• 10 sene üniversite okudum, şebnem ferah kadar okula gitmişliğim yok. festival kaçırmıyor galiba.
  • şimdi kendisiyle alakalı bayağı uzun bir girdi yazacağım. çoğu kişinin hoşuna gitmeyeceğini ve hatta karaladığımı düşüneceğini de eminim.

    son günlerde, yeşim salkım'ın gülben ergen üzerine gitmesi ve foyasını ortaya çıkarması durumu az biraz bu girdiyi girmeme ilham oldu gibi bir şey. ha hepsi aslında birbirinin laciverti ama birileri daha koyu, birileri daha açık.

    yeşim salkım, zamanında kendisinin de kabul ettiği üzere medya kartellerinden biridir. özellikle müzik piyasasını yönlendirdiği toplamda 6-7 senelik bir süreç bile olabilir. şimdi televizyona çıkıp, günah çıkarır gibi, evet ben de medya kartelliği yaptım ama çok zararım dokunmadı şeklinde açıklamaları var. benden daha güçlüleri vardı, beni de engellediler, şarkılarımı, kliplerimi yasakladılar...vs gibisinden açıklamalar yaptı. (hoş kendisi de gücünü kocasından alıyordu.) yeşim salkım, iyidir kötüdür fark yapmaz. sadece bir şey konusunda haklıdır. türkiye medya mafyalığı kesinlikle önemli bir noktadadır. can yakıcıdır, kariyer bükücüdür, üzücüdür.

    kimsenin sesli dile getirmediği ama herkesin de az çok bildiği türkiye'nin en büyük müzik mafyası sezen aksu'dur. doğan medya grubunun en büyük mafyası. şimdi etkisi yok zannedenler olabilir. o çatır çatır arkadan hala işlerini yürütüyor. (bakın tüm bunları kişilerin sanat etkileşimlerinden bağımsız olarak yazıyorum. zira ben de sezen aksu dinleyen biriyim.) sezen aksu birçok kişinin kariyerini bitirmiştir, bir çok kişiyi acı çektire çektire piyasadan sildirmiştir. şahsen benim bildiklerim var, bir dolu da bilmediklerim var. özlem tekin bunlardan biridir. niran ünsal bunlardan biridir.

    şimdi neden şebnem ferah başlığına yazıyorum bunları.

    bilin ki, bu medya mafyalığı durumu sistemli bir iştir. kulağınıza abartı, şaka gibi, yalan gibi gelebilir ama bu adamlar kendi içlerinde iş bölümü de yapmıştır. kimisi pop müzik alanında hüküm sürüyor, kimisi, rock müzik, arabesk, halk müziği gibi dalları vardı. bunları yöneten zincirin görünen hakimi sezen aksu'dur. hala da öyledir. sezen aksu gözümüzde iyi bir söz yazarıdır. kalbimize dokunur. çoğu şarkısıyla doğrudur da. lakin sezen aksu'nun berbat şarkıları da vardır, bu şarkılarla mucizevi bir şekilde ünlü olan şarkıcılar da. medya için 90'lar ve 2000'ler için güzel bir medya tanıtımı olan "sezen aksu'nun şarkı verdiği bilmem kim başarısıyla göz dolduruyor..." bu adamlardan şu anda gündemde olanlar bir avuç insan. ya bazısı sezen aksu ile ters düşüp piyasadan siliniyor ya da bazısı tamamen kişisel yeteneksizliklerini örtmekte iyi hamleler yapamıyorlar. aşkın nur yengi nerede? emel müftüoğlu nerede? bunlar hala yaşlarına rağmen çatır çatır şarkı söyleyebilecek insanlar. sorsan şimdi sezen aksu'nun hala gözdesi insanlardır. yersen. sertab erener hamlelerini iyi yaptı, kredisi hala yüksek. çatır çatır şarkı söylüyor çünkü sezen aksu izin veriyor. (biliyorum bu noktalarda saçmaladığımı düşünüyorsunuz.) evet, size göre sertab erener kaliteli sesi ile tutunuyor hala (evet sesi kaliteli), doğru olabilir lakin %100 bu sebeple hala piyasada değil.

    neyse, peki rock müzik piyasasında tekellik neden şebnem ferah etrafında döndü yıllarca? neden şebnem ferah hep rock müziğin kraliçesi oldu? kendisinin müzik kariyerden, raks müzikten, üniversal müziğe, pasaj müziğe ve doğan medya grubuna kadar hepsi sezen aksu yönetiminde gerçekleşti. daha piyasaya ilk adım atmasından itibaren.

    şok olacağınız birkaç gerçekle başlayalım.

    1- şebnem ferah'ın kadın albümündeki tüm şarkıların sözleri şebnem ferah'a aittir. fakat bazı şarkılarda sezen aksu'nun adı geçmektedir. burada kritik nokta, şebnem ferah'ın ablası için yazdığı (hasta olan ablası) deli kızım uyan şarkısıdır. şebnem ferah, yapım süresinde, tüm şarkı sözlerinin iskelet yapısıyla geliyor, sezen aksu piyasa yardımı yapacağını fakat bunun karşılığı olacağını söylüyor. karşılık en başta yapılacak şarkı sözü paylaşımıdır. şebnem bu albüm için 1,5-2 yıllık bir yapım süresinden geçmiştir. totalde en fazla 6-7 ayda çıkacak albüm, bu kararsızlıklar, çatışmalar ve ödünler sayesinde uzamıştır. şebnem peki bu durumdan ötürü o zamanlar üzgün gibi görünse de, şimdi sorsan herhalde yaptığı en iyi hamle olduğunu söyleyecektir. sizin gözünüze basit görülebilir. sezen aksu neden piyasaya çıkan yeni birinin albümünde 2-3 şarkıda şarkı sözü sahibi olarak gözükmek istesin ki? ister. yenilecek ekmek, yetiştirelecek öğrenci varsa. küçük ödünler ister, büyük ödüller verir. eee şebnem ferah hala rock kraliçesi.

