• kendi adını taşıyan kriton ve hazır bulunduğu phaidon diyaloglarında sokrates'in ölümünü naif bir tavırla kabullenememesi beni düşündürmüştür. biraz anlatmak istiyorum.

    warburton'un "sokrates filozoftur, platon yazar" demesi boşuna değil, platon harika bir üslup inceliğiyle kriton'u kendini yerden yere vurmayan ama her an sanki sokrates'i kaçmaya ya da en azından bir şekilde ölümü kabullenmemeye ikna edebileceği beklentisini son ana kadar içinde besleyen biri olarak gösterir.

    sokrates'in, phaidon'da uzun uzun anlattığı filozofların bedeni horgörerek kendilerini ölüme hazırlamak suretiyle diğer insanlardan ayrıldığı minvalindeki yaklaşımı kriton'un içindeki naif beklentiyi ortadan kaldırmaz, sokrates'in anlattıklarını anlamış gibi görünse de, son sahnede sokrates'e dostlarından son bir arzusunun olup olmadığını ve cenazesini nasıl kaldırmalarını istediğini sorar (115b-c). sokrates "beni sıkı tutun da kaybolmayayım" minvalinde bir espri yapar ve kriton'un o an ceset halinde olacak olanın sokrates'in kendisi olmayacağına hala içten bir şekilde inanamadığına dikkat çeker. sokrates'e göre, cenazesinin nasıl olacağının hiçbir önemi yoktur, zira o an kendisi değil eski bedeni orada olacaktır, asıl sokrates mutlu olmak için (mutlu olacağını bilerek) ölmekle mutluluğa kavuşmuş olan insanların yanına gidecektir. (sokrates diğer kişilere kriton'u alıp götürmelerini ve kendisinin öleceğine ikna etmelerini söyler.) sokrates'in konuşmasından anladığımıza göre kriton birazdan ölecek olan sokrates'in bu ahiret mutluluğuyla kendisini avuttuğu yönünde bir vehme kapılmıştır, onun daha fazla yaşamak isteyebileceğini düşünür, "daha fazla" dediysek birkaç saat daha. ona son arzusu olarak "diğer mahkumlar gibi" -güneş batana dek- yiyip icebileceğini ve sevdikleriyle vakit geçirebileceğini söylemekten geri durmaz, sokrates bu durumda kendisiyle diğer mahkumlar arasındaki beklenti ve yaşam anlayışı farkını vurgulama gereğini duyar: ona göre elinde hiçbir şey kalmadığı, birazdan öleceği halde yaşama birkaç saatliğine tutunması aptallıktır.

    zehir getirilip de sokrates tarafından tereddütsüz bir şekilde içildiğinde kriton çoktan ağlayarak dışarı çıkmıştır (117d). ancak daha sonra dayanamamış olacak ki, sokrates'in son anında yanında olmak istemiş, onun asklepios'a olan horoz borcunun ödemesi ile ilgili son talebini dinlemiş ve ona bunu yapacağına dair güvence vermiştir (118a).

