• aslına bakarsanız burada kavuk üzerinden bir ego tatmini de yapılıyor, yapılmıyor değil. önce köşetaşlarını belirlemeye çalışalım.

    1- ferhan şensoy kavuğu bir tiyatrocuya, tiyatroya emeği geçen birine vermek istiyor (mu?).

    2- bu kişi cem yılmaz değil. zaten neden cem yılmaz olması gerektiği net olarak bilinemiyor. cem yılmaz gerçekten istedi mi, gazeteciler mi sorup duruyor, ortalığı karıştırıyor, bazı tiyatro otoriteleri mi bu yönde görüş bildirdiler, nasıl mesajlar gidiyor geliyor, tam bilinemiyor.

    bu çerçevede neler söylenebilir, ortada dolaşan argümanlar nelerdir? biraz düşünelim.

    a) evet kavuk dümbüllünün kavuğudur, o da meddahtır. dolayısıyla niçin medahhlığa en yakın isim olan cem yılmaz'a verilmesin? ilk başta makul bir düşünce. ama dümbüllü, sadece ortaya çıkıp konuşan bir adam değil. tiyatro sanatının türkiye'de oturmasında köşetaşlarından biri. tiyatroculuğun bir yorumunu bulmuş ya da geliştirmiş, kurumlaştırmış birisi. ve en önemlisi birçok tiyatrocunun feyz aldığı, yorumundan etkilendiği, onun yorumuyla kendini geliştirdiği, aktörlüğünü ilerlettiği bir kurum. bu açıdan cem yılmaz tam bu çerçeveye oturmuyor bence. "aktörlük" kurumuna getirdiği yeni bir yorum var diyemeyiz. cem yılmaz basitçe espriye, espri kültürüne bir tarz, yorum getirdi, orada yenilik yaptı, taklit edildi. ama aktörlük bahsinde bir aktörün oyunculuk açısından cem yılmaz'dan alabileceği bir şeyler var mı, tartışılır.

    b) ferhan şensoy sadece ferhangi şeyler ile mi bu kavuğa layık görüldü? ağırlıkla ama sadece o değil. her ne kadar egosundan pek geçilmese de bir tiyatro kurdu, öncesinde yıllarını verdi, iyi çalıştı, tiyatroda bir tarz, bir yenilik hatta bir okul/ekol yarattı, genç "aktörler" ondan feyz aldılar, bir şeyler öğrendiler, tiyatroda bir ilerleme kaydetme imkanı (en azından kağıt üzerinde) buldular, yine eski aktörler zaman zaman orayı yuva bellediler, bu tiyatro ve bu ekol onlara da kucak açtı, tiyatroculuk için bir emek harcandı orada.

    c) peki ne yani, ferhan şensoy bu son tutumunda tamamen haklı mı? pek değil. çok iyi biliyoruz ki ferhan şensoy artık tamamen bir megaloman. hiçbir komedyeni beğenmiyor, (otisabi'nin dediği gibi) izlemiyor, ama en kötüsü onları izlemiyor olmayı bir marifet olarak sunuyor, bunu onları aşağılama metodu olarak benimsemiş, bu damardan yürüyor. ona göre kendisinden sonra meddahlık geleneğinde hiçbir şey yapılamadı, kimse mizahta onu aşamadı. aşılamayan bir abide olduğunu düşünüyor, buna inanıyor. ve kavuk tartışmalarını da kasten bu noktaya (maalesef kimse yok argümanı) sürükleyerek bu megalomanlığının altını çizme fırsatı buluyor, gençleri aşağılama hazzını bir kez daha tadıyor. keza siyasi duruş olarak da 20 yıl öncesinin erbakan-karşıtlığı noktasında (gerçi adamın tiyatrosunu yaktılar) kaldığı için siyasi mizah denemeleri demode kalıyor ama kavuğu verecek kişide siyasi bir duruş aradığını da ima ettiği için bu konu da çıkmaz sokakta kalıyor.

