• unutulmamalidir ki doug jones'in ilk uzun metrajli filmidir ve cogu yonetmenin ilk filminde yakalamayi dusleyemedigi bir kalieteye sahiptir. yeni nesil bilimlurgu filmleri arasinda hakkiyla durmaktadir.
  • ben böyle insana filmdeki karakterle empati kurdurup çaresiz hissettiren dramalara bayılıyorum. üstüne bir de konusu dağılmamış ve iyi işlenmiş bir bilimkurgu olunca bu moon dediğimiz film benim son yıllardaki favori filmlerimden biri haline geliyor.

    şimdi öncelikle şunu bir ortaya koyalım: filmin 2001 a space odyssey ile kıyaslanmasının sebebi, bariz bir hal 9000 göndermesinden fazlası olmayan gerty'den başka bir şey değildir. bunun dışında bu filmleri işledikleri konular bakımından kıyaslamak anlamsız. 2001'in gayesi insanlık, düşüncenin evrimi, evrenin büyüklüğü ve insanın bunun karşısındaki acizliği gibi uç konuları anlatmak iken, moon'un iki derdi var; "kişisel yalnızlık" ve "klon hakları".

    2001 gibi insanın evrendeki yalnızlığı üzerinde değil, dünya'ya yakın bir yerde iş dolayısıyla kişisel bir yalnızlık çeken adamın dramını görüyoruz ilk bölümde. film sade diliyle, konuşacak yarı zeki bir robot dışında kimsenin olmadığını, iletişimsizliğin insanda bir yerden sonra çaresizliğe yol açtığını izleyenin suratını ağlamaklı bir hale sokacak kadar güzel aktarıyor. burada o kadar gelişmiş teknoloji içerisinde oraya insan koymanın gerekli olmaması biraz batıyor ancak izlerken duygu yoğunluğu sebebiyle bunu gözardı etmiştim.

    ikinci bölümde ise klon mevzusu giriyor işin içine. klonların yaşama hakkı, insan tarafından yaratılmış yapay varlıkların ne kadar varlık olduğu ve onlara aletmiş gibi davranmanın ne kadar etik olduğu sorgulanıyor. blade runner, battlestar galactica gibi yapımlarda da işlenmiş, bu yakın gelecekte gerçekten tartışılması gerekecek konuya eğiliyor ve kanımca gayet insancıl bir tavır takınıyor. insan gibi düşünebilen yani bir bilince sahip her varlığın "organik-normal insanlarla" aynı kategoride değerlendirilmesi, aynı haklara sahip olması gerektiği tezini naif bir şekilde vurguluyor.

    kesinlikle district 9 ile birlikte son yıllarda izlediğim en iyi bilimkurgulardan biri ve böyle filmler akla ister istemez şu meseleyi getiriyor:
    (bkz: star wars ve star trek'i bilimkurgu sanmak)

    not: clint mansell, insan mısın lan!
    (bkz: welcome to lunar industries)
  • tripten tribe sokmus, son birkac yilin en estetik bilimkurgu yapimi. realite alginizda inis cikislar varsa ara vererek izleyiniz.
  • sam'i ilk gördüğümüzde üzerindeki "wake up" tshirtünün derdi sonra anlaşılıyor zaten. ama yine de beklenenden çok çok daha fazlasını veriyor moon. bu yılın district 9 ile en iyi iki filminden biri duruyor karşımızda. benim gibi sinema "drama ve bilimkurgu"dur diyen biri için iyi bilimkurgu izlemek nasıl heyecan verici birşey anlatmaam.

    sam'i sam rockwell canlandırıyor. filmi dünyay düşen adamın oğlu çekiyor. ortadaki referanslar stanley kubrick, lynch ve tabi ki tarkovski. zaten hangi film tarkovski göndermesi değil ki.

    moon bir adamın yalnızlıkla verdiği savaş ve kendini kaybetme noktasında bizim neye kime inancağımızı sorgulama cesaretini gösterebilen bir film. türün önemli eserlerinden biri ve sakallis'le konuştuğumuz gibi 10 yıl sonra sinemaya yeni başlamış zihinlerin"abi 2009 yapımı bir film varmış moon diye, defterime yazdım bir ara izemeliyim" diyeceği ve tahminen düşündüğü an "gözünün önüne film karelerinin gelmesini sağlayacak bir zamanda" yapacak bunu. ama bu kadar etkileyici olacak mı o ayrı.

    film uzay, yalnızlık, klonlama, sistemle savaş gibi şeylere değiniyor. ama asıl derdi "insanoğlunun huzuru ve mutluluğu için" herşeyi yapan büyük firmaların insan hayatını en çok hiçe sayan varlıklar olduğu ve bir insan olarak ele aldığımızda o tek kişinin de önemli olduğu. hepimiz "biricik"iz ve ne pahasına olursa olsun gözden çıkartılamayız. (evet missi, makyavel meselesi). vazgeçersen hiç üşenmezler ışık yılı öteden ölüm timi gönderirler ama.

    ama filmde bir bilgisayar var ki anlatılamaz. gerty. yüz yılın gerçekten en iyi robotu. kevin karizmatik sesiyle renk katıyor ama genel-geçer bilimkurgu bilgisayarından uzaklaşıyor. zaten kötü olan tonla insan ve şirket var değil mi? "hal"a saygıları da borç bilirim tabi.

    dünyaya düşen adamın oğlu sam rockwell'i seçerek ne denli iyi bir iş yaptığını göstermiş, yönetim senaryo oyunculuklar (rockwell iki kere) müzikler (clint mansell) ve görsel efektler gayet iyiler.

    *

    not: yazı ekim 2009 da yazılmıştır.
  • son yıllarda izlediğim en iyi bir iki filmden biri. hakkında hiçbir şey bilinmeden izlense en iyisi.
    sadece "psikolojik gerilim filmi" bilgisiyle başladım izlemeye. ama beklentilerimin 3-4 katını verdi ne yalan söyleyeyim.
    90 dakikalık ve bu kadar dar alanda geçen bir filmin bu kadar etkileyici olması ayrı bir başarı. tadı damağımda kaldı.
    tek tavsiyem filmi izlemeyi düşünen varsa başka bilgi edinmeden gitsin izlesin.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    sam'in önceki klonların video kayıtlarını incelediği bölüm ise olayın doruk noktasıydı bence. klon vücudunun 3 yılda bozulması. bütün klonların kendinin sandığı hatıralarla, " eve gidicem çok mutluyum" demesi, öksürük sesleri arasında, eve gitmek için 3 günlük dünya yolculuğu sırasında dondurulacağını sandığı bölmeye yatışı, video kaydındaki adamın "uykun gelmeye başladığında yaptığın hizmetleri düşün" deyişi. aynı şeyin her klon için tekrarlanmış olması. gayet etkileyici gayet orjinal bir fikir. özellikle yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olduğu düşünülürse helal olsun diyorum.

