• hasan ali toptaş'ın everest'e geçmesinden sonra kitap kapaklarındaki olağanüstülük ziyadesiyle fark edilmiştir. yeni kitabının ilk baskısında hangi sanatçının eseri kullanılacak ya da nasıl bir kare kullanılacak şimdiden bu da merak ediliyor.
  • hasan ali toptaş'ın bir hafta sonra raflarda olacak yeni romanının adı. heba'dan bu kadar kısa süre sonra yeni bir roman beklemediğimden benim için çok büyük sürpriz oldu. kitabın arka kapağında paylaşılan kesit bile heyecanlandırmaya yetiyor:

    "zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü."
  • adı linkteki türküden alınma olan roman.

    link

    ha bu arada başıma bir şey gelmeyecekse ben bu nbc'li kapakları hiç sevmedim. bana kalırsa en güzelleri iletişimdeki son kapaklarıydı.
  • yayımlanacağı öğrendiğim günden beridir elim klavyede. evet, dağ başında yaşıyorum çünkü.
    iletişim yayınlarını ve hasanım ali'yi çok seven biri olarak elbette everest kapaklarını hiç sevmedim*, iletişim'deki duruluğa kasten yapılmış gibi karışık, göz yoruyor. ayrıca bir kitap kapağında fotoğraf görmekten hazzalmıyorum, soyut değil ve kitabın ruhunu solduruyor. neyse bunların yeni romanla ilgisi yok, zaten kimsenin okuyucunun fikrini sorduğu da yok.

    az kaldı diyorlar efendime söyleyeyim, balımız içimizde hevesle bekliyoruz sözgelimi.
  • şu karmakarışık kaos ortamında, beynimizin gezegeni terk etme isteğiyle yandığı bu günlerde alınan en güzel haberdir; ismi geçen romanın çıkacak olması.
    siz devam edin, ben zihnimi arındırıp geleceğim...

    ayrıca, ah o iletişim kapakları... arayacağım onları.
  • çıktı. hasan'ım ali'nin sizi dizlerine yatırıp sırtınızı okşar ferahlıktaki türkçesini özlemişim. iyi ki varsın hasan'ım ali...
  • dün itibariyle okumaya başladım. arka kapak olarak bu haftasonu kendisiyle ankara eryaman'da röportaj yapacağımız için heyecan doluyuz. tüyap sayımıza iyi bir hasan ali toptaş sayısı geliyor.

    kitaba dair yorumlarımı bitirince buraya eklerim.

    edit: kitabı bitirdim.
    baba-oğul ilişkisi hem edebiyatın en vazgeçilmez konularından hem de yazarların hayatlarının en çetin meselelerinden biridir. şüphesiz bir yazarın babasıyla olan ilişkisini olduğu gibi aktarabilmesi; babanın evladıyla mesafeli oluşundan ötürü çok da zordur. hasan ali toptaş, bu kitabında ankara-denizli arasında salınıp giden destansı bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. öykü, ömrü şoförlükle geçen memlekette çiğnemedik yol bırakmayan aziz bey'in, bir trafik kazası sonucu kaybettiği bacağı ve yerine konan/takılan ama bir türlü aslının yerini tutmayan takma bacakların etrafında işlense de, okur karakterlerin iç dünyasına yönelerek gerçeğin ne olduğunu ölümün ensesinde arar durur. denizli'ye gidişlerinde yazarın peşini bırakmayan ecel atı ve beyaz gömlekli çocuk, okuru töresel bir havada geleneğin içindeki tatlara götürür, fantastik dünyanın kapılarını açar.

    insan gözünün görebileceği en çıplak gerçeğin ölüm olduğu bir kitap "kuşlar yasına gider". toptaş, içimize yolculuk yaptırıyor, gömü'den geçerken vites küçülttürüyor; çay dağıtan insanların yüzlerinin; çaydan daha sıcak olduğunu fısıldıyor bize.
  • edebiyatın kadim konusu, baba ve oğulu merkeze almış ve hasanım ali'nin döktürdüğü kitap olmuştur yine.

