• bir çığlıktır mevlâna'nın türbesi. eski dünyanın bilim-sanat başkentinin nasıl olup da gıdım gıdım çürüdüğünü bağırır avaz avaz.

    iç içe kitlenmiş geometrik füglerin, rengârenk patlayan ebrûların önünde sırayla bekleşen yedişerli onarlı kadınlar ölü bir lisanda dualar fısıldamakta artık; ve bir zamanların en büyük düşünürünün entarisi beli bükük bir amca tarafından tavaf edilmekte.

    alüminyumdan bıyıklı derviş biblolarının, sakal ve jölenin, gülsuyu ve corap kokusu karışımının, sarı plastik tesbihlerin arasında bir yerlerde gömülü, uykuya dalmış bir can var konya'da. bu can uygun mevsim geldiğinde kıpırdanacak, ve selçuklu'nun güzel başkenti tekrar filizlenecek diye bekliyoruz.
  • huzur-u pir de denir ve 55 bolumden olusur. olum yaradana kavusma oldugundan huzur-u pir bir dugun evi, bir sevda evidir. yas tutmak hazreti pir tarafindan yasaklanmistir.
    hazreti pir hastaligina üzülüp aglayanlara, sifa dileyenlere söyle hitap eder:
    kardes! mezarima defsiz gelme;
    çünkü allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.
    ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz;
    bizim mezarimiz,
    ariflerin gönlündedir.
  • önünde bulunan yemyeşil meydandaki ağaçların sökülüp dümdüz edilerek meydanının betonlaştırıldığı türbe. dünyanın hemen her yerinden oraya ibadet ve ziyaret için gelenlerin kışın yağmurdan, yazın güneşten sakındığı, altındaki çimlerde dinlendiği caanım ağaçlar konya belediyesi tarafından sökülmüştür. sebep türbenin görünür olmasıymış. kalbiyle gören mevlana'yı gözüyle arayan bu zihniyet, totaliter rejimlerde sıkça rastlanan devrim meydanı tarzında insanı soğutan beton meydanı konyaya ittirmişler resmen. görünce insanın içi acıyor, yazık...
  • türbeyle ilgili birtakım ilginç rivayetler vardır. yıllar önce bir gazetede okumuştum fakat yazarının kim olduğunu unuttum. yanılmıyorsam murat bardakçı idi. aramaya inandım, aramaya sığındım; fakat bulamadım.

