• pek önemli bir roman karakteridir. fransiz toplumunun en net ayrimlarla toplumsal bazda ayrismis oldugu bir dönemde, sirf bir insan olarak sahip oldugu yetenek ve beceriyle yükselmeyi siar edinip sinif atlamak için potansiyelini üst düzeyde kullanan bir sahistir kendisi. kendisini "kerestecinin oglu" olarak bilenleri dünyada bin pisman etmek için hayatini ortaya koyan bir napolyon özentisidir j.sorel.

    pek bir evrensel bir serüveni olan julien; bilgi-beceri-yetenek adina kendini farkli kilabilmis alt seviye fiskiyesi gibi "yükselmek" için yirtinir. bu hirs ve istek sinif atladigi müddet boyunca askla, tereddütle, bilgelikle, özentiliklerle birbirine karisir. her degisik sosyal alanda kendini yeniden kurar; lakin gururludur, tek sahip oldugu sey olan onurunun boyundurugu altinda tüm bu süphelerle kendini ve "adini" büyütür.

    en igrendigi ve giyotine gitmeden önce mahkemede söyledigi sey ise bulundugu tasra toplumundan siyrilmaisndan dolayi kösebaslarini tutmus olan bürokratik züppelerin kendisine ve sinifina karsi besledigi kindir. bu kin yüzünden julien idam edilmistir. her daim yükselme ümidi sunan az geçiregen bir toplumda bu umudu gerçeklige dökebilene duyulan "hasetlik"tir julien'in en fazla nefret ettigi. sirf kiskançligindan "kötü" olan tasra ile kendisini dogustan "soylu" zanneden zihniyete karsi yakilmis bir fransiz isyan türküsüdür julien sorel. ne yazik ki toplumu alt ettikten sonra intihar etmistir julien kilcal damarlarina kadar bilgelikle doluyken ve sahip oldugu hirsi hayatindaki yegane gerçeklik olan aşka yeğlemis olmanin farkındalığında pişmanlıkla geberirken..
  • julien in fiziksel zayıflığına rağmen içinde yanan hırs ateşi ve güce duyduğu tutku raistlin i anımsatır ancak aklını raistlin kadar efektif kullanamamıştır.ama sonuç yine benzer niteliktedir;aşırı hırsına yenik düşmüş,sonuçlarına katlanmayı ise intihar niteliğinde olmasına rağmen kabullenmiştir.tıpkı raistlin de herkesin az biraz kendini bulması gibi,julien de de herkesten küçük bir parça vardır. kimi kapılır hırsına kimi kapılmaz..
  • insanların hırsları,ihtirasları duygularının önüne ne kadar geçebilir insanları nereye götürebiir bu kişide fazlasıyla görülür..aslında duygusallığı, ezilmiş-hor görülmüş yanları,sözlerini söylemeden önce onları düşünen kuran tavırları vardır ihtirasının arkasında..farklı olmanın nefret uyandırabileceğinin farkına varabilmiştir. gercek sevginin merhamette ,şevkatte dokunuşta mı yoksa görüntüde, cazibede, cekicilikte mi olduğunu -belki bu ihtirasından- görmekte geç kalmıştır..**
  • elini madame de renalın elinin üzerine koymak için harcadığı çaba, o an içinden geçenler öyle bir anlatılır ki kitapta, strese gark olur, kendinizi orta okulda hoşlandığınız karşı cinse dokunmak için yaptığınız planların arasında buluverirsiniz.
  • julien'in varolma çabası ve aşk karmaşaşasının yanısıra son mahkeme konusması en etkileyici kısımlarından biridir romanın. julien apacık ortadadır o anda...
  • kırmızı ve siyah’ın unutulmaz baş karakteri.

    kasabadan kente, kentten başkentte olan yolculuğu boyunca gittiği her yerde farklı olmanın cezasını dışlanarak ödemiş, taşra için fazla zeki ve gururlu, paris için ise fazla taşralı ve pejmürde kalmıştır.

    --- spoiler ---

    julien için en acıklı olansa, bir şekilde yeni soyadı ile paris aristokrasinin parçası olarak katıldığı karargâhından çıkıp verriéres’e dönünce, o nefret ettiği taşra burjuvazisiyle ile yüzleşmek zorunda kalmasıdır. yine de yakışıklılığı ve zekâsına eşlik eden gururu, kendinden nefret eden valenod’lar, maslon’lardan af dilenmek yerine kendisini bekleyen kaçınılmaz sonu vakarla kabullenmesini öğütler ona. zindanda kalan günlerini doldururken, verriéres’li küçük napoleon kendi kendine şunları söyler:

    “nil’in nerede doğduğunu bilen yoktur. irmakların kralını, küçük bir dere halinde görmek kimseye nasip olmamıştır. onun gibi, hiçbir insan julien’in zayıf anını da göremeyecektir. çünkü julien zayıf bir insan değildir de ondan.