    2- artık kısa cümleler kuruyorum albüm aşamasında şebnem ferah'ın kişisel sağlık problemleri nedeniyle (sigara kullanımı çok yüksekti) sesinin kalitesini fark edilir şekilde kaybetti. şebnem ferah ikinci albümünden itibaren tüm stüdyo kayıtlarında autotune kullanıyor, bunu konserlerine de yansıtıyor. bilmeyenler autotune olayını inceleyebilir. ekşi sözlük bilgi kaynağı ya. araştır.

    şimdi devam edelim.

    rock müzik piyasasında hep bir karşılaştırma vardı. şebnem ferah mı özlem tekin mi? özlem tekin, piyasaya şebnem ferah'tan daha önce çıktı. müzikal açıdan kendisi şebnem'den daha eğitimli bir insandı. ayrıca sahne tecrübesi daha büyüktü. özlem tekin neden özellikle "tek başıma" albümünden sonra büyük bir düşüş yaşadı. sesi mi kötüleşti? müzikalitesi mi düştü? "dağları deldim" süksesinden sonra ne oldu? ha sahi, dağları deldim klibi neden kral tv'den birden çekildi? neden 2002 yılında bu büyük sükse yaratan şarkı kral tv top 20 listesinde ilk 10'a bile giremedi. çok mu kötüydü şarkı? biz mi abartıyorduk? (top 20 arşivlerine bakılabilir) yeşim salkım'ın dediklerini şöyle özet geçeyim bu noktada; kendileri kafalarına göre o listelerde kimin ilerleyip ilermeyeceğine karar veriliyordu. sms, oy falan hikaye yani.

    özlem tekin'in "10987654210" çok sağlam bir albümdür. değmez klibini hatırlayan? hatta şöyle diyeyim, değmez klibinin 2 versiyonu var. bunları yayınlayan? kral tv'de göremezsiniz. albüm piyasaya çıktı, 1 ay sonra toplamda 1 hafta yayınladı ve geri çekti. powerturk keza yayınlaması çok kısıtlıydı. bu albüm çöp oldu gitti. o sene çıkan şebnem ferah'ın can kırıkları albümü aldı başını, yürüdü gitti. rock kraliçesi ortalığı yakıp kavurdu.

    okan bayülgen ve beyaz'ın programlarında yeni albüm tanıtımı amacıyla şebnem ferah tüm albümüyle okan'ın programında 10 şarkılık konser vermiştir. program adeta ona adanmıştır. özlem tekin, bırakın sohbet edilmesini, 3 şarkı söyletilmiştir. merak edenler okan bayülgen'nin zaga arşivlerine bakabilirler.

    peki özlem tekin'in kargalar albümü, türkiye standartlarına göre bir deneysel sertlikte albümdü. eski birkaç şarkısının sert versiyonları ile yepyeni şarkıları olan albüme ne oldu? özlem tekin gitti, opeth gibi gruplarla çalışan adamla albümün post prodüksiyonunu yaptı. albüm nerede? kargalar klibi neden yayınlanmadı, yayınlamayı bırak neden kargalar klibine yayın yasağı geldi?

    hemen bir parantez açalım. kral tv, powertürk kanalları müziği yönlendiren kuvvetlerdi 2000'ler için. bu dönemin yine doğan medya grubu tekelinde olan dream tv ne yapıyordu. hemen birkaç örnek vereceğim. durumu özetlemek adına.

    a* güven erkin erkal (şebocuğun bir numaralı kankası) ve şafak ongan yönetimindeki kanalda, herhangi bir müzik listesinde şebnem ferah harici (o dönemler için) herhangi bir sükse yakalayan şarkıcı olmadı. özlem tekin burada göze batıyordu. öyle bir izole politikası vardı ki, kanalda düzenlenen "bilmem kim haftasonu" konseptli, bir şarkıcının müzikal kariyerini 2 gün boyunca anlatan belgesel yapılırdı. gün içinde klipleri çok defa dönerdi. rock kraliçemiz şebnem ferah için kaç kere yapıldı, sayamadım pardon. hani sokak tabiriyle deriz ya, kıçı kırık adamlar için kaç kere yapıldı, orasını da takip edemedim. (aydilge haftasonu wtf???) özlem tekin'e? 0 (yazıyla koca bir sıfır.)

    b* dream tv özellikle rock festivallerinin medya sponsorluğunu bir dönem tekelinde almıştı. bu festivallerin görüntülerinde şebnem ferah'ın tüm konser kayıtları yayınlanırken, özlem tekin'in aynı festivallerindeki görüntüler 1-2 şarkıyla kısıtlı kalırdı. (bknz: dream tv rock'n coke arşivleri)

    peki özlem tekin şimdi nerede? yok gibi bir şey. müziği bıraktığı söyleniyor. muğla'da yaşıyor, sakin bir hayat sürüyor. gidin sorun, artık bu işlerken çekildiği için miymiş yoksa uzaklaştırıldığı ve artık yorulduğu için miymiş?

    gerçeklere devam edelim.

    3- sanki dün gibi konserlerini hatırlayanlar vardır sanırım. 3 günlük, 70'ler, 80'ler ve 90'lar konseptli harbiye konserleriydi. bu konserler için üç solist vardı. özlem tekin, levent yüksel, fatih erkoç ve bu üç güne eşlik eden konuk solistler. nükhet duru, sezen aksu gibi. bu konserler için anlaşılan ilk solist funda arar idi. fakat çeşitli sebeplerden ötürü, özlem tekin ile anlaşıldı. sezen aksu'nun o solistlikten özlem tekin'i indirmek için neler yaptı, ne tehditler savurdu? most prodüksiyon zaten özlem tekin ile anlaşma imzaladığında ve anlaşmayı yok sayması durumunda ortaya çıkacak pis para işlerinden kendisini korumak için kabul etmek zorunda kalındı. most prodüksiyon anlaşma gereği, özlem tekin'in daha sonra 109876543210 albümü konser turnelerini de ve tanıtımını da düzenleyen şirket olmuştur ve anlaşma gereği bu albüm için özlem tekin tek başına harbiye açıkhava'da bir konser daha vermiştir. ve bu son olmuştur. türkiye'de harbiye açıkhava'da konser vermek bir başarı göstergesi olarak sunulmuştur. özlem tekin'in bir daha hiçbir şekilde harbiye'de konser vermesine izin verilmemiştir. şebnem ferah, rock kraliçemiz hala çatır çatır konser vermektedir harbiye sahnesinde. neden? çünkü çok başarılı, çok harika bir canlı performansı var. yersen.

    4- şebnem ferah'ın konser kayıtlarından oluşan canlı dvd'sine gelelim. her medya grubu bu albümü türk müzik piyasasında yere göğe sığdıramadı. malum türk müzik piyasasında canlı konser kayıtları pek revaçta değil. bu da elbette doğan medya grubunun desteğiyle o büyük sükseyi yakaladı. albümün içinde tek bir şarkı bile canlı konser kaydı değildir vokal olarak. (hadi len dediğinizi duyar gibiyim) ya da şöyle diyeyim, %100 vokal kayıtları gerçek değildir.

    a* albümdeki tüm vokal kayıtlar tekrar stüdyoda auto-tune ile üstünden geçilmiştir. (dünyada birçok canlı dvd'lerde yapılıyor ve hatta normal bile karşılanıyor.) şebnem ferah, konserde bile autotune kullanması bile onu kurtarmamış, gitmiş, vokal kayıtlarını cilalamıştır.

    b* şebnem ferah'ın konser bileşimi şu şekildedir ve asla şaşmaz.
    şarkının %20'si ila %30'unu ben okurum. geri kalanı, özellikle nakaratları dinleyiciye söyletirim. arada da kilit noktalarda birkaç yüksek notadan ses çıkartır ve çığlık atarım. bu denkleme göre dvd'yi tekrar izleyiniz. dvd yetmiyorsa, son zamanlardaki konser kayıtlarını izleyiniz. ha gelelim asıl meseleye; şebnem ferah konser kayıtlarında yüksek notalara çıkarken veya peslere inerken pitch correction kullanılmıştır. bu autotune ile birlikte revaçta olan ses teknolojilerine ait bir düzenlemedir. isteyenler araştırabilir.

    ama sorun değil. rock kraliçemiz rock dvd'si çıkarmış. istediği kadar hile hurda kullansın.

    fakat işte, o yetenek, o açılım, o yenilenme olmayınca istersen sezen aksu destekli şebnem ferah ol, şebo ol, kraliçe ol... tıkanıyorsun. perdeler albümünden beri, birbirinin kopyası şarkılarla, türk dinleyicisine temcit pilavını yedirdi. biz de afiyetle yedik. can kırıkları şarkısının od şarkısının iskelet yapısındaki farklılıkları araştıralım mı? zira fazla zamanınızı almaz, yok çünkü farklılık.

    die hard dediğimiz o fan kitlesi dışında kendisini hiçbir şekilde yenilemeye sokmayan şebnem ferah, benim adım orman, od gibi albümlerle zaten çuvalladı. kadının şarkı sözleri bile aynı sanki. eş anlamlı kelimelerle albümü yeni baştan yazmış hissi veriyor. kişisel vizyonsuzluğu buna sebep oldu? sezen ablası nerede? sezen ablası hala orada bir yerde ki, hala yılda 2-3 kere harbiye'de konser verebiliyor. tüm büyük çaplı festivallerde headliner olabiliyor.

    rock müzik mafyasının başındaki kadın hala böyle sükse yaratıyorken, aylin aslım nerede? aslı nerede? düşünsenize; say bakalım rock kadın solistleri diyorsunuz 90'lardan beri aklınıza 2-3 isimden başkası gelmiyor. en büyük rakip özlem tekin'di. o zaten acımasızca sindirildi.

    birkaç gerçeğe daha devam edelim...