    --- spoiler ---
  • ntvmsnbc'nin internet sitesinde fragmanını görüp izlemeye karar verdiğim, iyi de ettiğim film. bana üç gün önce kurduğum 'ben bilimkurgu film sevmem' cümlemi güzelce yalatmıştır. demek ki neymiş, gişe yapsın diye efektlere boğmayınca bilimkurgu filmler de mantıklı, anlamlı ve gerekli olabiliyormuş...
  • uzun menzilli bağlantı aranıyor." gibi robotik ve duygusuz bir ifadenin, bu kadar yalnızlığımızı çağrıştırıp canımızı yakacağını düşünemezdik bu filmi izlemeden önce. filmde işlenen yalnızlık temasını, bu duygusuz cümleyi o robot kadın sesine defalarca söyleterek anlatmak çok yaratıcıydı. iletişim teknolojilerinin bu kadar ilerlediği bir çağda yalnızlık hiç bu kadar robotik olmamıştı. ve bütün bu teknolojik çılgınlığın orta yerinde yalnızlığı insana hiç bu kadar soğuk bir ifadeyle hatırlatılmamıştı. "aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor..." ile başlayan cümlenin hatırlattığı yalnızlığımızın ağırlığının bu filmdeki karşılığı:
    "uzun menzilli bağlantı aranıyor"
    "uzun menzilli bağlantı aranıyor"
    "uzun menzilli bağlantı aranıyor"
    film yalnızlık, şiketler karşısında insanların sıradanlığı, klon hakları, vahşi kapitalizm, kar için insan hayatının hiçe sayılışı gibi birçok şeyle ilgileniyor aslında. sade bir dille anlatılan hikaye sizi sıkmadan ve sizi zorlamadan anlatıveriyor söylemek istediklerini. bilimkurgu meraklısı olmadığım halde bu filmi çok sevdim. ama zaten filmde bir bilimkurgudan çok bir dram bana göre.
    film klonlar üzerine olduğu için klon hakları konusunda mutlaka bazı çıkarımlar yapılabilir. fakat ben bu filmin klon mevzusunu şirketler karşısındaki insanın sıradanlığını vurgulamak için kullandığı kanaatindeyim. yani hepimiz çalıştığımız şirketlerde bizden daha önce bizim işimizi yapanlardan ne kadar farklıyız? film sırasında sam ın klon oldğu farkedildiğinde hepimiz klonlara böyle davranılmamalı düşüncesindeydik. klon olduğu sürece bir sorun yok ah vah edersin biter gider. peki bizim klonlardan farkımız nedir? yaptığımız işi daha önce kimlerin yaptığını biliyor muuyuz? veya hakkaten zevk aldığımız şeylerle mi geçiriyoruz zamanımızı? yoksa sam in dokuz yüz küsür saatini neden yaptığını bilmediği bir maket için harcaması gibi bir bilinçle mi yaşıyoruz hayatımızı? bu ve bunun gibi sorular içindi bence klon teması ya da birincil anlamı buydu.
    son olarak bu gerty ile diyaloğundaki son cümlesi de bu durumu destekler gibiydi.
    gerty: yeniden yüklemem tamamlanır tamamlanmaz yeni sam ve ben programlanmış halimize döneceğiz.
    sam : gerty, biz programlanmadık. insanız. anladın mı?
    gerçektende programlanamaz mıyız? peki bu yaşadığımız 8-5 hayat bir programlama değilse nedir? ya da tüm eski sam ler kendilerinden bekleneni yapmadılar mı? hepsi görevlerini yerine getirip şirketleri için çalışıp, ölmediler mi? programlanma başka türlü nasıl olur ki? aslında programlandılar. ve programlandıkları gibi hayatlar yaşayıp şirketlerini kar ettirdikten sonra sözleşmenin sonunda öldüler. tıpkı bizim gibi. bizde kendi programlanmış hayatlarımızı yaşayıp, çalıştığımız şirketleri ya da kendimizi kara geçirip sornasında ölmeyecek miyiz? evet sonunda öleceğiz, ama önemli olan doğru yaşayabilecek miyiz? filmde bunun için bir umut var. sam dediği gibi insanın programlanamayacağını gösterip, sonunda kendini dünyaya fırlattı ve kendi kısır döngüsünü kırmış oldu. darısı bizim başımıza.
    son olarak sözleşmenin süresi ayda yalnızlık için çok uzun olsa da dünyada yaşamak için çok kısa bir zaman. aynı ömür gibi.
  • --- spoiler ---

    matrixvari bi şekilde insanı paranoyaklığa sürükleyebilicek bi film. gerilim türünde olmamasına rağmen beni bu kadar gerdi, heyecanlandırdı ve korkuttu. insan klonlama hakkında daha önce birkaç film izlemiş olmama rağmen bu konu hakkında ilk defa ciddi ciddi kafa patlatmamı sağladı.

    filmin sonunda dünya'ya dönünce ne olacak acaba diye beklemedim değil. tüketiciliğim tuttu, hayal kırıklığına uğradım. iki-üç saat sonra fark ettim ki merak kediyi öldürdü, verdiğim notu arttırdım. 9/10.

    --- spoiler ---
  • filmi izledikten sonra afişine bakıldığında alt alta git gide silikleşerek yazılmış "sam rockwell" yazıları daha anlamlı geliyor.
  • anlatmak istediği farklı da olsa en az 2001 a space odyssey kadar sarsıcı ve düşündürücü enfes film. mutlaka izlenmeli.
hesabın var mı? giriş yap