    felsefî açıdan düşünüldüğünde kriton platon'un diyalog külliyatında ne kadar yetersiz bir figürse, kişilik karakteri olarak bir o kadar naiftir. kallikles, thrasymakhos ya da gorgias gibi figürlerin sokrates'in ölümünü daha sorgulayıcı ya da sokrates'in argümanlarını kabullenir bir tarzda (ikisi de aynı sonuca varıyor: sokrates'in filozof olarak öldüğünü kabullenme) karşılayabileceğini düşünmek yersiz değil, kriton kendi adını taşıyan ve apologia'dan sonraki dönemi anlatan diyalogda ve phaidon'da sokrates'i diğer herkes gibi sıradan biri gibi olacaksa da (karş. https://twitter.com/…status/670620452323241985?s=09) son kertede dünyada tutmaya çalışır, ötesiyle berisiyle ilgilenmez, onu insan olarak kabul eder ve filozof olarak ölmesini içten içe anlamsız buluyor gibidir.
  • platon'un yazdığı, zindanda ölüm cezasının infazını bekleyen sokrates ile onu kurtarmak için gelen can dostu kriton arasında geçen diyalogdan oluşan 30 sayfa civarında bir kitap. sonuçta sokrates kendi yaşında bir insanın zindandan kaçarak ömrünün geride kalan kısmını onursuzca yaşamasını kendine yakıştırmadığından, ve bir şehirde yaşayıp gidiyorsa oranın yasalarına uyması gerektiği inancına bağlı kalıp ölmek pahasına da olsa yasaya başkaldırmak istemez ve kriton'u kesin bir dille reddeder.
  • kriton ilyadis. yeşilçam'ın unutulmaz görüntü yönetmeni.
  • sokrates'in suçsuz olduğuna inanan dostu ve öğrencisi
  • sokrates'in olumden kacmasi icin yardim etmeye istekli dostunun ismi, ayni zamanda zehir icilmeden once sokrates'in konuyu toplayip son bir kez daha israrci dostuna ve belki de gelecekte onu anlamakta zorlanacak olanlara kendini ifade etme cabasi.

    apology'de atina jurisinin derdi sokrates'in olmesi degil, susmasi ya da surgune gitmesi kafi aslinda. bilakis pismanlik emaresi ya da herhangi bir caba gostermeyip hapis, kinama ya da surgunu reddederek zaten bilenmis olan jurinin elini guclendiren sokrates'ti. bu verilen cezalarin her biri, 70 yildir hayatini nasil yasadiysa oyle yasamina devam etmesini engellerdi. bu yuzden kriton'un sokrates'e boyle bir teklifle gelmesi basta ne kadar babacan gorunse de, metin ilerledikce bir o kadar manasizlasiyor.

    kanunun kisilestirilip, sokrates'in paylandigi monolog harikaydi. bunu sadece retorik bir arac olarak kullanmamis, devleti -kanunu- karsisina alip konusmak boyle kolay oldugu icin yapmamis bence. kisiler arasi just-unjust iliskisinin kanun-kisi arasinda ayni sekilde isledigini onaylama amaciyla yapmis. just-unjust olma meselesinin bir insanin bir insana yapacagi seyden ziyade; bir insanin kanuna uymayarak ona karsi unjust olmasinin onu yani kanunu ve dogal olarak duzeni yikacagini anlatmis. cift tarafli bir iliski var, sadece kanunun insani cezalandirmasi olarak dusunmemek lazimmis her zaman.
    ozetle "bu zamana kadar seni besleyip buyuten, egitim aldigin, demokrasisiyle ovunulen atina'nin koydugu kanuna ondan oc alir gibi uymadigin yetmiyor, bir de nankorluk edip kacacaksin yani?" asiri paternalist yaklasmis, sehrine ve demokrasiyle o sehrin koydugu kanuna insan nasil anne-babasina karsi icine saygi gomulu bir sevgi beslerse iste o sekilde bir baglilik duyuyor. "devlet isleri" ile ugrasmamakla her zaman ovunen sokrates'in elinde koyulan kanuna itiraz etme sansi da yok ve bunun farkinda. baska yere kacip "kanuntanimaz", "yasam hirsiyla dolu" sifatlariyla anilmak istemiyor.

    bir de eklemek isterim, burada kanunlarin bu baskilayiciligi acisindan plato'nun cizdigi portre aydin bir diktatorluk gibi. republic'teki ideal state'e daha yakin, tarihsel anlamda bildigimiz atina'ya daha uzak bir anlayis.

    okunmasi gerek. apology'nin ardindan okunursa keyif verir, zaten olay orgusu bakimindan dogrusu bu.