    5- özlem tekin sahne tecrübesi ve eğitimiyle volvox grubuna daha sonradan katılıyor. o zamanlarda volvox grubunun bar tecrübesi dışında, kayıt, prodüksiyon gibi tecrübeleri yok. özlem tekin'in "thebad" adlı grubuyla bu tecrübeleri yaşamış biriydi. (özlem tekin'in geçmişinden araştırılabilir.) özlem tekin'in teşvikiyle ve şebnem ferah'ın da isteğiyle (grubun lideri şebnem ferah) albüm çalışmaları yapılıyor ve o zamanlarda tamamen özlem tekin'in bağlantıları ile kemancı gibi mekanlarda konserler ayarlanıyor. özlem tekin, şebnem'den daha önce o müzik piyasasında, daha çok adam tanıyor, daha çok bağlantısı var. sonradan bu bağlantıları tamamen şebnem ferah ele geçiriyor. pentagram üyelerinin arkadaşı en başta özlem tekin iken, sonradan dışlanan o oluyor. özlem tekin, grupta klavye çalıyor ve back vokallerde yer alıyordu. şebnem ferah'ın birkaç rahatsızlığı olduğu zamanlarda ana vokallere geçtiği zamanlar oluyordu. özlem tekin'in hem ingilizcesi daha iyiydi hem de daha iyi eğitimli vokalleri vardı. (thebad grubunda vokal pozisyonundaydı). albüme giriştiklerinde, yapımcı albümde şarkılarda ana vokalleri özlem tekin'le paylaşım istediğinde, o noktada şebnem ferah'ın tepkisi ne olmuştur sizce? sonuç olarak albüm yapılmadı. tüm şarkılar hazırken, iş kayıt ve prodüksiyona kalmışken. daha sonra grup dağılıyor. ilk albüm yapan özlem tekin oluyor. ama sonraki röportajlarda alttan alta volvox grubunun dağılış sebebi, özlem tekin üstüne yıkılıyor.

    sonra, sezen aksu desteği, sene 97, kadın albümü. şebnem ferah aldı yürüdü. o şu an, sounduna sadık, sahte canlı performanslarıyla canlı performansın tek ismi, rock kraliçemiz. sezen aksu'nun dibinde, isteklerini yerine getirerek, o medya kartelindeki yerini sağlamlaştırdı. belki bir süre daha böyle devam eder.

    hani yeşim salkım, star grubu için diyor ya. "kocamın kanalıydı, tabiki istediğimi yaptırdım" diyordu ya. şebnem ferah ile üniversal müzik sahibinin arasındaki aşkın sonrasındaki o döneme ait (perdeler - kelimeler yetse albümü dönemi) şebnem ferah'a ne gibi tekel güçler vermiştir. o da harika bir hikayedir mesela. hangi rock müzisyenlerin albümleri ertelendi, hangileri silindi.

    long live the rock queen! pabucumun kraliçesi.

    gerekli ekleme:
    öncelikle ilgili girdi ile birkaç mesaj aldım (haklı olarak), bana soruyorlar. neden özlem tekin örneğinden gidildiğini. ya da yazının direkt özlem tekin taraflı olarak yazıldığını, onun nasıl desteklenmesi gerektiğini, ezildiğini anlatan bir yazı.

    özlem tekin örneğini verdim çünkü;

    1- özlem tekin şebnem ferah ile aynı dönemde çıkmış bir isimdir. (piyasa albümü bazında aralarında 1 yıl kadar süre vardır.)
    2-yıllardır süre gelen özlem tekin - şebnem ferah suni rekabetini çıkaran ben değilim. direkt medyanın kendisidir. bunda en büyük suç, özellikle müzik eleştirmenleridir.
    3- yapılan bu suni karşılaştırmanın haricinde, bir de gerçekler vardır. bu iki ismin müzikal geçmişi çeşitli zaman dilimlerinde kesişmiştir. (volvox gibi)

    doğal olarak özlem tekin karşılaştırması burada bazı noktaları açıklamak adına önemli bir noktadır. ha sen, özlem tekin'in müziği bırakmasını, muğla'da evinde domates yetiştirip, muhtar azalığı yapmasını başarısızlığına bağlıyorsan, sana söylenecek bir şey yoktur.

    şimdi o ilgili girdi yerine, görünen o ki rahatsız olanlar için özlem tekin ismini kaldıralım, aslı ismini getirelim (aslı gökyokuş), aylin aslım ismini getirelim, meltem taşkıran ismini getirelim.

    ha mesela, meltem taşkıran (bilmeyenler için egoist grubunun solisti) yine önemli bir noktadır. bu kadar yetenekli bir ismin ortaya çıkmamasını ne gibi olaylara borçluyuz? özge özkan solo çalışmalar yapacakken (catafalque bayan vokali) 2010 yıllarında bıçak gibi kesildi. bu isimler, solo çalışmalarını finanse edecek adamları bulamadılar. o adamlar aslında hep oradaydı ama yoktular işte. belki de çoğunuz özge özkan, meltem taşkıran isimlerini bilmiyorsunuz bile (90'lar rock kitlesi aşinadır elbet), medyanın süzgecinde geçe geçe işte; özlem tekin, şebnem ferah ikilisi geçti.

    sonra neden özlem tekin karşılaştırması yapıyorsunuz diye sormayın. işte sebepler. sen çıkar oradan özlem tekin'i, meltem taşkıran'ı koy. sorun değil. asıl soruna odaklanın, isimlere değil.
  • madem eteğimizdeki taşları döküyoruz bir anı da benden dinleyin.

