• sabahtan aksama kadar kendini yorgun hissetmek, erken yatip gec kalkmak, hicbirseyden zevk almamak, verimsiz üretimlerde bulunmak, arkadaslari dislamak, telefonlari kapatmak, eve kapanmak, ve daha kotusu sebebini bilememenin beyni kemirmesi.
  • bazen, hayatımda çok güzel bir şey olacağı sanrısına kapılırım. bi' kırılma anında hissederim kendimi, hayatımı, varlığımı. "tamam..." derim, "şu andan sonra kanayan, kanatan, duran, durduran, parçalayan ne varsa değişmek üzere. çünkü güzel bir şeyler olmak üzere ve her şeye sirayet edecek bu güzellik."

    ertesindeki bir kaç gün, o kadar emin oluyorum ki, güzel şeyler olacağına. resmen yaşadığım "optimist kişilik bozukluğu". henüz tıp tanımlayamadı bunu, ama ben bu hastalığın pençesindeyim, araştırılsın.

    tam şarjda bekliyorum, çok çok üç-beş gün dayanıyor pilim. sonra "o" an geliyor. hiçbir şeyin "olmadığını" gördüğüm an. birkaç gün boyunca hiçliğe bakıp, görmediğim şeyi görüyorum. "çok güzel bir şey olacak(mış) gibiydi... ama olmadı."

    peki ne mi oluyor?

    sebepsiz yere mutsuz oluyorum. hayatım üç gün öncesiyle "aynı" iken, ben hiç sebepsiz "mutsuz" oluyorum bir anda. üç gün önce de var olanlara yeni yükler binmemiş oysa. "bir yerden sonra, daha fazla acıt(a)mayacağını" tecrübe ettiğim kırılmışlıklar, pis pis içimi kemiren duygular, kendi kendilerini kıran hayallerim ya da varlıklarıyla yaşamaya alıştığım tuhaf düşüncelerim... hepsi aynı yerinde. üç gün önce stabillerdi. dengede ve kararlı... artık "normal" hayatıma harmanlanmış şekildelerdi. ne oluyorsa, bu lanet optimist düşüncelerin peydahlanması sonrası oluyor. bir anda çalkalanıyorum. tortusu dibe çökmüş, üzerinde kalan su berraklaşmış olan fincanım, yeniden çamur kıvamına geliyor.

    bana ne zaman; sebepsiz yere güzel bir şey olacağı sanrısı musallat olsa; arkasından durduk yere mutsuz oluyorum. güzel bir şeyler değil, koyu bir karanlık sirayet ediyor içime. hani o an içimi açacak olsan, ciddi ciddi ortadan ikiye ayırsan göğüs kafesimi; kesif kokulu, koyu bir hüzme saracak odayı... hatta gaipten gelen, kasvetli, huzursuz edici bir melodi duyar gibi olacaksın; doğrudur. hepsi benden geliyor.

    ben balansı ayarlayana kadar, bir de bakmışım; yine kırıp-dökmüşüm etrafı, içimi, dışımı... üç günlük tam şarjım bazen on günüme bazen onlarca günüme mal oluyor.

    yine de o 'üç günler'de; dünya, kendisine gönderdiğim pozitif enerjileri dürüp götüne sokmayacaksa; bir yerlerde, benim "güzel şeyler kumbaramda" birikiyordur onlar, değil mi? bir zaman sonra, sahibine dönmeliler?! mutlaka olacak, sadece henüz olmadı.
  • mutlaka bir sebebi olan ancak durumu yasayan kisinin bunu farkedememesi durumu.
  • (bkz: yengec burcu)
  • kica rahat batmasi sonucu vuku bulur.
  • mutsuz olmak için çok sebebiniz olduğuna, ancak o sebeplerin hiçbirini doğru teşhis edememiş olduğunuza delalet eder.
  • bilincaltinda biriken olumsuz dusuncelerin, en basit sekliyle, gorulen bir esyaya yuklenen anlam dogrultusunda saniyelik bir zaman diliminde akildan gecmesi, bu durumun insanin bilincine yansimamasi sonucu nedenin farkedilememesi hadisesi.*
  • çok şey yazası gelse de insanın ne de az şey anlatılabiliyor kelimelerle.

    sebepsiz gelen mutsuzluk hissi, velev ki sebepli gelse ne olacaktı ki? aldatıldığın için gelse misal, ya da denediğin denediğin ama olmadığı için olsa, fakir olduğun için gelse misal, en çok sevdiğin şeylerin ne olduğunu bilemeyecek kadar fakir hem de.

    yaşlandıkça sebepleri anlamaya çalışmaya daha az gerek duyuyorsun herhalde, ondan olmasın? sebebini anladın da ne oldu, hangi mutsuzluk hissinin sebebini çözdüğünde mutlu oldun?

    daha çok çözüm odaklı oldun bu halde. problemler geldikçe geldikçe ve geldikçe. ya çözüm odaklı olacaktın ya da problemin kendisi.