    d) cem yılmaz'ın kayıtsız şartsız hayranları ise "nasıl olur da kavuk cem yılmaz'a verilmez?" hissiyatında oldukları için konu gazeteciler için de cazip hale geliyor, sık sık işleniyor dolayısıyla tartışma mecrasından kayıyor (bir konunun düzgün tartışılmamasını istiyorsanız büyük medyanın konuya el atmasını sağlayınız, aklınızda bulunsun) bir yere varılamıyor. kanımca hem cem yılmaz hem cem yılmaz hayranları hem de tiyatro camiası kavuğu bu kadar mesele etmezse, "aman al sende kalsın turşusunu kur" havasında olurlarsa ego gösterilerine de fırsat kalmaz. kaldı ki kavuk teslimi'nin kendisinde zaten sorun var. tek bir kişinin subjektif değerlendirmesine kalmış bir taltif etme kurumu olabilir mi? sadece bu yüzden bile kavuk ferhan şensoy'da kalmalı, belki de yeni ve daha demokratik bir kavuk icad edilmelidir.
  • "layık görülmemek"ten bahsedince insanın aklında ister istemez tarihten bir sayfa açılıyor, aklımızın aynasında bir isim görüyoruz: salon des refuses.

    yıl 1863'tür. genç ressamlar çağının diğer genç ressamları gibi işini meraklılar, sanatseverler ve tabi en önemlisi alıcılarla paylaşmak üzere akademinin sergi salonuna (büyük s li salon) yollar. ve fakat akademinin geleneksel bir sanat anlayışı ve çizgisi, geleneğe tapan, resimde teknik ustalıklara prim veren, neyi, neden ve nasıl seveceği önden rahatlıkla tahmin edilen bir sanatsal yargı ve beğenisi vardır. bu yargı ve beğeni ister istemez bu beğeniye hizmet eden bir arzı oluşturur. bu arz havuzunda kulaç atmayan, atamayan mahut ressam ve resmi o sene sergide yer alamaz. ama akademi o kadar çok resmi "sergilenmeye" layık görememektedir ki "sergilenmeye layık görülemeyenler sergisi" gibi bir mana ve amaca hizmet eden, salon de refuses'de böylesi resimler sergilenme fırsatı bulur.

    neticede salon des refuses de paul cézanne, camille pissarro, armand guillaumin, johan jongkind, henri fantin-latour, james whistler ve édouard manet gibi isimler kendi işlerini sergilenme şansı bulurlar. bu isimler içinde özellikle manet luncheon on the grass ile onun, bunun kemiğini sızlatacak derecede seviyesiz olduğu iddialarıyla yüzleşmiş, gelenek çığırtkanları tarafından eleştiri konusu olmuştur.

    ve fakat beklenmeyen olur. reddedilmişleri layık görülememişlerin sergisi müthiş bir ilgi ve beğeni görür. akademinin beğenmediği, bayağılıklar ve fırlamalıklar olarak kabul ederek eleştirdiği eserler akademinin ve geleneğin önüne geçmiş, reddedilenler devrim ile "red edilmek" paydasından itibar ve görkeme ulaşmışlardır. manet bu serginin ilk meşhur sanatçısı oluverir. bu sergide jürilik yapmış bir kişi dahi kayda geçmemişken, manet nin unutulmazlar arasına girdiğini de not etmek isterim.

    kavuk teslimi hususunda ferhan şensoy'un gösterdiği tavır da bu anlamda "layık görülememek" paydasından layık görülemeyene, layık görülemediği zikredilene en büyük onuru vermiş olur. doğru ya, kavuğa layık görülen ya da görülecek kişi, kavuğu teslim almak istemiş midir, isteyecek midir?

    bunun üzerinde düşünüldüğünde ismi zikredilen cem yılmaz'ın kendisine ilk günden bu yana negatif elektrik dayatmış kendi geleneğine hizmet eden ferhan şensoy'un elinden kavuk alabileceğine, almak isteyeceğine (en azından mevcut koşullar içinde) ihtimal vermiyorum.