    new york'ta drom diye bir mekan var sahibi türk. gelen bütün sanatçılar türk olsun yabancı olsun konserlerinden sonra izleyicilerle sohbet eder, birşeyler içer, mekanın konsepti-geleneği gibi bir şey. yeni türkü, sertab erener, mor ve ötesi, demir demirkan, halil sezai, gripin falan bu kaideyi hiç bozmadılar. hatta sertab erener gibi türkiye'nin en ünlü şarkıcısının mütevazılığı karşısında herkes şaşkına döndü.

    parasız öğrencilik yıllarımın biricik şebosuna gelince.. konserde iki şarkıda bir mekanın sahibine teşekkür etti, minnetlerini sundu, ona orda konser imkanı tanıdığı için. pavyon şarkısıcı gibi mekan sahibinin gönderdiği içkiyi sahnede mekan sahibine doğru dönüp, ona kadeh kaldırıp içti, locada oturan 2-3 görgüsüz aileyle ergen selfie'sini çekti. diğer dinleyicileriyle tek kelime etmeden. bu arada -rock konserinde loca ayırtmak hem de şişe açtırmalı diye başlık açılmalı- aynen yukarda yazılan gibi %20-%30 unu söyledi kendisi, geri kalanı izleyici söyledi. daha sonra da ön taraflardan duyulacak şekilde "içeri sadece serdar ilhan bey (mekan sahibi) ve ailesi gelsin" dedi ve çekti gitti.

    oh söyledim rahatladım.
  • ilgili girdi

    öncelikle ilgili girdi ile birkaç mesaj aldım (haklı olarak), bana soruyorlar. neden özlem tekin örneğinden gidildiğini. ya da yazının direkt özlem tekin taraflı olarak yazıldığını, onun nasıl desteklenmesi gerektiğini, ezildiğini anlatan bir yazı.

    özlem tekin örneğini verdim çünkü;

    1- özlem tekin şebnem ferah ile aynı dönemde çıkmış bir isimdir. (piyasa albümü bazında aralarında 1 yıl kadar süre vardır.)
    2-yıllardır süre gelen özlem tekin - şebnem ferah suni rekabetini çıkaran ben değilim. direkt medyanın kendisidir. bunda en büyük suç, özellikle müzik eleştirmenleridir.
    3- yapılan bu suni karşılaştırmanın haricinde, bir de gerçekler vardır. bu iki ismin müzikal geçmişi çeşitli zaman dilimlerinde kesişmiştir. (volvox gibi)

    doğal olarak özlem tekin karşılaştırması burada bazı noktaları açıklamak adına önemli bir noktadır. ha sen, özlem tekin'in müziği bırakmasını, muğla'da evinde domates yetiştirip, muhtar azalığı yapmasını başarısızlığına bağlıyorsan, sana söylenecek bir şey yoktur.

    şimdi o ilgili girdi yerine, görünen o ki rahatsız olanlar için özlem tekin ismini kaldıralım, aslı ismini getirelim (aslı gökyokuş), aylin aslım ismini getirelim, meltem taşkıran ismini getirelim.

    ha mesela, meltem taşkıran (bilmeyenler için egoist grubunun solisti) yine önemli bir noktadır. bu kadar yetenekli bir ismin ortaya çıkmamasını ne gibi olaylara borçluyuz? özge özkan solo çalışmalar yapacakken (catafalque bayan vokali) 2010 yıllarında bıçak gibi kesildi. bu isimler, solo çalışmalarını finanse edecek adamları bulamadılar. o adamlar aslında hep oradaydı ama yoktular işte. belki de çoğunuz özge özkan, meltem taşkıran isimlerini bilmiyorsunuz bile (90'lar rock kitlesi aşinadır elbet), medyanın süzgecinde geçe geçe işte; özlem tekin, şebnem ferah ikilisi geçti.

    sonra neden özlem tekin karşılaştırması yapıyorsunuz diye sormayın. işte sebepler. sen çıkar oradan özlem tekin'i, meltem taşkıran'ı koy. sorun değil. asıl soruna odaklanın, isimlere değil.
  • özlem tekin tesla ise şebnem ferah edison'dur.
  • yazarken şunu dinliyordum. belki okurken hoşunuza gider.
    ------

    2007 yılında istanbul'da orkestra eşliğinde verdiği konserin ne kadar mükemmel olduğunu anlatmaya kelimeler yetmiyor gerçekten. türkiye çok enteresan bir ülke; her şeyin en iyisinden bulmak mümkün ancak tanrının bir laneti olarak o şeyden iki tane olamıyor. bunun sebepleri üzerine saatlerce konuşabilirim aslında ama sanırım yeri değil (yeriymiş belli ki yine bir kamyon konuşmuşum).

    akp iktidarına pek çok nedenden dolayı kızgınım ama içimi kemiren en önemli konulardan biri ülkenin iklimini elinden almış olması. benim neslimin umutları vardı geleceğe dair, yapabilme arzuları vardı. geçmiş romantizmi gibi geliyor kulağa biliyorum ancak bu duygulardan arındırarak söylüyorum ki benim gençliğimle şu an genç olanlar arasında çok ciddi bir özgüven farkı var.

    istiklal caddesine çıktığım günleri anımsıyorum. her kitapçıdan farklı bir müzik duyulduğunu, her birinin ne kadar iyi olduğunu, üç kuruş harçlıkla küçük beyoğlun'da limonlu biraları devirip sarhoş olabildiğimizi hatırlıyorum. telefon yoktu, internet yoktu ama herkes oralarda bir yerde gençliğini yaşayabiliyordu. koskocaman ve bitmeyen bir parti gibiydi istiklal.

    sadece ekonomik bir çöküş içinde değiliz. şu an herkese devlet 1 milyon dolar hibe etse yine o günleri geri getiremeyiz ne yazık ki. o günler paradan puldan dolayı değil ülkenin iklimi kaybolduğu için artık çok uzak.

    otosansür ne kadar korkunç bir şey hepimiz biliyoruz ancak adı sanırım henüz konulmamış bir başka görünmez baskı biçimi daha var. insanın zihnindeki özgürlük duygusunun kaybolması. teker teker zihinlere küf gibi yerleşen batıyoruz hissi bu. duygusal olarak, motivasyon olarak, kimliğin kişiliğin hayallerin çamura gömülüyor sanki.

    sanat ancak özgür özgüvenli insanların zihninde yeşeriyor ve bu kesinlikle bireysel bir konu değil. kitlelerin birbirlerini desteklediği bir ortam gerekiyor. kadıköy'ün dehlize benzeyen müzik stüdyolarında kan ter içinde metal müzik yapan çocuklar, yaptıkları müzikle heyecanlanmadan şebnem ferahlar çıkmıyor bir toplumdan. bugün dünyanın en müreffeh ülkesi olsak, bir sonraki şebnem'i ortaya çıkarması yeni neslin belki 20 sene gerektirecek.

    bu karanlığı marifetmiş gibi yayanlar güzel tek bir gün yaşamadan büyüdüklerinden neyi devirip geçtiklerinden bile habersizler. müziği sadece müzik sanıyorlar, resmi sadece resim sanıyorlar, istiklali sadece cadde sanıyorlar. bu şuursuzlukları da beni ayrıca yaralıyor zaten. bilinçli olarak dağıtıyor olsalar ortalığı bu kadar canım yanmayacak. bazen birileri toplum mühendisliği falan diyor yaşananlara oysa benim gördüğüm tek şey gücüyle ne yapacağını bilmeyen bir ergenin vandallığı.

    yaratılan yıkımı benim kelimelerle anlatmam mümkün değil ama biliyorum yaşıtlarım anlayacaklar neyin kayıp gittiğini bu canım ülkeden. hava karardıktan sonra sarhoş sarhoş eminönü'nden vapura binip kadıköy'e dönmeyi özledim.

    istiklali özledim.

    istediğimiz her şey olabileceğimizi hissettiğimiz,
    özgür gençliğimizi özledim.

    biliyorum orada bir yerdesiniz hala. hem de o günleri hiç görmemiş olanlarınız bile oradasınız. şu an bu satırları okuyorsunuz. inancınızı yitirdiğinizi, yalnız olduğunuzu düşünüyorsunuz. konuşulmayınca, sürmeyince, yok sayılınca bitti gibi olduk biliyorum. ancak bu kabus gerçek değil benim güzel dostlarım. sizler bu ülkenin en harika zenginliğisiniz.

    farklı farklı ailelere evlatlık verilmiş öksüz çocuklar gibi yalnızlaştık. korku içinde kaybolduk, travma geçiriyoruz. ben artık o günlerin hasreti ile göçüp giderim muhtemelen bu dünyadan ancak sizler açılan bu yaraların etkisinde kalıp geçmiş güzel günleri yeniden inşa etmekten vazgeçmeyin. sizleri o günlerin hiç yaşanmadığına ikna etmesine izin vermeyin kimsenin.

    bir zamanlar bu ülkenin gençleri hakkıyla partilediler.
    sokaklarda ucuz şarap içip dans ettiler.
    leman kültürün kapısının önünde aşık olup deliler gibi öpüştüler.

    unutmayın.
    korkmayın.
    birlikte istediğiniz her şey olabileceğinize inanın*.
  • bence $ebnem ferah gercekten kotu soz yaziyor olsaydi onlari "acaaaaarsiiiiiiiiiin", "kapatabiliiiiiirsiiiiiiinnnnn" diye komikle$tirmeye "sade yazinca cok da kotu durmuyo uzattim bi de degi$tirdim biraz" zihniyetinin arkasina saklamaya gerek olmazdi.

    ha turk rokuna yaki$tirilamayan bu bayanin (ki yazdigi sozleri de bestelerini de en az dream theater sevdigim kadar severim. hatta bestelerini dream theater'in bilim ve teknik son sayfasina yaki$ir kimi armoni bulmacalarindan daha keyifli buldugum da olur) $u sozleri

    ben $arkimi soylerken istersen sesi acarsin
    istersen kisip bunu da yok sayarsin

    uzerinden $ebnem ferah'in kotu soz yazdigini, tek ba$ina dahi anlamini cikarabilenin (bkz: siir/@ssg) zerre eksigini bulamayacagi iki misrayla tum bir $arkiya hatta bir gufteciye kotu payesi bicebiliyorsak (biraz laflari uzatip degi$tirmenin yardimini da alarak) turk rokuna altin cagini ya$atmi$ a$agidaki sozler uzerine turk roku diye bir $eyin varligindan $uphe etmez miyiz:

    erkin koray

    hele hele hele hele hele hele yar
    hele hele hele hele yar

    cem karaca

    hanimini huppen dezigi banna rap rap
    tefe$le kayyu$ illede kitmir rap rap

    uc hurel (pek tanimam bu arkada$lari turk rokuyla alakalari yoksa affedin)

    bir yarim olsun isterdim
    gozleri yesil

    nejat yava$ogullari band (bulutsuz $ey): (turk rokuyla nasil bir ilgileri var bilmiyorum ama kesin birileri "abi turk rokunun babalari" diyordur kendilerine diye yaziyorum)

    hicbir kere hayat bayram olmadi ya da
    her nefes ali$imiz bayramdi
    bir umuttu ya$atan insani
    aldim elime sazimi

