• maria puder'in emma olarak tekamül ettiği aşk filmi.

    yönetmen abdellatif kechiche'ye sormak istediğim tek bi soru var; niye bu denli tekrar, niye bu kadar uzun?
  • görsel bir şölen.

    hatta kültür sanat sitelerinin * celebrities bölümlerinde izlenmek üzere yarım saatlik bir özetini hazırlamışlar sanat meraklıları için. filmin neresinde ağır devinimli imgelenmeler varsa onları o yarım saatte bir araya getirmişler. orada, izleyin.
  • film, işin ne eşcinsellik yönünde ne de o eksenin dışında (herhangi bir ikili ilişki ile ilgili) kayda değer bir şey söylüyor bence. eşcinsel insanların mecburi izolasyonu, toplumun onlara bakışındaki olumsuzluklar ya da bu insanların kendilerinin farklı olduklarını idrak etmeleri sürecinde yaşadıkları bireysel sıkıntılar vesaire tüm bunlar derinlikten çok yoksun işleniyor (gözümüze sokup ajite etsin demiyorum, film tamamen farklı bir konuda olsaydı da işlenişi bu şekilde yavan olacaktı çünkü yalnızca ele alıp teğet geçmekle yetiniyor). belki de bu konuda ben gerekli empatiyi kuramadım, bilmiyorum. bu eşcinsellik ekseninin dışında filme yalnızca bir aşk filmi olarak bakarsak da kayda değer bir şey yok; "sınıf farklılığı", bu mudur? bence bunların hiçbirisi yönetmenin umurunda da değil, yalnızca konuşulmak, ödül kazanmak istemiş sanki.

    öte yandan, bir filmde en son şikayet edeceğim şey süresidir belki, neredeyse 8 saatlik satantango'yu hiç zorlanmadan izlemiş insanım mesela ama bu filmin sonunu getirirken çok zorlandım. tekrar tekrar ve tekrar aynı şeyler. çok konuşulan sevişme sahneleri gerçekten estetik ama onlar da o kadar uzun ki, bir süre sonra "hadi bitsin de devam edelim filme" dedim.

    takdir edilmesi gereken şey ise, muhteşem oyunculuklar. altın palmiye kazanmış bir filme bunu diyeceğimi düşünmezdim ama çok sıkıldım ve samimiyetten yoksun buldum.
  • artık sinemada dikkat çekmek için, sınırlarda dolaşılması gerektiğini kanıtlayan film.

    gerçekten güzel ve pek çok açıdan övgüye değer bir yapım.

    ama yönetmenin, zaten güzel olan bir filmi, "hakkında konuşulur" kılmak için bu kadar lüzumsuz ve uzun pornografik sahneler çekmesi çok ucuz.

    gerçekten çok ucuz.
  • genelde heteroseksüel aşk filmlerinde kendimi kahramanların yerine koyardım, onlarla sevinip üzülürdüm. film bittiğinde eğer iyi filmse etkisini hissederdim günler boyunca. bu film bana şunu öğretti ki bir aşk filminden etkilenmek, içinde bir sızı duymak, gençliğinin o temiz deli aşklarını tekrar hatırlamak için illa bir kızla erkeğin aşkları olması gerekmiyormuş. yönetmen her halükarda sana bu duyguları hissettirebiliyormuş. çok iyi film.
  • şu an imdb'de, aldığı 14,522 oy sonucu 8,1 puana sahip film.

    tamam; sinema da her sanat dalı gibi göreceli elbette.

    ama canımın içi; acısıyla tatlısıyla 15,000 kişi diyoruz; kalkıp da bunu ekşi'ye indirgeyip; "ekşideki üç beş entel beğenmiş, beğenmeyene saldırıyolar amk" seviyelerine indirme değil mi?
  • büyütülmüş bir filmdir, yasadıkları uç ilişki yüzünden popülarite kazanmış bir film olmakla beraber bana aşk konusunda bir tat yaşatmamış ve drama açısından herhangi bir şey katmamıştır. sadece yasadıkları lezbiyen ilişki üzerine sanat katmakla "iyi" yakalanamaz. izlerken brokeback mountain filmini aklıma getirdim, o filmde yasadıkları aşk ve drama yasadıkları ilişki türünün üstüne çıkmış ve tatmin etmişti... filmin sonundaki kanlı gömleğin izi ruhumuza da işlemişti,bu film ise bizde asla bir leke değil iz bile bırakamıyor..bıraksa bile kolay temizlenebilen bir leke bu.
    xavier dolan hem yönetip hem oynadığı j'ai tue ma mere filminde ise iki erkeğin sevişmesi daha estetik yansıtılmıştı...
    demem o ki , uç ilişki haricinde drama ve aşkın daha iyi yansıtıldığı,estetizmde dahasının yakalandığı filmler varken la vie d'adele sadece lezbiyenlik tanımından dışarı cıkamamıştır.
    filmin tek güzel yanı adèle exarchopoulos olup,yüz,diş ve dudak estetizminde son noktadır.ı follow rivers şarkısında ki dansıyla yüz ifadesi ve çekimi müziğin ötesine geçmiştir.

    j'ai tue ma mere filminin açılış cümlesi ile bitiriyorum;