    öğrettiler zamanla insana herhalde hayallerden vazgeçmeyi, sen hiç farkına varmadan hem de.

    sonra da sebepsiz sandın her gelen mutsuzluk hissini.
  • ortada aslında hiç bir sebep yok iken bireyin kendisini içten içe çürütmesine sebep olan ruh halidir.
    mutsuz olduğunu içinde hissettiğinde; hani olur ya göğsünde bir şey olması gerekenden daha ağır gibi hissedersin, bir şey seni zemine çekiyormuş gibi hissedersin böyle zamanlarda. işte o zaman kendi kendine sormaya başlarsın; neden? diye. neden diye sorman bir isyanı veya bir baş kaldırıyı nitelemez, aslında neden içten içe mutsuz olduğunu anlayabilmek için kendi kendine sorduğun basit bir sorudur. yolda yürüyor olursun bazen bu soruyu sorduğunda, sonra kendi kendine konuşmaya başlarsın. zihninde yarattığın bir üst benlik, yani kendi bilge kişiliğinle konuşmaya başlarsın. kısık bir sesle, gerçekten konuştuğun için kulağında bir kulaklık bulundurup, diğerleri anlamasın diye bildiğin her hangi bir yabancı dilde gerçekleştirirsin bu konuşmayı(bu benim durumumda almanca ;

    -(üst benlik): neden mutsuzsun ?

    +(benlik):*sinirli bir şekilde* bilmiyorum! neden mutsuz olduğumu bilmiyorum.

    -acaba etrafında olan şeylerden mi? hani ailenle yaşadığın sorunlar, kendinle yaşadığın çatışmalar? bunlar mı sebepleri sence?

    +bilmiyorum. *sesi yumuşamıştır* etrafımdaki insanlarla ilgili insanların beni çok etkilediğini düşünmüyorum, bir geçiş dönemindeyim, biliyorsun. akademik kariyerimin son aşamasındayım ve bunu tamamlamak için tekrar taşınacağım vs. belki bunlardan olabilir.

    -biliyorsun oralarda geçirdiğin zamanlarda içinde hep bir boşluk vardı. yapmak istediklerini yaptığın ve yapıyor olduğun bir aşamada idin.

    +evet, öyleydim. ama orada bulunmamla bir ilgisi yok. bak, aylardır buradayım, ama bahsettiğin boşluk hissi hiç bir zaman ben buradayken de kaybolmadı.

    -ruh halini düzenleyici ilaçlar ve/veya yöntemler kullanmaya ne dersin?

    +eğer seçici serotonin gerialım inhibitörlerinden bahsediyorsan, şimdiden söyleyeyim, serotonin seviyemin düzenlenmesine ihtiyacım yok. metilfenilad kullandığımı zaten biliyorsun.

    -biliyorum, aslında ona da ihtiyacın yok, biraz kafein her zaman senin en iyi dostun olmuş, ve seni her zaman desteklemiştir.

    +evet, ana konuya dönecek olursak, geçirdiğim ve geçireceğim değişimler değil sanırım bana bu hissi veren, ya da etrafımdaki şeylerin istediğim gibi olmaması da değil. çoklarının tatminsizlik ve hatta şımarıklık ile tanımlayabileceği, fakat bununla ilgisi olmayan bir konu.( modaya ulaşmış, bir banka oturmuş, termos içerisinde önceden hazırladığı kahve,kahve likörü, kanyak karışımını yudumlamaya başlamıştır)

    -alkolizm?

    +akolik olmadığımı biliyorsun, zaman zaman güzel bir manzara eşliğinde bir kaç bardak içkiyi yudumlamaktan zevk almam beni alkolik yapmaz.

    -sormaya korkuyorum ama inkar evresinde misin yoksa?

    +hayır, bunu daha önce de açıklamıştım? hatırlarsan berlin'de iken bir yıl boyunca hiç içmemiştim. bunu sadece ispat için yaptığımı biliyorsun çünkü o zaman, senin kaygılarında bir gerçeklik payı olmasından endişe etmiştim. bu bir başlangıçtı değil mi ? o vakitten beri her endişe duyduğunda çok uzun süreler kendime söz verip, sosyal ortamlarda bile alkol almadım.

    -sadece tepkini kontrol etmek istemiştim. evet haklısın; arada sırada gün batımını izleyip, iyi bir dostla sohbet ederken bir kaç bardak bir şey içmek seni alkolik yapmaz. peki neden mutsuzsun?

    +bilmiyorum. dediğim gibi, mutsuz olmamı gerektirecek hiç bir sebep yok.

    -peki etrafındaki insanların hiç bir şey fark etmemesini neye bağlıyorsun? yeterince dikkatli bakmamalarından mı ?

    +hayır. sadece insanlarla beraberken, zihnimde bir şeyler değiştirip, onların yanındayken mutlu görünmeyi, hatta kendimi zorlayarak mutlu olmayı başarıyorum.

    -biliyorum, geçen gün arkadaşlarınla buluştuğunda hepsi seninle vakit geçirdiklerine çok memnun oldular, onları çok güldürdün.

    +evet, sanırım mizah, biraz da hayatın gerçeklerinden kaçmaya çalışırken girdiğin ara sokaklardaki insanların yaşantılarını, yaşadıklarını yansıtıyor.

