• sinemanın ilk çıktığı yıllarda "neliği" üzerinde çok durulmamıştır. genelde edebiyatın ve tiyatronun bir şekilde devamı ölçüsünde kendi hayatını idame ettirmeye çalışmıştır. ilk dönem yönetmenleri sinema hakkında farklı fikirlerde düşünsede hepsinin müşterek buluştuğu nokta amerikan dili klasik anlatımı üzerinde hemfikir oluşlarıdır. sinemanın "neliği" üzerine düşünme felsefe ve sanat alanında genel olarak 2.dünya savaşından sonra başlamıştır. entelijansiya arasınadaki düşünme serüveni sinemanı ilk yılarından 2.dünya savaşı sonrasına kadar pek yoğun değildir. o zamanlar halklar tarafından sinemanın bir eğlence aracı olduğu ve hükümetler nazırında ise sinemanın propaganda aracı olarak görülmeteydi.hatta ünlü dil filozofu wittgenstein bile sinema hakkında güzel bir eğlence aracı olduğu hakkında bir takım şeyler söyler. ikinci dünya savaşında sonra sinemanın ontolojisi hakkında düşünme serüveni ciddi manada ele alınmaya başlamıştır.bu düşünmenin serüveninin kökenlerini aramaya 1920'de başlayan üç tür sinema akımından bahsedebiliriz. aslında bu sinema türleride bir şekilde klasik dil anlatımı üzerinde birbirlerine yakın görüş birliğine varmışlardır ama kendilerini ve geleneklerinin etkileri ile bu klasik anlatım dilini el yordamıyla "aşındırmışlardır". bu sinema akımları alman dışavurmculuğu, fransız izlenimciliğive katıksız sinemadır yani pure cinema. bu akımlar arasında klasik anlatım dilini aşındırma ve biçim-içerik bakımından yeni şeyler denemesiyle bu sinema akımı önemlidir. bu akım öz olarak klasik anlatı biçimine karşı çıkmış ve sinemanın tiyatro, edebiyat gibi sanatların bir uzantısı olduğunu kabul etmemişlerdir. sinemayı mücehhez ve münferit bir sanat olduğunu, görsel sanatlar içinde ayrı bir yeri olduğunu söylemişlerdir. bu büyük retleriyle deneysel sinemanın öncülü olmuştur ve sinemanın sadece "hikaye anlatma" aracı olmasından başka olarak sinemanın ontolojisine üzerine düşünme ve bakir bir sanat olan sinemanın imkanı üzerine sinemacılara geniş bir alan açtığını düşünüyorum.

    pure cinema'nın üzerine yükseldiği üç sac ayağı vardır. hareket, zaman ve kompozisyon. hareket ve zaman biliyorsunuz ki deleuze'ünde sinema kavrayışı içinde oluşturduğu iki adet bloktur. aslında bu kavramların üzerine gitmeleri belkide sinemanın çekirdeğine yapılan hakikatli soruların ortaya çıkmasınada vesile olmuştur diye düşünmekteyim. tarkovski 'nin sinema için "zamanı mühürlemek" tabiri kullanmıştır. belkide sinemaya "zaman" sanatı desek çok abes olmaz. pure cinema bu kavramların içini doldurmuş desek abes olur ama en azında karınca misali bir işlev görmüştür. bu akım zaman içinde gerçeğin geleneksel bir imgesine seçenek olmuştur ve klasik anlatı sinemasına bir alternatif olduğunu söylemiştir dziga vertov .

    bu akımın önemli temsilcileri walter ruttman, jean vigo ve dziga vertov dur.

    pure cinema kavramı günümüzde sinemanın sıfır noktası olarakta adlandırabileceğimiz sinemanı en saf ve yalın halde bulunduğu sinema hakkında kullanılmaktadır lakin bu kavramı macar film eleştirmeni a.kovacs'ın "moderni seyretmek" kitabında kullanmaktadır ve o dönemi bu kavram ile isimlendirmektedir.
  • film yaratıcılarının hareket, sinematografi ve ışıklandırma gibi filmleri benzersiz bir sanatsal araç haline getiren unsurlara öncelik vermeleri ve hatta kendilerini bunlarla sınırlamaları gerektiğine duyulan inanç.

    diyalog işin içine girmez çünkü diğer edebiyat alanlarına zarar verir. zaten saf sinemanın amacı kitaba çevrilemeyecek bir film yapmaktır. tıpkı saf edebiyatın amacının da filme uyarlanamayacak bir kitap yazmak olması gibi.

