "sıcıence" diye okuyan zeka özürlü, arkası sağlam bir ülkücü yürütüyordu.) adam zaten siz yapıyorsunuz, oradaki çocukların daha çok ihtiyacı var deyip gelmedi ya lan.

    bıyıkları sigaradan sararmış o emmiye büyük saygı duydum yıllardır. insanın inandığının gereğini yapması kadar güzel bir şey yok.
  • her öğrencinin eğitiminde en az bir kere karşılaşması gereken öğretmen. düşünmeyi sorgulamayı kendi doğrularını bulmayı öğretir. ne kadar erken karşılaşma şansına sahipse öğrenci o kadar çok kendi olur.
  • grigory s. petrov tarafından yazılan 70 sayfa kadar bir hikaye kitabı- mini roman. atatürk'ün bu yazara karşı olan ilgisini biliyoruz. bu yazıda bu ilgiyi cebe atalım, kullanacağız. bu kısa romanı okurken çok geniş bir bakış açısıyla yorumlamamız gerekir. şöyle ki bu kitabın yazarı olan petrov, 1925 yılında vefat etmiştir. 1925 yılını cepte tutalım, ileride kullanacağız. yazacağım bu uzun yazıda petrov'un kitabından kesitlerle birlikte bazı yerlere değinmeye çalışacağım. kitap fazlaca romantik bir kitap, bunun bilincindeyim elbette fakat 70 sayfalık bir kitaptan nasıl ''yeni bir türkiye'nin'' ortaya çıkarıldığına dikkat çekmek istiyorum. öncelikle kitabın konusu genel anlamda şu: çok ünlü bir matematik profesörü olan raçinski bütün şöhretini geride bırakarak bir köy okulunda köy öğretmeni olmak ister. meslektaşları raçinski'nin bu kararı karşısında ona muhalif durumdadırlar ve yapmaya çalıştığı şeye karşı çıkarlar.
    raçinski ise onlara şöyle karşılık verir "... kötü okullar, kibrit çöpü gibidir. bir dakika etrafını aydınlatır ve sönerler. halkın zihnindeki karanlık deryanın dağılması için, büyük ve parlak fenerlere ihtiyaç vardır. ve ben, doğduğum köyde bir aydınlık fener olmak istiyorum."
    ve bu kararını şu sözlerle desteklemeye başlar: "kedi ve köpek yavrularını düşünün; hepinizin bildiği gibi kör doğarlar ve birkaç hafta gözleri açılmaz.
    işte bizim insanlarımızın hali de böyle! gözleri kapalı ve hiçbir zaman hayata dahil olmamış! kendilerine bahşedilen yeteneklerin hiçbirini geliştirme imkanı bulamamışlar. neredeyse dünyanın en büyük yazarlarına sahip olan bir halkın büyük kısmının okuma yazma bilmediği gerçeği üzücü değil mi? yüz milyon insanın yüzde altmışı okuma yazma bilmediği için kendi yetiştirdiği yazarların kitaplarını okuma zevkinden yoksun."
    devamında ilk yıllarımızdaki ve hatta günümüzdeki türkiye'nin bir özetini geçer petrov:
    '' … abartılı övgülere bakılacak olursa bizde her şey var fakat gerçekteyse hiçbir şey yok. topraklarımızın zengin olduğundan hiç kimsenin şüphesi yok fakat bu toprakların üstünde yaşayan insanlar çok fakir durumdadırlar. bu insanlar, bu topraklarda çok az şey üretiyorlar. kendilerine gerekli olan şeylerin büyük bir kısmını başka ülkelerden satın alıyorlar: yabancıların ürettikleri aletleri kullanıyorlar. vatandaşlarımız makineler, kumaşlar, hazır elbise ve ayakkabılar satın alıyorlar. cam ve sabun satın alıyorlar. her türlü damızlık hayvan, temiz tohumluk buğday satın alıyorlar. hatta kağıt, mum ve boya malzemelerini dahi dışarıdan alıyorlar. acaba daha neleri dışarıdan almıyoruz? bütün bunlara karşı peki biz ne üretiyoruz? çok az şey değil mi? kurşun kalemden tutun da iğne, iplik ve düğmelere varana kadar en basit şeyleri dahi dışarıdan alıyoruz... '' … kısacası bunu da biz ürettik diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok. yurdumuza her şey dışarıdan ithal ediliyor. hem de nasıl? ateş pahasına değil mi? … ''... bu eşyalar çok pahalıya mal olduğundan bedellerini peşin ödeyemiyoruz. yabancı malları ancak taksitle satın alabiliyoruz ve bunun sonunda da bu eşyaların fiyatları kat kat artıyor. ama biz yersiz ve abartılı övünmelere devam ediyoruz: bizim ülkemiz dünyanın en zengin ülkelerinden biridir diyoruz. buna karşın insanlarımızın nasıl bir hayat yaşadığına iyi bakın...''
    ''... yüz milyonluk bir ulusu oluşturan insanlar yeni doğmuş köpek yavruları gibi gözlerinin açılmasını bekliyor. kör doğan bir köpek yavrusunun gözleri dahi bir iki haftada açılır fakat rus halının gözleri yüz, beş yüz belki de bin yıldır açılmıyor...''