    verdiği müzikal ipuçları ise bambaşka bir dünyadır kitabın içinde...

    okuyun, okutturun.
  • kitabı masanın üzerine bırakıp camı açtım. beyaz gökyüzü, sarı ağaç dipleri, boş sokaklar. arada bir belirip kaybolan araba sesleri... serin rüzgarla birlikte irkildim. tam o sırada bir kuş sürüsü bir beyazdan başka beyaza süzülüp kayboldu. rüzgar daha sert esti o an ve ben uykudan uyanmışçasına kendime geldim. bazen olur. bir kitap son cümlesinden sonra devam eder. kulağa hoş geliyor evet. ama değil. bir kitap son cümlede bitmeli, bir ömür son nefeste yitmeli. bir aşk... neyse.

    zor zamanlarda hep bu olur. ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemediğim, avuçlarım şakaklarımda şehrin tenha sokaklarını arşınladığım, ağladığımı da kimseye göstermediğim zamanlarda bir şiir, bir roman ya da bir şarkı şefkatli bir el gibi sağ omzuma yavaşça dokunur. "gel, boşver". o zaman tüm geçmişimi bir kenara bırakıp(böyle bir şey mümkünmüş gibi), durgun bir suya kendimi bırakırım. pişmanlıklarım, hayıflanmalarım, aldatılımışlıklarım, aldanmışlıklarım, inandıklarım, inanmadıklarım, küçümsediklerim, yücelttiklerim hepsi ama hepsi aynı boy olup karşıma dizilirler. ağzımda turuncu bir pas tadı. geçmişe ve geleceğe paslı bir tükürük fırlatıp devam ederim. kelimeler, cümleler, sayfalar. sonra zamanın akrebi, yelkovanı ve takvim yaprakları... hayata karşı bir kalkan gibi tutarım elimdeki kitabı. kurşunlar, taşlar...

    belki de hayattaki en büyük başarılarımdan biridir hasan ali toptaş'ın masasında, cümlelerin soğuk pınarının hemen yanı başında oturmuş olmam. "kuşlar yasına gider" romanı masada henüz ruh üflenmemiş bir pinokyo misali yatarken kitaba dair anektodlar duymam. bu yüzdendir belki kitabı okurken bir matematik problemi çözüyormuşçasına dikkatli ve tedirgin olmam. şimdi düşünüyorum ve daha bir inanıyorum. kurulmuş hiçbir cümle boşuna değil, yaşanmış hiçbir hayat haybeye değil. gözlerimizin önünden geçen ve ne olduğunu anlayamadığımız o küçük gölgelerin büyük anlamları var.

    iyi bir hayat yaşayıcısı olamadım. ama nasıl başa çıkılacağını seziyorum. bazı sayfalar belki de içinde bulunduğum mevsimden olsa gerek ağlattı, bazen gerçekten tüm benliğimle iyiye dair inancım arttı. hem daha ne olmalıydı ki.

    bir cümle geçiyor romanda. "sana da aldatılmak yakışırdı oğlum" diyor ölüm döşeğindeki baba. bu cümleyi alıyorum ve zihnimin en görünür yerine yerleştiriyorum. bunu yapmazsam zihnimdeki o kötü huylu boşluk tüm bedenimi sonra da ruhumu ele geçirebilir.

    camı kapayıp masanın üzerindeki kitaba bakıyorum. hayata karşı tuttuğum yüzlerce kalkandan biri. hepsi gibi delik deşik. eğilip gövdeme bakıyorum. kan revan. bir kitap bunu yapmalı. camı kapatmadan tekrar gökyüzüne bakıyorum. kuşlar bir yerlere gidiyorlar.

    hasan ali toptaş'a ve iyiliğe ve engin ovalarda koşup duran canım atlara içelim.
  • okudukça kalbimde kıpırtılar, içimde daha iyi daha iyi insan olma isteğinin coşkusu, dağlara bakma isteği, adını yeni duyduğum türküleri dinleme hasreti uyandıran kitap... okuyunuz, okutturunuz.
hesabın var mı? giriş yap