    “tek gerçek, mantığın ötesindeki aşktır.”
  • of yaa of. ama ne of. 2 saat 55 dakika boyunca of. inatla da bekledim sonuna kadar. al sana bir " balıklı kuskus" daha. gereksiz uzun uzun detaylar, yemek sahneleri, doğal olarak değişik renkte tabaklar, salatalar, makarnalar, sokakta yürümeler, otobüsün kapıları, elle kum karıştırmalar, giyinmeler, taranmalar...tabi bunlar sinema dilinde anlam taşır ama biz sadece üç saati doldurmak şeklinde anlıyoruz! peki nedir film derseniz; seviyorlardı birliktelerdi ama inanmayacaksınız belki ama sıkı durun gerçekten kulaklarınıza inanamayacaksınız işte söylüyorum nananamm veee... ayrıldılar. o kadar karmaşık yani.

    ne anlatırsa anlatsınlar benim için sanatın beşiğinden film izleme devri bitmiştir. artık hint filmi kategorisine inmiştir fransız filmleri. günde üç film izlerim ama belli belirsiz bir iki film dışında (ki onları bile hatırlamam) bir iz bırakacak film çıkmaz mı bu ülkeden yahu. allah belanızı versin. avrupanın haklı şamar oğlanları sizi. recep ivedik bile siksin sizi

    lezbiyen ilişkilerde kim erkek gibi sorular sormaya meyyal olanlar bu 7 dakikalık sevişme sahnesini izlesinler zira başarılı bir belgesel.
  • dikkat bu entry ağır spoiler içerir !

    film her ne kadar emma ve adele adlı iki karakterin üzerin kurulsa da yönetmenin açıkça adele'e iltimas geçtiğini söyleyebiliriz.(kamera adele'i o kadar çok gösterdi ki...)yani yönetmen derdini adele karakteri üzerinden anlatmayı seçmiş.bu başlıkta daha önce iki farklı sınıf mevzusundan bahsedilmiş.bu iki farklı sınıf mevzusu belki de iki karakter arasındaki felsefe, sartre ve bob marley diyaloğunda kendini ortaya vuruyor.biliriz felsefe gibi derin mevzular sartre gibi anlaşılması zor adamların tekelinde ama işte adele oradaki mesajı bob marley'in bir şarkısından çıkarabilecek kadar kendiyle barışık, komplekssiz, saf bir kızcağız.ben filmin başında merdivendeki kötü ergen kızın adele davranışından itibaren bu karaktere sempati duymaya başladım.emma'ya gelince şu adele'in kül kedisi modunda ortada döndüğü partide kaleleri zaptetmiş kumandan edasıyla artık adele'i umursamadığı ona ilgisini yitirdiği öyle açıktı ki belki de adele onu aldatmasa adele'e olan hisleri yitip gidecekti zaten, sümsük gibi görünen adele'den yediği darbeyle kendine çizdiği geniş bir entellektüel çevresi olan güçlü, bağımsız kız imajı da yerle bir oldu ve zannederim emma hayatında ilk defa gerçekten aşık oldu ama işte heyhat gurur artık hiçbirşeyin eski haline gelmesine izin vermeyecek bu da aşkın heterosu, eşcinseli yok dedirtiyor insana, aynı handikaplar vs. yok aslında birbirimizden farkımız.adele güzel midir değil midir bilemem ama rolünü çok iyi oynaması özellikle aşk acısı çekerken bir yandan mesleğini hakkını vererek yapması insanda saygı ve hayranlık uyandırıyor ve ister istemez güzelleşiveriyor gözünüzde.filmi izlerken böyle hissettirdi bana sonra yönetmenle yapılan söyleşide de bu işini seven kadın imajının yönetmendeki etkisinden bahsedildiğini okudum bence yönetmen bu duygusunu iyi yansıtmış.baş yapıt olup olmamasıyla ilgilenmiyorum bu filmi izlemek vakit kaybı mıydı ? benim için hayır...
  • filmin detaycılık ve alt metin işçiliği çok muhteşem olduğu için -aslında bu yazdıklarım bile yetersiz- bir noktadan sonra susup filmi tekrar izlemek veya içine sindirmek istiyor insan. keciche sinemasıyla ilk tanışmam sonrası aldığım bu gaz ile sinemasına devam edeceğime hiç mi hiç şüphem yok. cannes jürisinin çok doğru bir tercih yaparak palme d'or için seçtiği blue is the warmest color, bu yılın hem artistik, hem de realistik usta işi sinema olaylarından birisi. filmin amerika'daki festivallerden kayda değer ödüllerle dönmüş olması da ayrı bir mutluluk kaynağı. sundance selects'in, harika bir kazanım ve güzellik olan adèle exarchopoulos için yaptığı muhteşem oscar kampanyası, bazı eleştirmen birliklerinden başarıyla döndü. hani olmaz ya, oldu diyelim, geçen seneki emmanuele riva gibi bu seneki adèle exarchopoulos adlı güzellik oscar'a aday oldu. doğru olur, güzel olur, çok da güzel olur hani. adele'den bu kadar konuşmuşken lea seydoux'nun harika performansını es geçmemek olmaz.

    yazının devamı için: http://cultcritics.blogspot.com/…st-color-2013.html
hesabın var mı? giriş yap