    (bolmeye kiyamadim)

    mfo

    sufi sufi sufi sufi sufi
    heyya heyya

    ne bileyim super rock insani dediginiz yabanci grup varsa onlardan da soz pasteleyelim durmayalim. ama uluslararasi platformda biraz respirator'un muhte$em sozleri komik gosterme teknigini kullanmak gerekecek:

    the beatles

    na na na na na na na na
    hey juuuuuuudeeeee

    jimi hendrix

    hey joeeeeeeee
    nereyeee lan boyleeee alooo
    laaann oglum dellendim
    karim denen rospuyu vurcaaammm

    pink floyd

    ooo birader makineye ho$geldiiiinnnn
    nerdeydin bu saate kadar
    yine keranedeydin di mi seni $erefsiz

    eh muzigi bu ciddiyetle ele$tirirsek rock bitmi$ karde$im kimlerin eline du$tuk.

    "lan oyle iki soz karalayip giy giy beste yapsam ben de rokcu olurum be" diye kiraathane kulturuyle bezeli bir ele$tiri anlayi$iyla da bir noktaya varmak isteyenlere $ebnem ferah yanitini bizzat kendisi ne guzel vermi$:

    "senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
    diye soran hazırcı tembel sen misin?
    böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
    ruhu küskün bomboş bir bedensin
  • siyah göz makyajlı, beyaz tenli bir kız. daha önce pek de rastlanmayan bir tarzda dans ediyor, daha önce türk televizyonlarında endam eden herhangi bir kızdan hiç de beklenmeyen bir müzik eşliğinde, yine hiç de aşina olmadığımız tarzda sözler söylüyor... fetus pozisyonunda yere yatılmış, o günden on yıl sonrasında bile konuşulacak, türk rock müzik severinin kulaklarına kazınan o çığlıkları atıyor..

    öncelikle, bu yazıyı neden yazdığımdan bahsedeyim. dinlediği müziğin belki de yüzde doksan dokuzunu oluşturan, bağnazlık düzeyinde bir metal müzik dinleyicisi olan, öküzümsü brutal vokaller eşliğinde atılan delişmen blast beat'leri ve eti kemikten ayıran çılgın gitar riff'leriyle ağzının suyunu tutamayan benim gibi biri, nasıl oluyor da özlediği sevgilisinden, liseli bir kız edasıyla söylenen cici çocukluk kıpırtılarından falan bahseden bu kız hakkında bir şeyler karalama ihtiyacı duyuyor, kısaca bahsedeyim.

    ama önce, ukalalık yapmak istiyorum.

    müzikalite, yüzde yüz olmasa da, göreceli bir kavramdır. insanlar, dinledikleri müzikleri seçerlerken, aslında gerçekten de iyi olan müziği değil, kendi kafalarına en yatkın, o güne kadar onları bir şekilde etkilemiş deneyimlerine sığınmaları sonucunda ortaya çıkan karakterlerine uyan tarzda bir müzik zevki edinirler. içinde araştırmacı kimlik, zeka seviyesi, müzik kulağı, merak gibi, çeşitli olduklarına inandığım faktörlerdir bir müzik zevkinin oluşmasına ön ayak olan. "kulağa güzel gelen her şeyi dinlerim", müzik hakkındaki gelmiş geçmiş en yüzeysel yorumdur; zira bu, "bir çekiç alıp işaret parmağınıza olanca gücünüzle vurursanız, canınız acıyabilir" ifadesi kadar "e tabii ki!"lik bir ifadedir.

    nasıl "hoşuna giden her türlü şeyi dinliyor olmak", asla ve asla eleştirilemeyecek bir durumsa, herhangi bir müzik türünün var olan diğer tüm müziklerden daha güzel olduğuna inanmak da, aynı derecede kabul edilebilir olması gereken bir yaklaşımdır. bu bağlamda, yazıyı yazan kişi olaraktan ve yazının devamındaki bakış açısını netleştirmesi açısından, tavrımı -tabii ki tümüyle kişisel bir yorum babında- hiç gecikmeden ortaya koyuyorum: benim için var olan en güzel müzik, metaldir. bu böyledir. aha da söyledim.

    dediğim gibi, bir insanın müzik zevki aslında tümüyle kişinin kendi elinde olmuyor. genellikle en erken on, en geç de yirmi yaşına kadar şekillenen müzik zevki, çoğu zaman dış etkenler çerçevesinde gelişiyor. eğer az önce bahsettiğim ve müziğe bakış açımızın oluşumunda etkili olduğuna inandığım "farklı şeyler arama", "zeka seviyesi", "müziğe olan yetenek" gibi kavramların bu oluşumda etkili olduğu inancını taşıyorsanız, sanırım neden bahsettiğimi anlıyorsunuzdur. on ila on beş yaşları arasında bir çocuk düşünün. büyük çoğunluk göz önüne alındığında, bu çocuğun gelecekteki müzik zevki, medyada kendisine sunulan; en kolay ulaşılabilen; kendi müzikal birikimleri de, müzik hakkında en ufak bir birikimi olmayan bu çocuğunkinden fazla olmayan ve bir adet kaset fazla satmaları, kaliteli müzik yaratma çabalarının her zaman önünde olan kimselerce yapılan; kısacası televizyonu açtığınızda size kustururcasına sunulan, o içeriksiz, özensiz, değersiz ses ve efekt yığınlarından ibaret olacaktır.