    "pure cinema" kavramı 1894-1929 yılları arasındaki sessiz dönemde ortaya çıkmıştır. bazıları sözlü diyalogları metin kartlarıyla değiştirirken, yetenekli film yapımcıları kendilerini yalnızca görüntülerle nasıl ifade edeceklerini bulmuş ve bugün hala sinemalarda konuşulan bir dil geliştirmişlerdir.

    sesli filmlerin ortaya çıkışından sonra "pure cinema" destekleyicisi olan teorisyenler sesin eklenmesinin sadece gereksiz olmadığını, aynı zamanda filmlerin sanat eserlerinden ziyade eğlence kaynağı haline geldiğini savunmuşlardır.

    sinemaseverler için ise bu yenilik harikaydı ve en sevdikleri oyuncuların ekranda ilk kez konuştuklarını duymak için sinemalara akın ettiler fakat teorisyenler gibi alfred hitchcock ve diğerler yönetmenler de sinema diline yeni, görsel olmayan bir unsurun girmesinin bildikleri ve sevdikleri aracı tamamen değiştireceğinden endişe ediyorlardı. ünlü çalışmaları demode olma riskiyle karşı karşıya olan sessiz film yapımcısı paul rotha, "hiçbir konuşma gücü fotoğrafların betimleyici değeriyle kıyaslanamaz" diye itiraz etti. "sinemada bir ses konuşmaya başladığı anda, ses aygıtı kameranın önüne geçer ve böylece doğal içgüdülere şiddet uygular."

    hitchcock bu değişime elinden geldiğince direndi ancak sonunda, işinde kalmak istiyorsa zamana ayak uydurması gerektiğini fark edip ilk sesli filmi olan (bkz: blackmail) 'i 1929'da çekti. 31 yıl sürecek bu uğraşında tam olarak potansiyeli kavrayamadı fakat bocalama devri efsane eseri (bkz: psycho) 'nun gösterime girmesiyle kült seviyeye erişti.

    sapık, ses açısından her şeyden önce, kadın kahraman marion crane'in çılgın motel sahibi norman bates tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü meşhur duş sahnesiyle hatırlanır. prodüksiyon tarihine göre, hitchcock başlangıçta bu sahne için müzik kullanmak istememiş, tamamen sessiz bırakılırsa daha etkili olacağına inanmıştır. besteci bernard herrmann'ın ortaya koyduğu müziği duyduktan sonra ise fikrini değiştirip tamamen yaylı bir parça olan bu müziği eklemiştir. kemanın çığlığı ile bates'in bıçağının hareketi eşleşirken aynı zamanda crane'in buz gibi çığlıklarını da çağrıştırmıştır. artık tüm popüler kültürün en ikonik görüntülerinden biri olan duş sahnesinin etkisi, hitchcock'a sesin asla görüntünün yerini alamayacağını ancak birinin diğerini güçlendirmek için kullanılabileceğini öğretmiştir.

    son olarak,

    en pür şekilde "pure cinema", sesin ötesinde her şeyde tamamen seçici olmak, fazlalıkları ortadan kaldırmak ve kameranın yerleştirilmesinden oyuncuların kostümlerine kadar en küçük ayrıntıların bile büyük resimle ilgili bir amaca hizmet ettiği filmler yaratmakla ilgilidir. bir nevi sanatsal geştalttır.
hesabın var mı? giriş yap