    buraya kadar çizilen tablo cumhuriyetin ilk yılları dahil olmak üzere bugüne kadar neredeyse geçerliliğini korumaktadır. kitabın anlatısı o denli bir gerçekliğe sürüklüyor ki bütün paragraflarını burada alıntılayası geliyor insanın: bu biz değil miyiz? diyerek. cumhuriyetin ilk yıllarındaki millileştirme, milli sanayi kalkınma hamleleri, yerli üretime ve sanayiye teşvik, yerli malına teşvik ve üretim, üretim, üretim... kendi kağıdımızı (bkz: mehmet ali kağıtçı), kendi uçağımızı (bkz: nuri demirağ) kendi demiryolumuzu, kendi kumaşımızı, yünümüzü, havlumuzu (bkz: sümerbank) her şeyimizi kendimizin yapmaya çabaladığı bir dönem. işte petrov böyle bir resim çizmiştir. rus halkı temelinde değil de bunu türk halkı temelinde düşünelim. atatürk'ün iyi bir petrov okuyucusu olduğunu biliyoruz. beyaz zambaklar ülkesinde kitabının dönemin en çok okunan kitapları arasında olduğunu da biliyoruz. yani atatürk petrov'un fikirlerine hakim. ve bu yazar 1925 yılında hayatını kaybediyor. biz 1933 yılına gidelim. onuncu yıl nutku'na. mustafa kemal diyor ki o nutuk'ta '' … türk milletinin karakteri yüksektir. türk milleti çalışkandır. türk milleti zekidir. '' peki petrov bu sözlerden 10 yıl kadar önce ne diyor aynı kitabında (petrov buradaki sözlerinde bir sitem gösteriyor öncesinde rus halkının sefilliğinden, işe yaramazlığından, içmesinden, kadına hayvan gibi muamele göstermesinden bahsedip devam ediyor : '' … bütün bunlara rağmen biz hala rus milleti zekidir, çok çalışkandır, iyidir, naziktir, asildir diye övünüp duruyoruz.''

    işte burada farklı söylemler gibi gözükse de bir gerçek var. mustafa kemal'in türk halkına olan içten güveni. 3 yıl öncesinde kubilay'ı şehit eden de türk halkıyken, şubat 33'de bursa'da devleti protesto edenler de türk halkıyken atatürk çıkıp kendi kafasında idealize ettiği ve bu ideallere ulaşma yeteneğini ve gayretini gördüğünü düşündüğü türk milleti için yukarıdaki sözleri söylemiştir. türk halkını kafasında çok derin bir yere koymuştur atatürk. onuncu yıl nutkunda sanatı, bilimi ön plana koymuş ve türk milletinden medeni bir millet olarak bahsetmiştir. bir lider kendi halkını daha nasıl yüceltebilir? petrov'un sitemi hiçbir şey yapmadığımız halde halkımızı ve ulusumuzu neden yüceltiyoruz diyeyken, atatürk'ün idealize ettiği gerçeklik ise bir millet, büyük bir devrim ile küllerinden doğarken her şeyi yapmaya çalışıyoruz ve bu millet bu övgüleri hak ediyor konuşmasıdır.