    ihtimal vermiyorum, çünkü önceki kavuk teslimleri birbirini uzaktan uzağa tanıyıp beğenen ya da iğrenen kişilerin arasında değil usta-çırak, abi-kardeş kabilinde aynı ortamı soluyanlar arasında olmuş. ferhan şensoy'un da bu anlamda kavuğu uzaktan uzağa beğendiği, ya da tavsiye üzerine itibar ettiği birine vermesinden ziyade, o kişinin alması, almak istemesi de çok önemli bir belirleyendir. oysa ki adı geçen kişiler arasında böylesine bir yakınlık var mıdır? hayır. olacak mıdır? sanmıyorum.

    o halde cem yılmaz'ın (ya da herhangi bir 3. şahsın) tarzı, yeniliği, şusu, busundan evvel kavuğa meyili ya da o neopotist geleneğe sempatisinin sorgulanması gerekiyor. geleneksel ve buram buram şarkiyat kokan ilişkiler içerisinde meritokrasinin geçerli olması mümkün değil. öyle olsaydı bir zanaatkar usta yanına aldığı çırak ya da aynı ortamda bulunduğu bir genç yerine namını duyduğu birilerini arar, onu makamına uygun görürdü. oysa ki bu usta-çırak ilişkisinde böylesine sınırsız bir yatay düzlemde bir dikey hareket olması mümkün değildir. kavuk içinde bunun olması beklenemez.

    ve fakat bu hal bizim spekülasyon yapmamıza, yargı ve çıkarımlara varmamıza engel değil. o yüzden beyhude olduğunu bile bile sorgulamaya devam ediyorum.

    kavuk hakkında `nazmiye demirel'in bahsini ettiği teknik bir takım ayrımların kavuk devir tesliminde belirleyci olduğu söylenebilir. doğru, makama halef olmuş diğer örneklerin aksine cem yılmaz bir tiyatrocu değildir ve hizmet ettiği tiyatro sanatı değildir. ama kavuğun orijini tiyatro değil, konum olarak (sahne)tiyatroya benzeyen ortaoyunu ve tuluat gibi klasik anlamda tiyatro geleneğinin dışına sarkan "sahne sanatları"dır. bu anlamda kavuğun dramatik ya da komik sahne sanatları arasında tiyatroyu eşitler arasında birinci sırada tutması şart değildir. kanımca tiyatro daha fazla estetik, felsefi, edebi metni barındırmasına rağmen sahne sanatı müştereğinde benzerlerinden daha üstün değildir. hatta ve hatta tiyatronun diğer sahne sanatlarına göre daha mekanik kaldığı, organik yapısını kaybettiği de rahatlıkla savlanabilir.

    çoğunlukla böylesi bir mekanik düzen içine organik ortaoyun geleneğini getirdiği için takdir gören ferhan şensoy dahi oyunun organik kısımlarında tahmin edilebilirliği daha yüksek bir aralıkta seyreder. misal vermek gerekirse: ferhangi şeylerde ışıklar kesildiğinde neler söylenebileceği önceden kestirilmiş ve çalışılmıştır. karanlıkta sahneye laf atması önden hesap edilmiş kişilerin "jeneratör yok mu?" dediklerinde "var anasını satayim , gıcıklığına çalıştırmıyoruz" denmesi, "mum yok mu?" diyenlere "nereye, ne yapılacak?" cevabının verilmesi böylesi bir mekanik iç düzenin neticesinde öngörülebilen ve kendini yineleyen dengelerdir.