    --- alıntı ---
    anlatıldığına göre her şey 1273'te konya'da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı.
    mevlana celaleddin-i rumi, 17 aralık 1273 günü vefat ediyor.
    cenazesine yüzbinlerce insan katılmış. naaşı, iplikçi camii'nden, 500 metre ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmiş.
    müslümanlar mevlana'nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. ancak onlar, 'bize isa'yı da musa'yı da mevlana öğretti' diyerek bunu reddetmişler.
    mevlana'nın kabrinin altına bir 'mezar odası' bulunuyor.
    mezar odasina 700 yilda 1 kişi indi
    eski türklerde mezarların altına farsça 'zir-i zemin' yani 'zeminin altı' denilen bir mezar odası yapılırmış.
    mevlana'nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş.
    ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş.
    sadece bir kişi hariç.
    rivayete göre sultan dördüncü murad, mevlana'nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş.
    ancak dönemin mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler.
    bunun üzerine sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış.
    veya düşürmüş.
    bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş.
    bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş.
    kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.
    dr. naci bakırcı, 'çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor' diyor.
    küçük kiz mezar odasinda ne görmüştü
    işte bu olaydan sonra 'mezar odasının sırrı' iyice merak edilmeye başlanmış.
    acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu?
    bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu.
    ancak bir başka iddia daha var ki, o 'mezar odasının sırrını' daha da koyulaştırıyordu.
    selçuklu türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. fatih sultan mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış.
    mevlana'nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu.
    kız çocuğu orada yatan mevlana'yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.
    bu olay dönemin önde gelen mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor.
    o tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı.
    mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.
    1930'lu yillarda müze müdürünün odasinda
    ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor.
    aradan 300 yıl geçtikten sonra, mısır'daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı.
    bu olayın iki tanığı vardı.
    biri olayı yaşayan yusuf akyurt isimli biri.
    öteki de onun yaşadığını murat bardakçı'ya anlatan abdülbaki gölpınarlı hoca.
    1930'lu yılların güzel bir gününde, mevlana müzesi'nin müdürü yusuf akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir.
    içinden 'acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem' diye geçirir.
    ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.
    o an kapi çalindi yaşli adam girdi
    tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer.
    bu yaşlı adam aslında, mevlevi dedesidir. cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir.
    yaşlı mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve yusuf akyurt'un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:
    'sakın oraya inmeyi düşünmeyin...'
    ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir.
    halıyı kaldırır. tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer:
    'müdür bey, yetiş evin yanıyor...'
    yusuf akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur.
    işte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur.
    müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.
    konya-ankara yolundaki kaza
    konya-ankara yolu o gün çok ıssızdı.
    gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı.
    uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta cılız iki nokta gibi duruyordu.
    şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı.
    kamyon bir kavise girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur.
    kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş işten geçmiştir.
    çocuk öteki dünyaya göçmüştür.
    çocuğun başında duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır.
    o adam, konya'dan tayini çıkan müze müdürü yusuf akyurt'tur.
    kimine göre, mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir.
    mezarin başinda söylenen son sözler
    yusuf akyurt oğlunun cenazesini alıp konya'ya döner. cenaze töreninden sonra doğruca mevlana müzesi'ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar:
    'yetmedi mi? affet artık...'
    bütün bunlar neydi? efsane mi? gerçek mi?
    küçük kızın dili niye tutulmuştu? yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı?
    bunların cevabı yok.
    ben bunları anlatan insanlardan dinledim.
    bildiğimiz tek şey var. mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza ediyor.
    umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.
    çünkü bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız olacak.
    çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı küçücük odalar var.
    üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar...
    --- alıntı ---
  • kırgınım a dostlar! huzur bulmaya gittim canım efendime, içim sızladı.. bir itiş, bir kakış.. maç bittide şükrü saraçoğlundan çıkıyorum çıkıyorum sandım kendimi. nedir aceleniz? nedir sizi bu kadar hırslı yapan bu hoşgörü mekanında? yüreğim pırpır ederek geldiğim geldiğim yerden, içim buruk ayrılıyorum. etraflarında yazan hiç bir şeyi okumadan mesnevileri kur'an zanneden insanlar, bacakları çıplak diye turistlerle fotoğraf çektirmek için sıraya girmiş, dışarıda beklerken turist kızların bacaklarında tüy var mı yok mu tartışmaları yapan yüzünde tüy bitmemiş ergenler, sıkıldığından dert yanan boş kafalı turistler (sittirin gelmeseydiniz lan!)..

    bu kadarcık mı rumi'den öğrendikleriniz? arkada bıraktığı bütün maneviyata karşı bi yeşil kubbeli türbeden mi ibaret rumi size?

    için sızlamasın canım efendim, tüm kırgınlığımızla hoşgörüne sığınarak bu sitemler..
  • korkunç bir yerdir. bir mutasavvıfın kabrinin tepesine türbe yapmak kadar saçma bir şey olamaz.
  • şahit olunan bazı olaylar mevlana türbesi'nin sıradan bir mezar ya da türbe olmadığına inanmamı sağlamıştır. yıllar önce yapılan bir ziyaret sırasında herkes sükut içerisinde dua ederken küçük bir bebek anormal şekilde kahkahalar atıp, sanki etrafında birileri varmış gibi tuhaf hareketler yapmıştı. ailesi şaşkınlıkla bebeği susturmaya çalışıyordu ama nafile... zaten tüyleri diken diken eden o ortamda öyle bir sahneye şahit olmak gerçekten çok ürkütücüydü. bebeğin o coşkusuna sebep olan neydi ya da kimdi hala çok merak ediyorum...
  • türkiye'nin manyezit yataklarına bakarken, konya'daki bolluğu görünce şoka uğramamla bu başlığa gelmem bir oldu.

    sadece türbeden ayrılanların değil, konya'ya gitmiş hemen herkesin, ayak basar basmaz büyük bir ferahlık hissetmesindeki temel nedenlerden birinin magnezyumun temel filizlerinden biri olan manyezit yataklarının bolluğundan kaynaklandığını düşündürmedi değil.
  • mevlana'nin oglu sultan veled tarafindan konya'da 1274 yilinda yaptirilmistir. daha sonraki yuzyillarda osmanli padisahlari da turbeye onemli eklemelerde bulunmuslardir. icindeki muzede selcuklulardan kalma bircok eser de vardir. burayi her yil bir milyonun uzerinde yerli ve yabanci turist ziyaret etmektedir.
  • kapısında,

    "burası aşıklar kabe'sidir.
    her kim ki buraya nakıs gelir,
    buradan kamil olarak çıkar"

    diye yazmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap