• belli bir süre serbest meslek sularında yüzmüş ve turist rehberliği yaparak daha avare bir şekilde çalışmış bir insan olarak, son bir yıldır içinde bulunduğum "görece" kurumsal iş hayatıyla ilgili fikirlerimin içinde kendim de boğuluyorum, zira sevmek ve sevmemek arasında sürekli gelgitler yaşadığımı itiraf etmek durumundayım. iş hayatı;
    günde en az 10 kere birilerine iyi çalışmalar dilemek,
    20 kere zaten yapmak zorunda olduğu bir iş için birilerine teşekkürlerini ve saygılarını sunmak
    bir türlü yaptıramadığın bir iş sebebiyle birisine "zahmet edip şunu yapsana artık!!!!" demek yerine "sizi rahatsız ettiğimi biliyorum ancak..." şeklinde başlayan cümleler kurmak,
    "bir işi beceremedin" diyeceğine ya sabırlar çekerek ve sinirden klavyenin tuşlarıyla dans ederek bir şaşkına bir şey anlatmaya çalışmak demekmiş.
    kaldı ki ben bir vakıfta çalışıyorum. kültür sanat işleri yapan bu vakıfta, dünya çapında şarkıcılar, türkücüler, dansçılar, filmcilerle işler yapılıyor. bienaller birbirini kovalıyor. iş yerimize girip de hayran kalmayan yok, tepesinde bir lokanta, altında güzel konserler yapılan bir salon ve en altta da bir kahveci ve tasarım mağazası var. işyerimizde kıyafet zorunluluğu yok, pijama giymediğimiz sürece kimse ne giydin niye giydin demiyor, kimse birbirinin kuyusunu kazmıyor ve genel olarak yoğun olduğumuz dönemlerde bile huzur içinde çalışıyoruz. (en azından ben) çalıştığım yerde çalışmaktan dolayı her gün göbek atarak uyanıyorum.
    ama işte yine de...
    iş hayatı boktan bir şey, zaten öyle olmasa çalışalım diye üstüne bir de para vermezlerdi.
  • nasıl bir yer olduğunu çözemediğim bir dünya burası...ama tek emin olduğum buradaki herkesin kendine bir sıfat uydurma yarışında olduğu...mesela ben 23 yaşında adamım hala bu hayata parmağımın ucunu sokamadım ama tv'de orda burada görüyorum yirmi yaşında kız üst düzey yönetici asistanı olduğunu söylüyor, bir diğeri on dokuz yaşında insan kaynakları sorumlusu olduğunu iddia ediyor...bir ben mi geç kaldım bu hayata anlamadım gitti valla...
  • ana yazdığınızda browser'ınızın anal sex yerine analytics ve analiz olarak tamamlıyor olmasıdır.
  • asla bilmiyorum deme! bilmemek diye bir şey yok, düşün. evrenin şahaneliğine bakar mısın? yaklaşık şöyle bir şey: efendim bilmiyorsam da, sadece gözlerimin ta içine baktığınız şu birkaç saniye içinde kıvıramıyorumdur ama biraz düşünürsem hemen toparlarım işbu hususu...

    bizim aynen böyle bir müdürümüz var. (ben artık kendisiyle görüşmeyi düşünmüyorum.) kendini öyle iyi kamufle ediyor ki sırf adamın aslında hiçbir şey bilmediğini anlamam altı ayımı aldı.

    bir kere çok hızlı konuşuyordu. ben daha cümlenin temel öğeleriyle uğraşırken (kim lan? neyi ya? nerede ki acaba?) o, bilmem anlatabildim mi bakışıyla bana nazikçe kapıyı işaret ediyordu. çıkıyordum mecbur. sonraki bir hafta acaba benden tam olarak ne yapmam isteniyor diye tahminlerde bulunuyordum. aldığım notlara bakıyordum da, mevcut anlam çatışmasını adamın bir dediğinin bir dediğini tutmamasına değil de, onu yeterince dikkatli dinlemediğime yoruyordum. hay allah! başka birilerine sorduğumda bu konuyu en iyi murat bey bilir yönlendirmeleriyle yine onu buluyordum ama içeri girmiyordum bu sefer. ulan adam zaten hızlı konuşuyor, bir de daha önce bahsettiği bir hususu kısaca özetlediğini düşünemiyorum: şlalam!