    edit: imla.
  • "ya da yapılması gerekenler hakkında" diyalog tamamen yapılması gerekenler üzerine. sokrates'e göre çoğunluğa uygun olacak biçimde hareket etmek çok da doğru bir tutum değil hatta aksine oldukça yanlış bir davranış. kriton da aslında insanlar ne der -ayıplanma- düşüncesiyle sokrates'i kurtarmaya çalışıyor ama sokrates kabul etmiyor.. yapılacak olanlar çoğunluk böyle düşünüyor ve bu yüzden böyle yapılması gerekir motivasyonu ile yapılmamalı ki sokrates'in bizzat kendisi bunu salık veriyor.. görsel

    ikinci bir gereklilik durumu ise: görsel yasalar. sokrates kendini devlete borçlu hissediyor. devletin kendisine sağladığı olanaklar karşılığında devletin yasalarına uymayı bir görev veya söz kabul edip buna göre davranıyor.

    dinsizliğin belli bir cezası var, böyle bir yasa var neticede, ama sokretes, kendisine yöneltilen suçlamaları bu vatandaşlık borcuna rağmen inkar edip ölüm cezasını hak etmediğini söyleyerek hem mahkemeyi büyük bir günah işlemekten hem de kendisini ölümden kurtarabilirdi.. böylece yasalara ihanet ederek de olsa yanlış bir karar verilmesinin önüne geçerdi ve yaşayarak kim bilir devletine daha çok hizmet edip toplumu bilinçlendirebilirdi.

    ama sokrates devletin saygınlığını ve toplumun iyiliğini sağlamak isterken aslında kendi prestijini kurtararak ikisini de yok etmiştir. bugün hala o mahkemenin kötü anılması nedeni ne?

    bu karara izin verenlerden biridir sokrates.

    nietzsche de şöyle özetlemiş çok uzaktan aynı anlamları çıkarabiliriz belki:

    sokrates istiyordu ölmeyi:
    -atina değil, o verdi kendi kendisine zehirli çanağını... sokrates bir hekim değil, dedi usulca kendi kendine; yalnızca ölümlüdür burada hekim... sokrates yalnızca, uzun süredir hastaydı...
  • temelde anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz sözüne karşı çıkan sokrates'in hikayesidir. onun haricinde diyalogu okurken, muhtemelen hepimizin aklından geçen şey şuydu: bu yasaları sokrates yapmadı ki, neden cefasını çekiyor?

    bu yasaları sokrates yapmadı belki ama bu yasaları değiştirebilecek girişimde bulunabilirdi. atina'daki demokrasi anlayışı doğrudan temsile dayalıydı. bu yüzden, günümüzdeki demokrasileri üzerinden yargılara varmamak gerekiyor. ayrıca, sokrates'in ağzından doğrudan doğruya onun yargılandığı yasalara karşı açık bir itirazı da bulunmamaktadır. belki de yasaların gayet yerinde olduğunu düşünüyordu, ancak yasaların uygulanışında bir problem olduğunu düşünüyordu. yerinde olmadığını düşündüyse yıllar boyunca bunları değiştirmek için neden çaba göstermedi? çaba göstermediyse baldıran zehrini içmeyi beklerken debelenmenin bir anlamı var mı? mahkemede yargılanırken sürgün talebinde de bulunabilirdi ama bulunmadı.

    kısacası o dönem toplum sözleşmesi, rönesans'tan sonra ortaya atılan felsefi akıl yürütmelerle varsayılan toplum sözleşmeleri gibi değildi. daha somuttu, aracısız şekilde değiştirilebilirdi (dokimasia). 5 yılda bir oy verilip, her şeyin başka insanların iradesine bırakıldığı bir demokrasi anlayışı yoktu. dolasıyla, bu sözleşmenin ihlali, hayatı boyunca yasaları ve adaleti savunmuş birisi için kendi adına işleyeceği büyük bir suçtu. sokrates de bunu ihlal etmek istemedi.

    bu diyalogu bile liberal bir bakış açısıyla yorumlayan tonla yorumcu var, gülüyorum sadece. bakın sokrates neler diyor:

    "bütün bunları yerine getirmeli; doğrusu da budur zaten: yani uzaklaşıp gitmemeli, savaşırken geri çekilmemeli, safı bırakmamalı; tersine, savaşta, mahkemede, her yerde vatanın ve devletin buyurduğu şeyleri yerine getirmeli ya da yasal yollarla onu inandırmalıyız; ana babaya, hele vatana birazcık bile olsa karşı gelmemeliyiz."

