• hala alışamadığım durumdur. eğer yanınınızda biri çekiştiriliyor hatta dedikodu yapılıyorsa ve siz de bunun bir parçası olmuyorsanız ertesi günkü konu siz olabilirsiniz. yani ne dedikodu yapsanız oluyor ne yapmasanız.
  • diken üstünde yapılan her şey gibi zevk verir bu hadise. ya telefon çalar, ya da başka bir iş çıkar bölünür. bu yüzden (bkz: tadı damağında kalmak)
  • kacinilmaz bir dongudur. karisiktir biraz "dedikodu yapmak", dinleyici pozisyonunda bile bu eyleme katilmak demek dedikodu etmektir. ornegin kimin kac lira maas aldigini, is cikisi neler karistirdigini, mudur olmak icin neler yapmis oldugunu ogrenirsiniz ve ayaginizi ona gore denk alirsiniz-onlem alirsiniz. birileri gelir anlatir hep, anlatacaktir da engel olamazsiniz. sorun duyduklarinizi diger kisilere aktarmamaktir, dedikodu dongusune dahil olmamaktir ve sunger olmayi bilmektir ama hacim olcusu yapmis olmak da gerekir ki sizinti yapmayasaniz. yapmamak diye bir sey bu yuzden kabul edilemez...bence
  • çalışanın görev tanımında yazılı olmayan, ama sabah sekiz akşam altı şeklinde on saatini işyerinde geçiren insanların sözleşmiş gibi kabul ettiği ödevidir. işyerinde geçirilen süre ilerleyip bir müddet sonra hiç bir ortak payda keşfetmeyi becerememiş -belki rekabetten*, belki yoğunluktan* kim bilir- iletişim özürlü insanların anlaşabildiği, yaparken ağızlarının sularının aktığı yegane zaman öldürme taktiğidir. kurnazlığı sayesinde yoğunum,meşgulüm ayağına yatıp solitaire oynamaktan canı sıkılıp en sevdiği* kankasının yanına gidip öteki berikini çekiştirmek bu gibilerin asli görevidir.

    tabii bunlardan sadece ofis çalışanlarına pay çıkarmamak lazım, her işletmenin efendin ne bileyim paretolarla, problem çözme teknikleri ile aşılamayacak kronik sorunu bu belki de. imalathane de bile çalışsa, yüzüne güldüğü iş arkadaşının dedikodusunu yapan işçi - formen modelleri de mevcut. yüz desibel gürültülü ortamda, elli derece sıcakta bile çalışsa ağzından tükürükler saçarak iki adam ötesindeki arkadaşının karısının bile dedikodusunu yapacak kadar çirkefleşmek, cahilliğine de eğitimsizliğine de verseniz yine de bir insanın düşebileceği en alçak seviye belki de. gerçi eğitimle ilgisi de yok çok fazla, görgü bir yerde, ya da kendine saygı sahibi olmak en azından.

    dışarıdan birisi olarak ya da yeni yetme bir çalışan olarak, bir işyerinde çalışma ortamının ne derece huzurlu, ne derece yüksek motivasyonlu olduğunu anlamanın pek bir yolu yok aslında. şansım ve belki de bir miktar işim gereği pek çok işletme görme imkanım oldu, ki şu ana kadar çalıştığım işyerinde farkedene kadar başka gittiğim hiç bir işletmede, hiç bir iş güvenliği ve işçi sağlığı maksatlı bir tabela bu kadar dikkatimi celbetmemişti. baretini tak, gözlüğünü kullan, yük kaldırırken ağırlığı eşit dağıt ve benzeri gibi bilindik uyarıların arasında, pek göze çarpmamaya çalışan, ortamın sıcaklığı ve tozu nedeniyle daha da siyahlaşmış zemine, artık solmuş beyaz harflerle yazılmış bir tabelayı görüp okuyana değin tabii ki.

    "asla dedikoduya vasıta olmayınız"

    ilk zamanlar gerçekten ilgimi bile çekmemişti çok fazla, dikkat etmemiştim, her şey güzel görünüyordu. insanlar dostça ve nazik görünüyordu, tabii ki cicim ayları geçene, insanlarla iş konularında karşı karşıya gelmeye başlayana kadar. malum çalışmak; aç kalmamak için yapılan zorunlu bir eylem kapitalist sistemde, ancak; vahşiliğin açığa çıkması ve iş dışında sosyal hayata sahip olmamak neticesinde kontrolü kaybederek aç kalmama güdüsünden de öte, bu mecburi isteğin aç gözlülüğe dönüşmesi neticesinde dedikodu silahı ortaya çıkıyor. insanlar birbirlerini çekiştirmeye başlıyor. işte o cicim aylarından sonra farkettim bu tabelanın diğer uyarı levhaları arasında tozlanmış dahi olsa ışıl ışıl parlamakta olduğunu insanlar birbirleri arkasından atıp tutarlarken bana karşı anlatıp. keza, şöyle bir detaya da girmek lazım burada belki; dedikodu yapan - yapmayı seven insanın konuşmak anlatmak için kimi seçeceği tamamen şartlar neticesinde belirleniyor, ya sizden zarar gelmeyeceğini düşünüyor, ya da sizin dolaylı olarak o lafı muhattabına taşıyacağınızı ümit ediyor.

    genel olarak bakıldığında ise yaygın kanı hemen hemen doğru; erkeğin dedikoducusu daha fena, kalp kırmak falan değil direk kafa göz kırmaya kadar varan hadiseler cereyan edebiliyor. kadınlar da ise anlayabildiğim kadarı ile daha sakin ama daha sinsice sanki, yine de pek emin olamıyorum. bir de görebildiğim kadarıyla kalite departmanlarında çalışanlar işletmelerde genelde bunun bayraktarlığını yapıyorlar. her bölüm ile kısmen de olsa iletişimde olmalarından dolayı "laf taşıma" hadisesi polenlerin yayılması misali bunlar sayesinde gerçekleşiyor gibi. *

    ek olarak: naçizane tesbitim bu yönde, herhangi bir kavga dövüş neticesinde de yazılmadı bu entry, sözlükçülerin aslında demek istediklerine girmeyelim sonra*.
  • - türker oğlum hr daki janet var ya
    - benim ekipteki bob'un çaktığı janet mi?
    - ...
    (bkz: yurt disinda turk ile karsilasmak)
  • emekli olarak ya da istifa etmek suretiyle işyerinden ayrılan insanların dedikodusunu yapmak zevkli olsa da(ne de olsa artık yoklar), halihazırdakilerin dedikodusunu yapmak tüyleri diken diken edici bir özelliğe sahiptir..bilirsin ki senin de arkandan konuşuluyodur, zaten tavrına dikkat etmen gerekirken bu dikkat ikiye katlanır..bir de bazen bilmemek daha iyidir..bu çarka alet olmamak adına..anlatılanlar bazen komik bazen dudak ısırtan cinsdendir..beşer de şaşar..öğrendiklerini en yakın arkadaşına yetiştirmek istersin ama bir yandan da korkarsın..senin de bu kuryelik * yaptığın anlaşılırsa ya diye ve çoğunluk susmayı öğrenirsin..birileri konuşur sen sürekli dinlersin aslında bildiğin daha fazlasıdır belki ama susarsın..sabrı, çok konuşup aslında hiçbir şey anlatmamayı, ziyadesiyle geyik yapmayı öğrenirsin..ne kadar zevkli olsa da seni ilgilendirmeyen biri hakkındaki harfler topluluğuna katkı yapmaz, çoğaltmazsın..nokta olmaya çalışırken sadece bir virgül olarak kalırsın zincir bozulmaz çark döner..anlamaya çalışırsın sabahın dokuzunda başlayıp akşama kadar dedikodu yapan insanları, yüzlerindeki o arsız, meraklı ifadeyi çözmeye çalışırsın ama hep bi yere kadar..anlayamazsın bana ne ya dersin..birilerinin çalışma hayatındaki amacı olsa da, uzak durulması gereken bir özelliğe sahip olduğunu bilirsin..
    gözlemlerle anlaşılan odur ki işyerinde dedikodu yapmayı sevenlerin daha çok orta yaş ve üzeri ununu eleyip eleğini asmış kişilerdir..
  • dedikodu yapmadan işe konsantre olamayan bazılarına göre doğal bir ihtiyaç.
    kadınlar için çoğunlukla birbirlerinin kıyafeti, kilosu ve özel hayatı dedikodu malzemesiyken erkeklerde bunun yerini selin'in göğüsleri ve pelin'in etek boyu alır.
    birbirlerinin yüzüne canım, cicimsiz cümle kurmayanların bir dakika sonra birbirlerini insafsızca çekiştirmesine şahit olmak da insanlardan soğumak için yeterli bir sebep.
  • "eee, yeni dedikodular var mi" girizgahiyla sigarasini yakarak, en az yarim saat surecek bir muhabbete hazirlanan bir grup insanin icinde kendini buluvermektir bazen. bu durumu, hayattan ve her şeyden bir anda soğutan şeyler basligiyla kategorize edilebiliriz..
  • (bkz: işyerinde dedikodu yapmak)
    onca yıllık iş hayatımda tüm branş üniversite mezunları vazgeçilmezi.

    -ki lafın gelişi değil ciddi ciddi onca yılı devireli bi beş sene bile olmuş hatta-

    gordüm ki; sosyal, fen, matematik demeden her branşta ortak ders imiş dedikodu.

    olm hepinizin mi ağzı boşaldı hep beraber.

    bi susun ya, dedikoduya ayıracağınız vakti işe güce verseniz ya.

    aman ha, sakın ha.
hesabın var mı? giriş yap