• alarm kurmadan yatmak.
  • kız arkadaştan kaçıp evde tek başına, bira eşliğinde football manager 2015 oynanan anlardır.
  • trenle hic bilinmeyen bir ulkeye tek basina gitmek.
  • yola çıkmak için hazırlanan sırt çantasının omuzlandığı an.
  • istifa yazılmıştır muhtemelen ama az sonra anlatacağım hikaye hayatım boyunca kendimi en özgür hissettiğim a'na dair olduğu için "daha önce yazılmış zaten bu!"yu hak ediyor.

    şimdi şöyle oldu... (gülen yüz.)

    abim, (az sonra fark edeceğiniz gibi patronumdu aynı zamanda) despot bi' adamdı. eşek gibi çalıştırırdı kardeşlerini. ben de kardeşi olmak talihsizliğine uğrayan azınlıktandım işte.

    tuğla fabrikamız yoktu, çizgi film yapıyorduk biz. böyle bahçesini sevimli çitlerle çevirdiğimiz şirin bir animasyon stüdyomuz vardı. ama biz bahçeyi filan görmedik tabii, sonradan bana anlatılanları aktarıyorum ben.

    gel zaman git zaman stüdyoda yatıp kalkmaya başladım ben, işleri yetiştirmenin başka bi' yolu yoktu çünkü. o zaman teknoloji de eski (90'lardan söz ediyorum.) monitörler gözlerin ağzına sıçıyor... güneş gözlükleriyle çalışıyoruz filan...

    off ya.. niye bu kadar zor bi' şeyi anlatmak! (sarhoşsun salak!)

    alt tarafı diyeceğim ki: bir hafta boyunca stüdyoda gece-gündüz çalıştım ve benden istenen ama bu sürede istenmemesi gereken işi bitirdim. abim o şubat sabahı ofise geldi, beni yanaklarımdan öptü ve "seninle gurur duyuyorum." dedi. (madem duymak istiyorsunuz, evet, sevinçten gözlerim yaşardı.)

    "hadi saat 11:00 olmadan kaseti izmir caddesi'ndeki (bi' yokluktu ankara) kargo firmasına götür."

    iş yerinden çıktım, hayatı boyunca ankara'da yaşamış biri olarak izmir caddesi'nin nerede olduğu konusunda en küçük bi' fikrim yoktu. çıktığım yer halk sokak'tı. hissediyordum, çok yakınındaydım, taksiye binmem beni hiçkimsenin gözünde olmasa bile taksicinin gözünde salak biri yapardı. (çok gençtim ve salak gibi görünmek istemiyordum.) velhasıl izmir caddesi'ni bulduğumda artık her şey için çok geçti, çünkü "almanya" için köprüden önceki son çıkışı kaçırmıştım.

    elimde kasetle bana yüzyıllar önce içtenlikle sarılan abimin stüdyosuna döndüm. önce elimdeki kasete, sonra bana baktı. yüzünü tiksintiyle buruşturdu ve şöyle dedi: "senden bi' bok olmaz antuan, git üzerine bi' şeyler giy."

    tuvalete gittim ve bi' süre ağladım. o kadar çaresiz hissediyordum ki kendimi neredeyse çıldıracaktım. sonra göz yaşlarım bana yol gösterdi. ayağa kalktım, tuvaletten çıkıp abimin odasına gittim ve "ben istifa ediyorum." dedim. "stüdyon senin olsun!"

    sokağa çıktım, ısıtmayan şubat güneşi ted koleji'nin üzerinden yüzüme bakıyordu. kafamı kaldırdım, ben de ona baktım ve yüksek sesle şöyle dedim: "şimdi, şu anda mutluyum!"

    kendimi daha önce hiç bu kadar özgür hissetmemiştim.

    (merak edenlere not: bir ay sonra stüdyoya döndüm.) -adı gizli midir akıllı mıdır her ne haltsa, işte o bakınızı beremedim.
  • sırtında tek yükün olarak sırt çantanla bir şehirlerarası otobüse* binmek üzere olduğun ve binmeden hemen öncesinde sigaranı söndürürken dumanı üflediğin andır.
  • don giymemek.
  • the shawshank redemption filminde 3 farklı sahnede seyirciye hissettirilen anlardır:
    * andy*'nin çatıda hapishane arkadaşlarına bira ısmarladığı ve onlar içerken kendisinin sadece onları izlediği sahne
    * andy'nin kendini yayın odasına kilitleyerek tüm hapishaneye hoparlörlerden mozart'tan figaronun düğününü dinlettiği sahne
    * ve tabii ki, andy'nin lağım çukurundan çıktıktan sonra gökten yağan yağmura doğru kollarını açarak haykırdığı sahne
  • yüzünüze denizden esen rüzgar çarptığı anda hissedilir bazen, fazla sürmez, her güzel şey gibi çabuk biter. hayat meşgalesinin içinde bulur insan kendini sonrasında. doğanın fısıldadığı tatlı bir yalan gibi gelir uzaktan... o an ulaşamadığımız bir yerden. deniz olmayan bir memlekette hissedilmiyor, ne kadar yağmur yağarsa yağsın, ne kadar eserse essin rüzgar; uçsuz bucaksız bir sonsuzluk hayal edemiyor insan. denizi özlüyor, maviyi... denizi bilmeyen bilmiyor işte bu hissi, anlatılamıyor ki özgürlük...
hesabın var mı? giriş yap