    petrov'un on yıl önce bahsettiği her şey adım adım türk halkı için denenmiştir. halkevleri kurulmuş, türk halkı meşgale sahibi edinilmeye çalışılmıştır. ülkü dergisi çıkartılmış, okur-yazar bir millet temeli atılmaya çalışılmıştır. köy öğretmen okulları açılmış fakat köylere öğretmen yetiştirecek olan öğretmenlerin eksikliklerinden dolayı proje sekteye uğramıştır. ardından atatürk'ten hemen sonra köy enstitüleri açılarak okullar ''bir kibrit çöpü'' olmaktan çıkarılmış, türk halkı yetkin bir millete dönüştürülmeye başlanmıştır. ve şaşırır mısınız bilmem ama petrov'un kitabında da raçinski'nin köyde elde ettiği başarıları riskli gören köyün ileri gelenleri(!) raçinski'nin önünü tıkamış ve bu projeyi de bir şekilde tarihe gömmüşlerdir. hani bizdeki köy ağalarının köy enstitüleri'nden rahatsız olup da oy tehditleriyle menderes'e kapattırdıkları gibi hani. (menderes de bir ağa tabi)

    sonuç olarak raçinski köy okuluna gitmiştir, aşırı romantik ve idealist bir zemine sahip öykü olsa da her aşırılıktan biraz makulluk bulabilmeli, bu makulu kendimize enjekte edebilmeliyiz diye düşünüyorum. mustafa kemal eğitim devrimlerini yabancı profesörlere, milli bürokratlara ve idealist yazarlara emanet etmiş, döneminde hiç olmadığı kadar eğitime aç bir toplum inşaa etmeyi başarmıştır. bugün hala köy enstitüsü mezunu bir öğretmen ile oturup sohbet etmeye kalktığınızda emin olun o devrimlerin kokusunu, tadını benliğinizde hissedeceksinizdir.

    günümüzdeki gibi şovenist değil de gerçekten idealist olabilen öğretmenlere sahip olabilmek dileğiyle.
  • gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülke olmasının temeli olan öğretmendir.

    işini önemseyen ve iyi yapan bir öğretmenin ürünü huzurlu ve mutlu bir ülkedir.bir çocuk kaliteli bir insana dönüştürülmek isteniyorsa bunun temeli aile ve çevre değil okuldur.bazen aile ve çevreden kurtarılması gereken çocuklar da vardır ve bunu akıllı,kaliteli, yol gösterici öz güvenli kendisiyle ve insanlarla barışık bir öğretmen yapabilir.okulda geçen onca zamanı boşa harcamaz ve çocuklara bilimsel bilgiyle ve sorgulayıcı bir tavırla yaklaşırsa bu iş olmuş demektir.çocuklara öz güveni,birey olma bilincini,saygıyı,vicdanı ve adalet duygusunu aşıladıktan sonra emin olun ki bu toplumdaki çürük elmalarda hızlı bir azalış gözlenecektir.
  • küçük çocukların yüreğine dokunabilmek için...
    herkese merhaba tekrardan bir incelemem ile karşınızdayım . bu uygulama sayesinde tanıştığım bu kitap beni oldukça etkiledi. çok yalın bir dile sahip olan bu kitabı bir çırpıda okuyabilirsiniz . fakat bizlere verilen mesajları iyi algıladığımız zaman bizlere çok şey katacağına inanıyorum . fazla uzatmadan, kitap hakkında yorumumu sizlerle paylaşmak istiyorum.

    yüreğinize dokunması dileği ile ...

    matematik profesörü s. a. raçinski’nin öğretmen ve öğrencilere örnek olacak hayat hikayesini konu almaktadır. paçinski sadece öğretmen değil çünkü tüm öğretmenler bu kadar güzel insanın yüreğine dokunamaz .bir eğitimci olarak raçinski, gerçekten usta bir sanatkar. onun dersleri, başkalarının yaptığı gibi, bir takım kuru ve cansız anlatımdan ibaret değildi. profesörün ruh ve fikir dünyası daima canlı, ders sunumları da çok zevkli ve heyecanlı idi. öğrencileri, profesörün verdiği bilgilerden yararlanmakla kalmaz; bu büyük insanın akıl ve mantığından süzülen fikirlerin derinliğinden ve ortaya koyduğu ispatlarının gücünden de, ayrıca bir zevk alırlardı. hayatımız da böyle değil mi annemiz ,babamız ve yüreğimize dokunabilen öğretmenlerimiz bize en güzel şekilde yol gösterir , ışık kaynağımız olur ve bizi doğru bilgiler vermek amacı ile en doğru yolları seçer . hayalimin mesleği olan öğretmenliği bende s. a. raçinski’nin gibi gerçekleştirmek isterdim . evet güzel bir bölüm okuyorum belkide evren 'öğretmen' olamasın demek için bir araya gelmiş olabilir . neden böyle düşünüyorum bunu da aktarmak isterim sizlere okul hayatım boyunca öğretmenliğin en kutsal meslek olduğuna inandım ve inanıyorum. belki sizler de benim gibi bu diyaloğun içinde bulundunuz "herkes öğretmenlik yapamaz . sabır ,merhamet ,en önemlisi istikrar sahibi olmalısın."bunların bende olduğunu düşünüyorum ama hissettiklerim evrenin mesajı olabilir dediğim gibi. öğretmenlik okuma hayalimi gerçekleştiremedim. fakat bu eseri okurken keşke* bir öğretmenlik okuyan bir öğrenci olarak bu kitabı okusaydım dedim
    fakat bu eseri okumak için 'eğitimci ' kimliğine sahip olmak zorunda değilsiniz çünkü verdiği mesaj evrenseldi.

    şimdi düşünün iyi bir matematik profesörüsünüz eğer istersenizçok yüksek mertebeye taşınacaksınız ,tanınacaksınız,servettiniz fazla olacak ,insanlar size çok değer verecek ve kendiniz gibi matematik profesörü yetiştireceksiniz . ama siz bit r köy okulunda öğretmen oluyorsunuz . öğrencilerin yüreğine çok güzel değiniyorsun, onların çok güzel yerlere gelmesini sağlıyorsun . güzel bir duygu olacağını düşünüyorum. yazarın kitapta da dediği gibi ""bir insan, gerçek manâsıyla canlı bir mum
    gibi değil midir? "" sizce de çok yerinde bir teşbih değil mi ? eğitimci mum gibidir yanar ve bu süreçte insanlara ışık kaynağı olur ve güzel insanların oluşmasına zemin hazırlar ve mum da insan gibi ölümlüdür . zamanı geldiğinde biter ama işini en layığı ile yaparak. işte öğretmen mumdur ,öğrencilerini var oldukça aydınlattır. bu kitap ile öğretmenlere verdiğim değerin daha çok arttığını belirtmek isterim.

    bu inceleme vesilesi ile 1k da olan öğretmenlerimize ,öğretmen adaylarımıza saygılarımı sunuyorum ve gelecek sizler ile güzel demek istiyorum .

    bu inceleme hakkında biraz olumsuz yorum yapmak istiyorum. kitabın son sayfalarında geçen "içki"meselesi kitabın bütünlüğünü birazcık bozmuş . büyüsü bozulmadığı için mutlu oldum fakat bu bölümü uzatmasaydı yazar daha güzel olacağını düşünmekteyim.

    kitaba bir bütün olarak baktığım zaman kesinlikle okumanızı tavsiye ederim ....

    kitapla kalın...insanların yüreklerine dokunmanız dileklerim ile herkese iyi hayatlar dilerim.
  • yer yer alkole karşı kullanılabilecek bir kamu spotu niteliği de taşıyan, halkını eğitmek ve ülkesini kaldırmak için rahat rahat yaşadığı şehrini,mevkisini terkeden bir öğretmenin hikayesini anlatan kitap.

    önümüzdeki sene büyük ihtimalle bir doğu şehrinde öğretmenlik yapacak biri olarak tam zamanında okuduğumu düşünüyorum.

    (bkz: grigory spiridonovich petrov)
  • hangi ideallere bagli oldugu sorgulanmasi gereken ogretmendir.

    islamci ideallari ogrencilerine dikte eden bir ogretmen de olabilir, o da idealisttir sonucta.
hesabın var mı? giriş yap