    cem yılmaz'ın sahne gösterisi bu anlamda tuluata çok daha yakın bir organik seviye içindedir. ferhan şensoy'un akıllıca kurguları ve etkileşime yönelik tuzakları cem yılmaz'ın sadece konuştuğu izlenimi veren (ki ismail dümbüllü tuluatı böyle tanımlar: "tuluatçıyım aklıma ne gelirse söylerim") gösterisinde daha belirsiz bir biçimdedir. cem yılmaz "aranızda doktor var mı?" sorusunu her gösterisinde yinelerken anlatmak üzere hazırlandığı bir espriye taban oluşturmaktadır, doğru. ama burada sorunun öznesi belirleyicidir. cem yılmaz şaşırtıcı derecede cesur bir kararla doktor olması dışında hakkında hiç bir şekilde bir şey tahmin edilemeyen birisinden, yani seyirciden mevzu çıkrmaktadır.

    gelenekselleşmiş batı stand-up gösterilerinde böyle bir "aralık" oluşturmaktan bahsedemeyiz. komedyen sahneden seyirciye doğru ancak kendisinin gözlemleyebildiği ve dışarıdan gözlemlenebilen bir nispette, ucunu bucağını sınırlayacak şekilde seyirciyi oyuna dahil eder. seyirci içinden birileri çoğunlukla espriye zemin hazırlamak ile maksadını yerine getirir, gösterinin sonunda unutulur. ama cem yılmaz etkileşim içine girdiği kişileri, tavırları ve hareketleri, paylaştıkları ve paylaşabilecekleri ile beraber gösteriye entegre eder ve başından sonuna dek orkestrasyona dahil eder. bu sadece yeni bir espri anlayışının tezahürü değil, usta bir sahne sanatçısının öğretilip, öğretilemeyen sahne hakimiyetidir, virtüözitesidir.

    ol sebepten cem yılmaz'ı sadece yeni bir espri anlayışını ve batıda gelenekselleşmiş bir tarzı burada uygulayan kişi olmakla sınırlamak insafsızlık olacaktır. unutulmamalıdır ki: tuluat ötükenden ya da damarlarımıdaki asil kandan miras kalmamıştır; tuluat kendi toplumu ve kültürü içinde yenilikçi bir sıçramayla mümkün olmuştur. bu sıçramada aslan payı olan kavuklu ile tuluat nasıl bir yenilik getirmiş ve kültüre entegre olmuşsa, cem yılmaz'da kendi kavuksuz kel başından çıkanlar ile öylesine bir yeniliği getirmiş, mevcut paradigmayı kaydırmıştır (gerekirse bilimsel olurum).

    bu kayış belki dejenerasyonun neticesidir, belki de yenilik her zaman muhafazakarlar tarafından bir dejenerasyon alameti kabul edildiği içindir. (ki roll dergisi bu konuda editoryel bir üslupla "insanların kendi esprilerine güldüğü dönemlerin bayağılık sayıldığı bir dönemde mizah yapan" gibi bir önsunum ile aklınca cem yılmaz'a nispetle ferhan şensoy'u övmeye çalışıp, osuruk bir muhafazakarlık anlayışını pompalamıştır. çok ingiliz mürebbiyesin roll, hoşuna gider diye sana esnerken mendille ağzımı kapatıyorum.) ne olursa olsun, cem yılmaz o "değişikliği yapan" kişi olmuş, o değişikliği yapmış kişilere bu anlamda yakın bir isim olmuştur. yani önemli ya da kutsala harcanan emekten ziyade, önemi olan kutsallar yaratacak bir isim olduğundan kavuk değil temsil ettiği kudretli inisiyatif zaten cem yılmaz'a geçmiştir. kavuğa layık görülememesi bu anlamda belki geleneğini yaratmış yenilikçilerin, yenilik yaratamayan gelenekçilerinden sıyrılması için lüzumlu ve kaçınılmaz olmuştur.

    hulasa, ferhan şensoy'un kurduğu "salon des refuses" ve onun göremediği layık, cem yılmaz ve onun gibi yenilikler getirenler için başa en uygun kavuktur; verilmesi değil, verilmemesi icab eder. normali budur.
  • bir ihtimal daha var:

    (bkz: ferhan sensoy un kavugu kaybetmesi)

    eger ferhan sensoy kavugu kaybetmediyse, teslim etmesi gereken kisi suleyman demirel'dir. (bu fikir en cok nazmiye demireli mutlu edecektir, sanirim). cunku suleyman demirel yillarca fotur sapkasini gaptirmamak icin cabalamis ve buyuk olcude basarili olmustur. kavugu da gaptirmayacaktir. ayrica kendisi 40 yillik icraatlariyla turk tiyatrosuna espri mahiyetinde buyuk katkilar saglamis bir buyugumuzdur.

    ayrica kendisi oyunlarini genelde tek kisi oynar ve izleyici ile iletisim ve hazircevaplilik konusunda benim diyen meddaha bes basar kanaatindeyim.
  • bu kavuk denen nifak tohumu başlık, meddah mı, yoksa orta oyuncu geleneği mi, önce buna bir bakmak lazım. bildiğim kadarı ile (ve doğru bildiğime neredeyse eminim) orta oyuncu geleneği. cem yılmaz ise meddah formasyonunda. şimdi, birilerinin çıkıp da "yok efendim, mevzubahis şahıs kavuğu versin, almanya'dan oğlum gelecek de, ona verecem" şeklindeki salakça seslenişleri, had bilmezlikten öte bir harekettir. meddah'ın ve ortaoyuncunun tanımları açıktır. cem yılmaz, bence bu ülkede çıkmış en komik adamdır ve -haddim olmayarak- en takdir ettiğim. ama tiyatroya senelerini vermiş, bilgi birikimi olarak, rakip gösterildiği kişiye fersah fersah fark atacak -hatta tur bindirecek- bir sanatçıya, yarak kürek adamların tutup "kavuğu versene birader" demesi çok yalnıştır.
    bu arada cem yılmaz'ın bu konuda herhangi bir talebinin olduğunu duyan, bilen, gören, eden varsa beri gelsin.
    hariçten gazel okumayalım, ustalar her zaman işini bilir.
  • (bkz: arka fon)
  • bir ritüeldir, anlamı sembolik olup ferhan şensoy'un bunun için tribe girmesine gerek yoktur.

    89'da münir özkül kavuğu ferhan şensoy'a teslim edip elini öptürmüştür. burda el öpme bir metafor olup gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmemekteyim ki münir özkul hemen tüm türkiye'nin hem fikir olacağı şekilde eli öpülecek bir ustadır. peki ferhan şensoy nasıl kavuğa layık görülmüştür? neden layık görülmüştür? o günden bugüne değişen nedir ve ferhan şensoy nasıl bir kavuk sevdalısı olmuştur?

    71-89 döneminde kavuğun sahibi olan (doğrudan dümbüllü'den alan) münir özkül kavuğu 18 yıl taşımış (46-64 yaşları arasında) ve ferhan şensoy'a devretmiştir. burda ferhan şensoy'un kavuğa kimseyi layık görmemesini, kamuoyunun layık olduğuna inandığı kişileri ise izlemeyi dahi reddetmesini bir kenara koyarsak kavuğu 38 yaşında aldığını ve şu an 59 yaşında olduğunu, dolayısıyla 21 yıldır kavuğun kendisinde bulunduğunu görüyoruz. 2005 yılında kavuğu hak eden kimse olmadığını belirtip bu gidişle müzeye kaldıracağız söyleminde bulunduğunu hatırlıyorum.

    ferhan şensoy kavuğu aldığında uzun saçlıydı, bildiğin at kuyruğu yapardı falan. şimdi simasına bakarsanız aradan 21 yıl geçtiğine rahatlıkla inanabilirsiniz. münir özkul kendisini izlemiş, beğenmiş, kavuğa layık görmüştür. o zaman ki ferhan şensoy için haklı bir tespit gibi. nitekim aynı münir özkul kavuğa layık olacak kişinin hem yazar, hem tiyatro sahibi, hem de tuluat yeteneği olması gerektiğini söylüyor. evet, 89'da ferhan şensoy, doğrudur.