    tıpkı nietzsche'den hitler'i çıkaranlar bu paragraftan sokrates'in legalist ve devletçi bir profilini de çıkarabilirler ancak 140 bin kişinin yaşadığı ve sadece 40 bin kişinin vatandaş sayıldığı küçük bir kent devletinden bahsediyoruz. bu kent devletin neredeyse her karar mekanizmasına katıldığınızı düşünün. bu kentin içindeki ilişkileri düşünün. bu kentin ölüm kalım savaşlarına katıldığınızı düşünün. günümüzdeki birey - devlet ilişkisi gibi mi? birbirini tanımayan milyonlarca insanın, hiçbir karar mekanizmasına katılmadığı bir devletteki insanla devletin ilişkisi, sokrates'in atina kent devletiyle arasındaki ilişki bir olur mu hiç? arada kocaman bir aidiyet uçurumu var.

    sokrates, bir atina yurttaşı olarak devletin nasıl işlediğinin farkındaydı ve bu yasalar isterse yurttaşlarına başka bir kolonide yaşama izni veriyordu:

    "atinalılar arasından, yurttaşlar sırasına girip, devletin nasıl çalıştığını ve biz yasaların nasıl işlediğini gördükten sonra bizden hoşlanmayan birine, isterse varını yoğunu alıp dilediği yere gitme izni verildiğini de söyledik."

    toplum sözleşmesi hakkında şunları söylüyor:

    "içimizden, bizim ne şekilde kararlar verdiğimizi ve devleti ne şekilde yönettiğimizi görerek burada kalan birinin, buyurduklarımızı yerine getirmede bizimle doğal olarak uzlaşmış olduğunu kabul ederiz."

    ölüme gitmesinin özünde yasaların olmadığı, yasaları kötüye kullanan kalabalığın olduğunu söylüyor:

    "şimdi ölüme gidersen haksızlığa uğramış olarak gideceksin: fakat bu haksızlığı biz yasalar değil, insanlar yapmış olacak; oysa böyle utanç verici bir şekilde, haksızlığa karşı haksızlık, kötülüğe karşılık kötülük yaparak, bizimle üzerinde uzlaştığın sözleşme ve anlaşmaları bozarak, en az kötülük etmen gereken kendine, dostlarına, vatanına ve bize kötülük ederek buradan çıkıp gidersen yaşadığın sürece biz sana kızacağız; öteki dünyada ise, elinden geldiğince bizi bozmaya kalkıştığını bildikleri için, kardeşlerimiz olan hades yasaları seni bağışlamayacaklar. sen bizi dinle, sakın kriton'a kanma!"

    sonuç olarak; doğrudan temsilin olduğu, yasaları çıkarmada ve devletin işleyişinde söz sahibi olan, aidiyeti son derece yüksek olan birinin kent devletine ihanet etmemesini konu alan diyalogdur. ya sev ya terk et anlayışı o dönem için ne kadar doğru ise; günümüzde hiçbir devlet işleyişine katılmayan, 4-5 yılda bir oy verip demokrasi ile yönetildiğine inanan, iradesini ve aklını başkalarına kiralayan tiplerin hala bu anlayışı sürdürebilmesi üzüntü verici. kendi açımdan şu an ne kadar liberal anlayışa sahip olsam da, sokrates'in döneminde yaşasaydım ben de onun gibi 'legalist' ve 'devletçi' olurdum.

    son olarak, kriton'dan gelsin:

    "insan bir defa gözden düşmeye görsün, çoğunluk ona öyle böyle değil, en büyük kötülükleri yapmaktan çekinmez."
  • t: sokrates’i hapisten çıkarıp kaçırmak isteyen ve bunun için onunla konuşan, soktates’in dostu ve öğrencisi.

    sokrates’in yanındaki son sözü: “söyleyecek bir sözüm yok sokrates” olmuştur. sokrates, dostunu kendi ölümüne inandırmış, ikna etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap