• eğer üniversitedeyken kaybetmemişseniz, (bkz: yaratıcılık).
  • yaşama sevinci. yılda en fazla iki haftalık tatil, ev kirası, ıvır zıvır masrafları için iş hayatı, insanın ruhunu emer. sırf para kazanmak zorunda olmak için istediğiniz hiçbir şeyi yapamazsınız. işte bu yüzden, "mezun olma lan napıcaksın" derler adama, inanmak istemezsin.
  • kazandırdığı komplikasyon olduğuna gore kaybettirdiği sadelik olabilir. yeni mezun bir beyaz yakalıykenki yaşamınızla şimdiki arasındaki farktır.

    bundan yıllar onceki halimi düşündüğümde aradaki fark içimi burkmaktadır. özünü koruduğunu sanarken insan, ne kadar cok değişiyormuş. o zamanlar her sabah işe otobusle gidiyordum, hatta her gün geç kaldığım için uyarı almıştım. eve donmek için saatlerce yağmur altında dolmuş bekliyordum, küf kokmuştum bir kere montum üstümde kuruduğu için. hasta oluyordum, özel sağlık sigortam yoktu, bir keresinde taksim ilkyardım’da iğne yaptırmıştım, 2-3 gün oturamamıştım. cebimde ne kadar param olduğunu kuruşu kuruşuna biliyordum, akbilimde ne kadar kaldığını da... müşteri toplantılarına giyecek kadar resmi kıyafetim olmadığı için de uyarı almıştım. sevdiğim yerlere ve işe giden bütün otobüslerin ve deniz otobüslerinin saatlerini ezbere biliyordum. maaşımın yarısını biriktirebiliyordum ailemin yanında yaşamanın da verdiği rahatlıkla. bez çantalarım vardı, bez ayakkabılarım. işten kalan zamanlarımda kendime, hobilerime zaman ayırıyordum ve eminönü’ne haftada bir gidip malzeme alıyordum. t-shirt yapıyordum, takı yapıyordum, kazak örüyordum. her yere yürüyordum. her sabah cok mutlu uyanıyordum ve bütün gün sakin kalıyordum. stres olduğumda ağlıyordum. müdürümden azar işitirsem (15 dak. geç kalma gibi sebeplerden) gözlerim dolduğu için ortamdan kaçıyordum. sürekli müzik dinliyordum. akşamları arkadaşlarımla taksim’de geziyordum, trafiği atlatırken 3 liralık bira içiyordum. indirimde alışveriş yapıyor, taksitlerimi takip ediyordum. yeni insanlarla tanıştığımda heyecanlanıyordum, arkadaşlarımla bütün gün mesajlaşıyordum. iş ve okul arkadaşlarımla gözümden yaş gelene kadar gülüyordum, sonra dolmuşta eve dönerken konuştuklarımızı hatırlayıp bir daha gülüyordum…

    o zaman yapabildiklerimle şimdikileri kıyaslayınca, değişmeyen bazı şeyler olsa da, özlediğimi fark ediyorum. o zamanki neşemi, naifliğimi, sakinliğimi. büyümek güzel, daha çok kazanmak da. ama basit yaşamak, huzurlu ama heyecanlı olmak ayrıcalıkmış.
  • (bkz: uyumadan once hayal kurmak)

    lan yatağa girdim miydi uyuyorum artık.
  • (bkz: saç)
  • kimisi de kolunu, bacağını hatta hayatını kaybediyor
  • (bkz: kalem)

    amına koyucam arkadaş, hergün on tane kalem gider mi masadan lan?!
  • -pazartesi
    -salı
    -çarşamba
    -perşembe
    -cuma
  • çalışmaya başlayana kadar, hayatta en çok çaba gösterdiğim, ve olmasından da keyif aldığım şey, insanları sevmem, onlara güvenmem ve kazanmamdı.

    tamam, öyle "herkes beni sevsin, herkesle de aram süper olsun" modundaki insanlardan birisi değildim ama, 10 yaşından beri yurtlarda büyümüş bir insan olarak da, insan kazanmanın bu hayatta ne kadar önemli olduğunu bana anlatacak kadar sıkı dostlar ve güzel arkadaşlıklar edinebildim.

    ya da ne bileyim, yetiştirilme tarzı deyin, genetik deyin, işte, böyle bir meşrebim vardı hep, ve bana her daim kazandırmıştı...

    taa ki, çalışmaya başlayana kadar.

    uyanamadım tabii ilk başlarda... mesela insanlara bir şeyleri anlatmaktan çekinmedim, yeri geldi güvendim. "takım olarak" bir şeyleri başarmayı "gerçekten" istedim, hep iyi niyetle yaklaştım, falan filan...

    sonra dediler ki; porofesyenellik dedikleri böyle bir şey değilmiş. bu işler de öyle olmazmış. insanlarla konuşmayacakmışım o kadar, hatta yeri gelecek, bile bile suratsız olacakmışım, güvenmek mi? o zaten en büyük zaafım olurmuş. dedim tabii; "olur mu bacım öyle şey?" diye, hatta direndim de. "bu benim tarzım, ben iş hayatında böyle samimiyetimle, kendimce var olacağım ulen!" gibi safsatalarım oldu en başta...

    ama nafile tabi... yıprandım ben de... "pes ettim" demiyeceğim, sadece direnmenin değmeyeceeğini düşündüm işte. belki de hemen herkes de benim gibi düşünüyor. neyse...

    velhasıl, ben de artık iş yerimde olabildiğince az konuşuyorum, normalde çok hoş sohbet ve pek çok konuya karşı ilgili bir insanımdır aslında... kimseye de güvenmiyorum arkadaş, kimsenin de bana güvenmesini istemiyorum. kimseyle kavga da etmiyorum, "kişiselleştirmemem" kazımmış olayları öyle kavgayla falan...

    aslında belli, kafası bana yakın olan adamlar yok değil işyerimde, ama çağırmıyorum hiçbirisini evime, dışarıda da pek fazla buluşmuyorum. sadece hep birlikte organize edilen "event"lere iştirak ediyorum, o kadar...

    önceki halimle şimdiki halimi kıyasladığımda görüyorum ki, ben beni ben yapan hemen her şeyi kaybetmişim iş hayatında. belki de fazla dramatize etmiş olacağım ama, yavuz çetin'in yaşamak istememini de bundan yakın buluyorum belki de kendime. nasıldı:

    benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız
    benden bir hissiz yaratmayı nasıl başardınız
    benden bir uyumsuz yaratmayı nasıl başardınız
    benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız ?
  • zaman kaybettiriyor. zaten hepimiz olecez, ofislerde tikilip kaliyoruz.
hesabın var mı? giriş yap