• değişik üsluu barındırıyor şiiri.
    dostlarım
    başkaldırmıyorsa, neye yarar şiir?
    azgınları ve azgınlıkları yıkmıyorsa, neye yarar şiir?
    zamanı ve mekânı
    sarsmıyorsa, neye yarar şiir?
    satrapların başındaki tacı
    yere çalmıyorsa, neye yarar şiir?
    2
    işte bunun için çekiyorum başkaldırı bayrağını
    şu âna dek gün yüzü görmeyen milyonlar adına.
    dal ile serçeyi ayıran,
    gül ile sarı çiğdemi ayıran nedir?
    göğüs ile nar'ı ayıran,
    deniz ile zındanı ayıran nedir?
    nedir mavi ayla karanfili ayıran ?
    yiğitlik sözcüğünün gizinden,
    giyotinin gizini ayıran nedir?
    3
    işte bunun için çekiyorum isyan bayrağını!
    enikler gibi boğazlanmaya götürülen milyonlar adına
    gözleri oyulanlar adına
    dişleri sökülenler adına
    asitte eritilenler adına, solucanlar gibi
    yoksun olanlar adına
    sesten, düşünceden, dilden
    çekeceğim başkaldırı bayrağını.
    4
    işte bunun için çekiyorum başkaldırı bayrağını
    o örtünün altında
    öküz gibi oturan halklar adına
    dostluğu büyük, aynı tastan içen halklar adına
    develer gibi yük çeken halklar adına
    gün doğusundan gün batısına
    yük çeken deve gibi
    sudan ve arpadan başka hakkı yok
    özlemi yok beyin karısının
    beyin dişi köpeğinin
    berberinin olmaktan başka.
    yaşasın bir demet yonca
    yaşasın tek tanrı diye allah'a yalvaran
    halklar adına!
    5
    ey şiirin dostları!
    ben ateş ağacıyım, özlemlerin bilicisiyim ben
    elli milyon âşığın gerçek sözcüsüyüm
    sevgi ve inleyiş bilenin ellerinde uyur
    ya da yasemin ağaçlarında.
    ey dostlarım!
    kılıcın saltanatını hep reddeden
    bir yarayım ben..
    6
    ey değerli dostlarım!
    dilsizlerin diliyim ben
    görmezlerin gözüyüm ben
    okumazlara denizin kitabıyım ben
    hapishane kaşalotlarına
    gözyaşlarıyla kazınan
    yazılarım ben
    bu çağ gibiyim ben de, sevgilim!
    çılgınlıklarla karşılarım çılgınlıkları
    kırarım nesneleri çocukluktaki gibi
    kanımda devrim ve esenlik kokusu
    hep bildiğiniz gibiyim ben
    hoşuma gider yasa çiğnemek
    hep bildiğiniz gibiyim ben
    şiirleyim...
    o yoksa var olmak istemem...
    7
    dostlarım!
    sizsiniz gerçek şiir.
    ne gülmenin de önemi var
    ne de surat asmanın
    sultana öfkelenmenin de.
    sizler benim sultanlarımsınız
    sizlerden onur, güç, yetke
    istiyorum
    tuz ve taş üstünde uyuyan
    kentlerde
    şiirlerim yasak.
    şiirlerim yasak,
    çünkü insana
    sevginin ve uygarlığın
    kokusunu taşıyor onlar
    şiirlerim yasaklandı,
    çünkü her dizesi muştu taşıyor sizlere.
    dostlarım!
    sizleri bekletmekteyim hâlâ
    o kıvılcımı tutuşturmak için...

    beyrut, 1984
    alıntı bloğu
    nizar kabbani
    çeviri: kenan hanok
  • lümpeninden devrimcisine, dolmuş şoföründen bürokratına, öğrencisinden bozacısına, her kesimden insana hitap eden şiirlere imza atmış şair.

    --- şair ve boğa ---

    arap yazarı ile ispanyol boğası arasında nasıl bir ilgi vardır?

    ispanya’da diplomat olarak çalıştığım (1962-1966)’dan beri kendime çokça yönelttiğim bir sorudur bu. kaç kez tanık oldum o kanlı kavgaya: boğanın büyüklüğü ile bile bile öldürmenin küçüklüğü arasındaki kavgaya; etin yumuşaklığı ile madenin sertliği arasında.

    bütün belleğin kapıları yeniden açılıyor ve yeniden soruyorum:
    burada arap yazarı ile ispanyol boğası arasında benzeşme yönü var mıdır?

    evet. burada, büyük ve apaçık bir benzeşme var aralarında.
    1- ikisi de endülüs kökenlidir.
    2- ikisi de dirençli savaşçılardır.
    3- ikisinin de sonu boğazlanmaktır.

    bu benzetmeden ötürü, beni arap yazarına ya da ispanyol boğasına karşı haksızlık etmiş görür müsünüz?

    kuşkusuz ben kesinlikle bunu amaçlamıyorum; ikisi de güzel, soylu, yüreklidirler ve ikisi de şerefli tarihsel soylardan inip gelirler.

    bu soruyu sorarken amacım hep şu oldu: kahramanlığın üstün olduğu, kahramanların tuttuklarını kopardıkları bir çağın kahramanlığını yüceltmek.

    öyleyse biz şairler ve edebiyatçılar, endülüs kökenli boğalarız. tüm yeteneğimizle dalarız oyun alanına, saldırırız, meydan okuruz, haykırırız, iç çekeriz, hedeflerimize adım adım yaklaşırız; tabi boynuzlarımızı kullanırız; cesaretimizle, uygarlığa bağlılığımızla ve oyunun kurallarına saygımızla halkları coştururuz.

    ancak düşmanlarımız, hileye ve aldatmacaya kaçarlar, belden aşağı vururlar, arkamızdan atıp tutarlar, oklarını ve mızraklarını omurgalarımıza saplarlar, tüm onur bağlarını ve spor ahlakını çiğneyip geçerek…

    yazı kağıdı üzerine kan revan içinde düştüğümüz zaman, gırnata’nın surlarını ve musa bin nusayra’ın, abdurrahman ed-dahil’in mirasını savunurken ölen bir savaşçının iç huzurunu duyumsarız.

    hayatımın ispanya dönemi sırasında, sevmesem de giderdim koridaya… sırf mutlak dostluğumu duyurmak için boğaya… dostum, yakınım, amcamın oğlu boğaya…

    boğanın davası benim davamdı, onun yasal kavgası benim de kavgamdı, onun oyun alanına dökülen kanları benim de kanımdı. kendimi hep boğa partisinden sayıyordum.

    ispanya’yı avutanlarla birlikte ben de boğuştum. çünkü onlar, öldürülene karşı öldürenle işbirliği yapıyorlar ve insanı ahlak dışı söylemlerle bu soylu hayvanı öldürmeye kışkırtıyorlardı.

    ama ispanya halkı gözyaşlarımı görmüyor, yakarışlarımı duymuyordu. çünkü o korida oyununda aklını yitiriyordu. ilkel içgüdüleri, kızıl kanın altın kumlar üstünde aktığını görmekle gözlerini sürmelemedikçe sükûna ermiyordu.

    boğaların güreş alanına vardığımdan beri kuran ayetlerini kekeliyordum ve allah’tan boğanın ömrünü uzatmasını, onu kasapların bıçaklarından, zalimlerin zulmünden uzak tutmasını diliyordum.

    size itiraf edeyim ki ben içimden gizli gizli, boğa; mağrur, zayıf ve kibirli matadoru keşke alt etse diyor, allah’a boğayı eşine ve çocuklarına döndürmesi, bize de yitik endülüs şerefimizi geri vermesi için dua ediyordum.

    tabi bütün dualarım ve yakarışlarım halkın çığlığı ile ıslığı arasında yitip gidiyordu.

    iyice inandım ki ispanyol boğaları, efendileri gibi yatakta ölmezler. kuşkusuz burada onların öldürülmesinde turizmi canlandırmak ve amerikan koca karılarının gözlerini şenlendirmek için tarihsel bir karar söz konusudur.

    bir şey olunca başka bir şey hatırlanıyor… benzetme benzetmeyi çekiyor… şiire gelince, boğanın amcasının kızıdır o… şöyle bir soru sormam hoş görülür mü acaba: arap yazarının ölmesi de amerikan turizmini canlandırmakta aynı ilgiyi toplar mı?

    bir arap yazarı olmanın anlamı, sonsuz güçlükle uğraşmaya mahküm olmandır. görevin, arap çöplerini bir caddeden bir caddeye taşımaktır… sözün, gramerin, cümle bilgisinin kabuklarını… bir keseden öbür keseye… ve tarihin kemiklerini… bir mezardan öbür mezara…

    bir arap yazarı olman…
    bunun anlamı, siyasal enkazı bir hastaneden öbür hastaneye sırtında taşımandır. ve ulaştırmandır iktidarın delirttiklerini sinir hastalıklarının doktorunun yanına… ve üstlenmiş olmandır cenazeleri uğurlamayı… ve bozgunları güzelleştirmeyi…

    bir arap yazarı olman…
    24 saat üstüne 24 saat nöbet tutan eczaneler gibi çalışmandır bunun anlamı…
    yıllık izin olmadan…
    hastalık izni yahut idari izin olmadan…
    doğum izni olmadan…
    gebelik ve emzirme izni olmadan…

    yazarlık, beşikten mezara dek süren bir angarya düzenidir.
    ebenin pençesinden… polisin pençesine zorunlu bir yolculuktur… annenin kucağından azrail’in kucağına…

    bizim göçmen kuşlar gibi içten yandığımıza, vadilerdeki pelikan kuşları gibi birer birer öldüğümüze inanmak isteyen hiç kimse yok. yarılmış ellerimizi görmek isteyen hiç kimse yok! kavrulmuş seslerimizi de… acının tırnağıyla oyulmuş yüzlerimizi de…
    sorularla ve şimşeklerle oyulmuş göğüslerimizi görmek isteyen hiç kimse yok… dipsiz bir kaba damlayıp duran kan musluğu gibi kalplerimizi…

    yazar, kendisini kuşatan günlük ölüme rağmen yazı kağıdının önüne her oturuşunda, insanlar, onun yaralarını görmezler, kanayışının sesini işitmezler…

    onlar yazara süpermen gibi davranırlar… grip nöbetine yakalanmayan… öksürük nöbetine de… migren nöbetine de… histeri nöbetine de… ölüme de…

    romalı bir savaşçının mızrağı gibi, paslanmadan, incelmeden, kırılmadan ayakta kalmalı şair…
    çevresindeki halk, onun terini silmesini hoş görmez… kağıtlarını toplamasını ya da bir yudum suyla dudaklarını ıslatmasını…

    bir hayranı ona der ki: harika yazdın… ey üstad!
    başka biri ona der ki: bir öpücük ver… ey üstad!
    kırkında bir bayan ona der ki: bana yakın ol… ey üstad!
    bir kız öğrenci okul defterine imza atmasını ister ondan…

    bu ışıktan, kadifeden, özleyiş ipliklerinden örülü sevgi sözleri sağanağı altında şair de süpermenliğine inanmaya başlar… ruhsal etkinliğine, kerametlerine, tecellilerine… şiirsel iktidarının sürekliliğine…

    geceleyin şair evine döndüğü zaman, karısı ona, gelip kendisini soran olduğunu keşfeder. kurumuş dolmakaleminden, ince kaşlarından, yüksek alnından, gırnata’nın fıskiyeleriyle ıslanmış gözlerinden başka bir şeye sahip olmayan arap asıllı ispanyol boğasının savaşa alanına gireceğini de!

    ispanya’dan ayrılışımın üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. hâlâ sorarım kendime:

    niçin ispanyol kadınları, ole! ole! ole! diye bağırırlarken kızıl güllerini ispanyol boğa güreşçisinin ayakları altına fırlatırlar?

    ve niçin güllerini, ispanya’nın en büyük şairi lorcanın mezarı üstüne atmazlar?

    ey ispanya’nın güzel kadınları:
    ne olurdu sizlerden biri, bu arapça konuşan ve yazı kağıdına nokta nokta… harf harf… damla damla… içini döken bu boğaya kızıl bir gül atsaydı… ki o, şiirin bulunduğu son yeri ve yücelik kalelerinden son kaleyi savunmaktadır… (çev: ibrahim demirci)

    --- şair ve boğa ---
  • şu muazzam dizelerin sahibi:

    sevgilim sordu:
    benimle gökyüzü arasındaki fark nedir?
    sizin aranızdaki fark,
    şudur ki ey sevgilim!
    sen gülünce,
    gökyüzünü unuturum.
  • “arap aleminde aşk zincirlenmiştir ve mahbustur. ben de onu kurtarmaya geldim”
  • kudüs için yazdığı enfes bir şiiri var, bir parçası ve en sevdiğim tercümesi şu şekilde:

    "ey kudüs, ey şeriatler feneri
    ey parmakları yanan güzel çocuk
    ey peygamberin geçtiği gölgeli ova
    hüzünlü gözlerinle, ey kentlerin incisi
    kaldırımlarında hüzün var, minarelerinde hüzün

    ey kudüs, ey kentlerin acısı
    ey göz kapakları arasında kabaran büyük gözyaşı damlası
    kim durdurur düşmanlarını
    kim kurtarır isa'yı, isa'yı öldürenlerden?

    ey kudüs, ey kentim
    ey kudüs, ey sevgilim
    açılıyor yeşil sümbüller, zeytinler
    gülüyor gözler, dönüyor giden güvercinler masmavi göklere
    senin çiçekli tepelerinde buluşuyor babalar ve oğullar
    ey zeytin ülkesi, ey selâm ülkesi.."

    birgün, inşallah. #freequds
  • 21 mart 1923 yılında şam'da doğup, 30 nisan 1998 yılında londra'da vefat eden, arap dünyasının en büyük şair ve yazarlarından.

    (bkz: damascus university)'de hukuk okumuştur.

    işgal altında
    gazaba uğramış şiirler
    ben beyrut (deneme)
    aşkın kitabı
    gözlerinin mavi limanında
    yasak şiirler
    seninle evlendim ey özgürlük
    gerileme kitabına dipnotlar

    adlı eserleri türkçe'ye çevrilmiştir.

    edit: tarih düzeltildi.
  • arap şiirinin mihenk taşlarından olan, derdine tasasına, isyanına ve haykırışlarına dizeler süren şair. arabi çağdan bahsedecek kadar arap, horoz kasidesinde zorba diktatörlerin yüzüne tükürecek kadar cesur ve evrensel. allah'a sorular sormuş, bir kadın yaratmanın sufice vehimlerine dalmış, kudüs'e ve beyrut'a şam'dan selam vermiş, emperyalizmi haşim oğullarından muhammed'e şikayet ederek, arapların ecnebilerin bulaşıkçısı olduğunu söylemiştir. masalsız çocukları dert etmiş, savaş karşıtlığına kalemini sivrilmiştir. ve bir mim gibi şiirin ortasında duran aşk'tan ve kadın'dan çokça bahsetmiştir.

    erotik kaleminde yaşlandıkça dikleşen memelerden, kadınların varlığını gölgeleyen ataerkil kafeslerden ve huzursuzluktan bahseden, feminist ve anarşist şair.

    biraz cemal, çokça nazım hikmet'tir.

    arap şiirinin diğer mihenk taşları için;

    (bkz: adonis)
    (bkz: mahmud derviş)
    (bkz: nazik el melaike)
  • " ne yapıyorsun pazar günü
    var mı vaktin
    incelemek için aşkı
    denizi
    kumsalı
    güzel kelimeleri bu pazar
    var mı vaktin
    gömmek için yüzümü saçlarına
    gün boyu
    var mı vaktin karşılamaya beni
    var mı beni dinlemek için sabrın
    yüzüm harap
    ruhum harap
    ve cesetsiz bir baş gibidir beyrut
    verebilir misin bana ellerini
    hissetmem için ebediliği
    var mı vaktin hüznüm için
    beyrut katliamından sonra
    bir pazar günüm olmadı hiç. "
  • arap dünyasının aşk ve kadın şairidir. kendisi de kabul eder:

    “doğrudur hakkımda tüm söyledikleri
    doğrudur aşk ve kadınlara dair namım”

    namına yaraşır şekilde, kendi deyimiyle daha önce hiçbir kitabında olmadığı kadar çalışmıştır “aşkın kitabı” üzerinde.

    bu kitap yakın zamanda mehmet hakkı suçin’in güzel çevirisiyle bir kez daha türkçe’ye kazandırılmıştır:

    aşkın kitabı

    ayrıca şöyle bir beyanatı olmuş şairdir:

    "ben hiçbir şiir kitabımı üç nüshadan fazla bastırmadım. biri benim için, diğeri sevgilim için, üçüncüsü de basın savcısı için..."

    yasak şiirler
  • suriyeli birine bana bir şair söyle, bilmediğim ve iyi bir şair olsun dediğimde önerdiği şair.

    enfes dizelerin şairi. şiirlerinde 2 ana öğe vardır; 1-kadın, 2-siyaset.

    kadın kavramını arapların baskıcı kültürüne karşı inanılmaz derecede müdafa etmiştir. c. süreya'dan bile çok daha cesurdur. kadın kavramını klasik hep doğrudan değil, eksiklikleri ile şiirlerine dahil etmiştir. beyrutta sevdiceğini kaybetmiştir.

    siyaset kavramına ise aslında mesleği gereği yakın olmasına karşın, arap dünyasının kaybedişlerine dayananamış kalemiyle hatalarını sayıp dökmüştür. siyasi şiirleri o kadar güzel ki, çok keyif verir. komik olan ise zerre değişmediği orta doğu coğrafyasının.

    en sevdiğim şiiri şimdilik horoz kasidesi. burada lider kültü bir horoz ve etrafında toplanan zayıf yapılarıyla tavuklar eşlik etmektedir. o kadar komik ve gerçektir ki insan hayret eder. o horozun her gün öttüğünü bilmek de ayrı bir tuhaflık verir.

    başka güzel bir şiirini bırakmak istedim.

    suyun altından mektup

    dostumsan
    yardım et senden uzaklaşayım
    yok eğer sevgilimsem
    yardım et senden şifa bulayım

    bileydim aşk bu kadar tehlikelidir
    sevmezdim
    bileydim deniz derin bu kadar
    açılmazdım
    sonumu bileydim
    hiç başlamazdım

    özledim seni
    öğret bana özlem duymamayı
    öğret bana yüreğimin derinliklerinden
    nasıl çekip koparırım köklerini sevginin
    nasıl ölür?
    öğret bana
    gözlerimde gözyaşların
    öğret bana bir kalp nasıl ölür?
    ve nasıl ihtihar eder arzular

    ermişsen
    kurtar beni bu büyüden
    bu inkardan
    aşkın sanki reddediştir
    nolur arındır beni bu inkardan

    güçlüysen
    çıkar beni bu ummandan
    çünkü bilmiyorum ben yüzmeyi
    mavi dalga gözlerinde
    çekiyor beni derinliklerine
    mavi..
    mavi..
    yok maviden başka renk
    ne tecrübem var aşkta
    ne de bir kayığım
    değerliysem senin için gerçekten
    tut elimden
    aşığım sana baştan ayağa

    ben suyun altında soluyorum
    boğuluyorum,
    boğuluyorum,
    boğuluyorum...
hesabın var mı? giriş yap