    (…)

    benim umutsuz halimi, yaptıklarıma pişman olduğumu duyan valenod’lar, memleket eşrafı, ölümden korktuğumu sanacaklardır. bu zayıf insanların paralı oldukları için başlarına böyle bir hal gelmeyişinden dolayı ne kadar böbürlenirler! beni ölüme mahkûm eden mariod ile cholin, ‘şu kerestecinin oğlunun haline bak!’ diyecekler. insan bilgili, becerikli olur ama, cesur olmak başka şey. cesaretin okulu yok!”

    böylece kumarda tam kazandığını sanarken her şeyini kaybettiğini anlayan bir adam olarak mahkeme heyetinin önünde muhteşem konuşmasını yapar ve sahneden çekilir. julien sorel, ihtirasının ve tutkularının kurbanı olarak gelip geçerken ise bu cümleyle uğurlanır.

    “bu baş hiçbir zaman kesileceği andaki kadar şairane olmamıştı”.

    --- spoiler ---

    [alıntılar: stendhal - kırmızı ve siyah, iletişim yayınları, ocak 2010, istanbul. fransızca aslından çeviren şerif hulûsi]
  • raistlin majere'yi andırır çoğu yönden
  • modern insanın prototipidir. (diğer bir prototipse madam bovary'dir.)
  • adamin dibidir. aristokrasiyi sikerek ele gecirmeye calisan gunumuzun kahramanidir.
  • stendhal'ın kırmızı ve siyah ya da kızıl ve kara kitabının ana karakteridir.
    okuduğum kitaplar arasında kendisiyle bu denli özdeşim kurabildiğim başka bir karakter olmamıştı.
    iki yüzlülüğünü kabullenip üçüncü bir yüz takınmamıştır. hayatına giren iki kadın da üçüncü bir yüzle bunu yapmış olsa da julien sorel iki yüzüyle hayatı sorgulamaktan bıkmamış, ölüme kendi ayaklarıyla gitmiştir.
    alternatif bir son düşünülemezdi bana kalırsa çünkü julien daha kitabın başında ailesi tarafından ezilmiş bir karakterken, tüm kasabanın kurtarmak istediği yakışıklı çocuğa dönüşmüştü. doruğu görmüştü, o yüzden bir kulenin tepesinde hapsedilmişti.
    julien ise aslen tüm hayatını statü kavramıyla boğuşuyormuş gibi geçirse de, daha kitabın başında statü kavramına inanmadığını defalarca okumuşuzdur.
    ayrıca stendhal'in kitabın sonlarına doğru din hakkında söyledikleri dönemi düşünüldüğünde büyük bir cesaret örneğidir. kısa bir paragraftır fakat etkilidir, papazın sermaye karşısında nasıl evrildiğini zaten kitap boyunca göstermiştir.

    son olarak;
    "... (soyluluğundan ve zenginliğinden kaynaklanan üstünlüğü nedeniyle) herhangi birinden daha mutlu olması gerektiğine inandırılmıştı. prenslerin ve prenseslerin sıkıntılarının ve çılgınlıklarının kaynağı budur"
    gibi büyük bir fikre sahip olan kitapta yaşar. şöyle ki matmazel la mole için bahsedilen bu düşüncenin yazılı olduğu kitap 1830 doğumlu. üzerinden 186 yıl geçmiş ve bugün, soylular için söylenenleri birçoğumuz için söyleyebiliriz. birini, diğerlerinden "daha ..." olması gerektiğine inandırmak hala en büyük kötülük, bu sabit. her yerde daha mutlu ya da daha güçlü, daha zengin, daha zayıf, daha popüler, daha farklı olmaya çalışırken tahtaları kıran insanlar var. 186 yıllık, bugün klasik olarak kabul edilen bir romanda "onarılamaz kötülük" olarak bahsedilen şey bugün yaşayabilmenin ön koşulu: yarışmak.
    bu bağlamda düşündüğümde klasikler yön gösteriyor fakat yığın hep zıttını seçiyor diye düşünebilirim. ama bence daha ilginç olansa insanın ya da yığının her şeye rağmen hala diğerlerinden "daha ..." olmaya inandırılmak için can atıyor olması.
    çok yaşa julien!
hesabın var mı? giriş yap