    -her neyse, seni yüceltecek şeyler söylememden hoşlandığını biliyorum. ama tekrar ana konuya gelirsek; seni huzursuz eden, kalbini demeyeceğim ama, ruhunu, zihnini, benliğini ağırlaştırıp, yer çekimini benliğinin ve varlığının düşmanı haline getiren sebep ne ?

    +bilmiyorum. gerçekten, bilmek isterdim, çünkü bu güne kadar bildiğim şeyler sayesinde hep sorunlarımın ne olduğunu anladım, ve bilgi, kutsallığıyla bana eksik yerleri doldurmayı, sorunu tanımlamayı, ve çözmek için gerekli ilhamları verdi.

    -evet, şu anda gerçekten çözümsüz bir aşamadayız. dikkatin dağılmaya başladı? neden? metilfenilad etkisini mi yitiriyor?

    +yo, hayır. sadece,*sol tarafa bakar* o taraftan birisinin gelip benimle konuşacağını hissettim.

    -kim o ?

    +bir dişi, yüzü, fiziği, gözleri, her şeyi bulanık. sanki onun kim olduğunu asırlardır biliyorum, ama hatırlayamıyorum. saçları rüzgarda dalgalanıyor, beyaz elbisesi rüzgarla oynaşıyor, sandaletleri, hep o aynı, bilindik, tanıdığım, ama nasıl, nereden tanıdığımı bilmediğim sesi çıkartıyor.

    -peki ya sonra?

    +gelip yanıma oturuyor, kafamı çevirip yüzüne bakmıyorum. çünkü onun zihninde, kafamı çevirip doğrudan ona bakmak, onun garipsendiğini, burada istenmediğini simgeliyor.

    -sonra? sonra?

    +çok seversin değil mi benim bilinmezlik imgelerimi? sonra kafamı, yüzüm hala aşağıya bakarken hafifçe ona doğru çevirip, avucumun içini göğe doğru kaldırıp, onun varlığının beni onurlandırdığını anlatıyorum.

    -konuşmadan? sadece işaretle?

    +o, konuşmanın kalbi kararttığına inanır. o yüzden sadece gerekli gördüğü hallerde konuşur. onun dışında, yanında veya karşısında olduğu kişiyle gözlerine bakarak ve vücut dili kullanarak anlaşır.

    -peki? nasıl? nasıl olur? onunla bir yerde oturuyorsun, karşılıklı? hiç konuşmuyor musun saatlerce?

    +hayır, zaman zaman konuşuyorsun. ama nadiren. o ve ben, böylece birbirimize bakarak, dokunmadan, anlaşıp ruhlarımızın sırlarını anlatıyoruz birbirimize.

    -peki şimdi ne oluyor? şu anda yani?

    +elimle yaptığım karşılamayı kabul etmiş olacak ki, sırtını arkaya yasladı. hani mesafem vardır ya benim hep korumak istediğim?

    -evet?

    +işte onunla bizim aramızdaki bu mesafe normalin çok altında.

    -nasıl yani? temas etmek gibi mi?

    +hayır hayır, daha çok, temas etmeye çok yakın, beden sıcaklığını hissedecek kadar yakın, dokunmayacak kadar uzak.

    -sonra sonra?

    +sonra o konuşmaya başlıyor.

    -ne diyor?

    +her zaman bir kaç anlama gelebilecek şekilde konuşur o. hiç bir zaman bilgeliğinin sırlarını sana tek bir anlama gelecek şekilde fısıldamaz.

    -peki. şimdi ne diyor?

    +diyor ki; "gün batımının arkasında saklanan ruhlar bedensizleştiğinde, ve yeryüzü onları çekmemeye başladığında, karanlıkların içinden bir ışık doğar. mum ışığı kadar titrek, deniz kadar büyük ve dağlar kadar güçlüdür o ışık. ruhunda doğmayı bekleyen benlik, karanlığı yarmayacak, bir annenin bebeğinin saçına dokunduğu gibi sana sırtından dokunacak. işte o vakit, karanlığın aslında ışıksızlık olduğunu, aydınlığın ise kutsallığını anlayacaksın"

    -ne demek şimdi bu?

    +kısacası neden mutsuz olduğumu hala bilmiyorum demek.

    - yalnız kalmak, kalabilmek neden bu kadar önemli?

    +ancak o zaman kendimi dinleyip, kendimle konuşabiliyorum. böylece her gün, eksik parçaları tamamlamaya çalışıyorum.

    -ya ruhun taşıyamazsa bu ağır parçaları?

    +ruhun sınırları yoktur, tıpkı zamanı ve mekanı olmadığı gibi. ruhun varoluşu ancak sınırsızlıkla bellidir.

    -haklısın.

    tarzında diyaloglarla bile sonuca ulaştıramayan, sebebini sır gibi saklayan mutsuzluk çeşididir işte böylece.
  • bu aralar beni de saran duygu. ortada hiçbir şey yok ama ben mutsuzum. doktora gitmek de fayda var.
hesabın var mı? giriş yap