    her konuda mutlaka bir şey derdi. hukukçu olmam hasebiyle bana yöneltilen sorularda bile valla tam bilmiyorum bi araştırayım dediğim o talihsiz anlarda araya girip "o konuda 2006 yılında yayımlanmış bir bakanlar kurulu kararı var." diyordu. o an tavan yarılıp konfeti yağsa yeri. adam herkesi büyülüyordu rıza baba:"o kanunun yanılmıyorsam 37. maddesi 2009 yılında değişti." diyordu bir anda. yanılmıyorsaymış! ulan bilmiyosun ki yanılasın! hemen dediği şeylere bakıyordum var mı öyle bir karar, hangi değişiklik... yok! ben bulamadım herhalde diyordum. abi adam, bırak bilmiyorum demeyi kafasından mevzuat uyduruyordu yav! "biliyorsunuz o kanun 2007'de kadük oldu." dedi bi gün. kadük de şey, hani yasama yılında yetişmeyen, bir sonraki döneme kalan mevzuat. yuh diyordum ya, kadük mevzuatı bile biliyor adam. acayip saygı duyuyordum. sonradan öğrendim ki, bu "mülga" yerine kadük diyormuş. ben ömrümde ilk kez kadük diyen birini görmenin şaşkınlığından fark edememişim. en son, 2008'de çıkan bir tebliğin 2006'da değiştiğini iddia edince... yo hayır, ben bir süre onu da aradım internette. elf gözlerin neler görüyor legolas? daha çıkmamış mevzuat değişir mi laaaan?

    böyle böyle adamın manasız emir ve talimatlarıyla boğuşurken mevzu ister istemez üst amirlere sıçrıyordu. hep birlikte yaptığımız toplantılarda da, bana söylediklerinin kısmen tam aksini iddia ediyor, yer yer bir kısmını kabul ediyor, azıcık da inkar ediyordu. yani arkadaşlar adamın ne dediği anlaşılmıyordu. o derece anlaşılmıyordu ki, bunu da kimse anlamıyordu. kendisi "hah! ben de onu diyorum, genel müdürüm, aynen." diyerek işin içinden çıkıyordu çıkmasına da, ortada bir gerizekalı ben kalıyordum afedersin.

    iş hayatında belli bir hiyerarşi düzeninde çalışıyorsanız öğrendiğiniz ilk şey, astını atlayıp üste gitmenin ne kadar ayıp olduğudur. ama benim bu ara kademe yöneticisini aradan çıkarmam devlet usûl ve erkânına olan terrrbiyesizliğimden ziyade, akıl ve ruh sağlığımın küçük bir teminatı idi. yanlış anlaşılmasın, sonra incinirim.
  • ilk atıldığınızda, canla başla çalışmanızın ve başarılarınızın kariyerinize katkısı olacağını zannedersiniz. zaman geçtikçe, kariyer denen şeyin koca bir yalan olduğunu anlamaya başlar, başarılarınızın sizden başka faktörlere ve kişilere bağlı olduğunu duyarsınız. çok zaman geçmeden, "nasıl kurtulabilirim" diye düşünür bulursunuz kendinizi.

    artık teslim olabilirsiniz ya da kariyer dediğiniz bütün yükleri atar ve kurabiye pişirmeye başlarsınız.
  • buna hayat diyenin zekasından şüphe ederim. küresel işkence düzeni daha uygundur.

    bir gezegende 60-70 yıl yaşama hakkın var ve sen hayatının 3/4'ünü sikindirik bir ofiste/devlet dairesinde/plazada, bu doğal hakını alabilmek için zamanını satmakla harcıyorsun. doğrusu buna mecbur kalıyorsun. sonra da güzelle güzelleyebildiğin kadar. olay temelinden mantığa aykırı.

    evi, arabayı, yazlığı da aldın mı ölmeye hazırsın artık. hayırlı uğurlu olsun.
  • normalde yüzüne bakmayacağın kişilerin yüzüne bakmak ve hatta muhatap olmak zorunda bırakan lanet bir hayat. insanın hergün nefret ettiği insanlarla yanyana gelmesi ve bu yüzden tüm yaşam enerjisinin akıp gitmesi iğrenç bir duygu. hayır değmeyeceğini bile bile takıyorsun ya bu durumu işte o en fenası. şu insanlar mı benim ömrümden, yaşam enerjimden çalıyor desen de önüne geçilmiyor ne yazık ki bu tip olumsuz duyguların.
  • iki masa ötemdeki adamın 2-3 yaşındaki çocuğuna her sabah telefonda "sen benim ailemsin." dedirtmeye çalıştığı yer. sonra ruh hastası, dengesiz manyak ben oluyorum.
  • iş hayatı köleliktir, özel sektör daha da köleliktir. müdürünün beyni gibi düşünme zorumluluğu kılar.

    sebebi yoktur, onlar gibi düşünüp onları tanrı gibi hissetirmek gerekir.

    verdikleri para ile ruhunuzu satın alacaklar diye düşünürler. tersini düşünenin alnını karışlarım.
  • okul hayatınızı özletir.
hesabın var mı? giriş yap