    şimdilerde ferhan şensoy kendi dünyasında yaşayan, ego patlaması yaşamış, kendisinden başka kimseyi beğenmeyen ama yeni bir ferhan şensoy yetiştirmekten de imtina eden bir insan benim için. yanında olan kimseye el vermediği gibi bugün kavuk sevdalısı tavırlarıyla "layık kimseyi göremiyorum" söylemlerine devam ediyor.

    cem yılmaz özelinde yeni nesil tuluat konusunda yetenekli, ancak genel anlamıyla yazar da değiller (kendi skeçleri hariç), tiyatroları da yok. gerçi günümüz şartlarında ve anlayışında kavuğa en uygun olabilecek yılmaz erdoğan gibi gözüküyor ve münir özkul'un kavuğu aldığı yaştan daha genç. yine de bence cem yılmaz'ın ortaya koyduğu iş meddahlık ve ortaoyununa yılmaz erdoğan'ın bakışına oranla çok daha yakın. her ne kadar cem yılmaz seyirciyi performansına ortak etmekten (3-5 kısa nükte ve hikaye girişlerini göz ardı edersek) vazgeçmişse de hazırcevaplık ve doğaçlama konusunda doğuştan gelen bir yeteneğe sahip. türkiye şartlarını çözüp popülere yönelmesi ve siyaset gibi seyircinin bakışını etkileyebilecek değişkenleri dışarıda bırakmasının ortaoyunu ile çeliştiğini düşünmüyorum. ancak siyasete uzak olmanın ferhan şensoy için baştan kaybetme anlamına geldiğini çok iyi biliyorum.

    aslında bütün bu hikayenin ciddiye alınır bir yönü de kalmadı. ferhan şensoy öncesinde ışıklarını verdiği, kavuğu aldıktan sonra ise patlamasını yaşadığı egosu sayesinde münir özkul'un ona verdiği dönemde sahip olduğu saygınlığı kaybetti. burda ferhan şensoy'un yeteneği veya oyunundan değil, kendi kulvarında olabilecek ve kavuğu teslim edebileceği kapasitede olan adayların ona karşı duyduğu saygıdan bahsediyorum. ferhan şensoy ustasının yanında ceketinin düğmelerini iliklerdi, şimdi onun karşısında kim ceketini iliklesin?

    burda olası adayların saygısız insanlar olduğuna gönderme yapmanın akıllıca olacağını zannetmiyorum. münir özkul, şener şen, rahmetli kemal sunal ve gazanfer özcan gibi ustalar devredecek birini arasaydı olası adaylar (usual suspects gibi oldu) sıraya girerlerdi. ferhan şensoy her ne kadar bahsettiğim isimlerden farklı bir kulvarda gibi görünse de dikkat çekmek istediğim nokta insanların ferhan şensoy'a bakışı.

    yoruldum, bağlayayım;
    hacivat: bundan sonra kavuk teslimi olur mu?
    karagöz: bence zor.
    hacivat: olursa bir şeye benzer mi?
    karagöz: o daha da zor.
  • kavuk için akıllarına huysuz virjin gelenlere gülmek istiyorum ama güleceğim yerin üstünde oturuyorum zira bu fikre götümden başka bir yerimle gülemem.

    madde madde yazıyorum siz de tane tane okuyun, mantıklı olun.

    1- ferhan şensoy kavuğu neden kendinden daha yaşlı birine versin ki, mal mısnız arkadaş siz. seyfi dursunoğlu 400 yaşında işin esprisi kavuğu arkadan gelen genç nesile vermek değil mi ? (dümbüllü > münir özkül > ferhan şensoy)

    2- tiyatro ve seyfi dursunoğlu'nu hangi ortak paydada birleştirdiniz, her iyi laf koyan hak ediyor mu bu kavuğu?

    3 - saçmalamayın.
hesabın var mı? giriş yap