    müziği "ses olsun" ve "arkada çalsın" olarak görmeyen azınlıktaki kitle ise, alternatif alanlar olması gerektiğini düşünecek ve muhtemelen genç yaşlarda kendi çabalarıyla bir müzik zevki geliştirecektir. misal benim bu konudaki "aydınlanmam", bu kıyağından dolayı kendisine müteşekkir olduğum sevgili serdar ortaç sayesinde olmuştu. on üç, on dört yaşlarındaki ben, zamanında yaza damgasını vuran "karabiberim" adlı eserin o kıpır ritimleri ve dinletirken düşündüren o akıl dolu sözleri eşliğinde bir anda sarsılmış, ve yeryüzünde daha zeki insanlar tarafından yaratılan, daha yaratıcı, daha yetenekli kimselerce yapılmış müzikler olması gerektiği fikriyle kendime gelmiştim. bu aydınlanmamın ardından, kimi dış etkenler ve edinilen deneyimler çerçevesinde, metal müziği kendime en yakın bulmuş ve sahiplenmiştim. belki o dönemlerde yaşadıklarım farklı olsaydı, hayatımı etkileyen olaylar başka başka olsaydı, bize sunulanın haricindeki diğer bir türe de kayabilirdim; bu caz da olabilirdi, elektronik müzik de, bir başkası da. ama sonuçta ben tam anlamıyla bir metal delisi olmuştum. ne saç uzatıyor, ne siyah giyiyor, ne de görüntü anlamında bir "metalci" profili çiziyordum, ama ruhumun derinliklerinde ben gerçekten de ıslah edilemez bir metal dinleyicisiydim.

    tüm bu ön açıklamaları, bilinçli olarak böylesine uzatarak anlattıktan sonra, asıl konumuza yaklaşmaya başlayalım. on beş yaşlarında bir çocuğun, tanıdığı diğer herkesten farklı bir şey yapıyor olması, farklı bir zevke sahip olması ve bunu tümüyle kendi merakı ile sağlamış olması, onu -o yaşların getirdiği bir denyoluk gereği- "ben farklıyım" hissiyatına sokuyor elbette. popüler müziği yücelten insanlara laf sokmalar, bu sayede oluşan anlamsız kibirler ve tüm bunlar sanki bir bokmuşçasına sevinmeler, az da olsa yaşanıyor kaçınılmaz bir şekilde (kırarım lan bu yazıyı şebo nerde diyorsunuz biliyorum, geldi işte tamam).

    ve işte bir gece, “metal dışındaki diğer her şey tırttır, tataktır hacı” modundaki herhangi bir gecede, televizyonu açıyosunuz. hiç beklemediğiniz bir şey oluyor. siyah göz makyajlı, beyaz tenli bir kız. daha önce pek de rastlanmayan bir tarzda dans ediyor, daha önce türk televizyonlarında endam eden herhangi bir kızdan hiç de beklenmeyen bir müzik eşliğinde, yine hiç de aşina olmadığımız tarzda sözler söylüyor... fetus pozisyonunda yere yatmış, o günden on yıl sonrasında bile konuşulacak, türk rock müzik severinin kulaklarına kazınacak o çığlıkları atıyor..

    "vay amına koyayım bu da kim?" oluyorsunuz. bir an sarsılıyorsunuz. çalan şey cıgıcıgı metal değil, ama... ama çok güzel! "hakkaten lan bu kim?!"

    işte her şey böyle başlıyor. o kız kısa bir süre sonra, önüne konan cam panodan akıtılan suların arkasından, yağmurları sevmemiz gerektiğinden, bunu yaparsak bulutların ağlayacağından falan bahsediyor ve bizi resmen delik deşik ediyor.

    şimdi geçmişi ve günümüze dek geçen süreyi bir anda atlayalım ve şu anki bakış açımızla geçmişten bugüne şöyle bir bakalım.

    "kadın" albümüyle, türk popüler müzik tarihinin en başarılı debut'lerinden birini yaptı şebnem ferah. içinde iyi, çok iyi ve eşi benzeri olmayan şarkılar vardı. her dinleyişte hayran kalınan bu şarkıların içeriğine baktığımızdaysa, tüm bu olanları daha da ilginç kılan o ibareyi görüyorduk: söz-müzik: şebnem ferah...

    durum ortadaydı. bu kız "çok" yetenekliydi. kimselere benzemeyen bir yorum gücü, tümüyle özgün bir vokal tarzı ve hepsini taçlandıran bir şarkı sözü yazma ve beste yapma becerisine sahipti. "kadın"ın etkisi uzunca bir süre devam etti; bazıları için hala da devam ediyor. "yeniden doğup gelsem"in o mükemmel "groove"u, "yağmurlar"ın eşsizliği, "deli kızım uyan"ın kanımca daha çok, iyi performans sergilenen konserlerde ortaya çıkan yoğunluğu, "fırtına"nın özgünlüğü, "vazgeçtim dünyadan"ın çaktırmadan, alttan alttan verdiği sertliği...

    sonra, bir şeyler oldu ve gerekçesi şebnem'in isteklerinden mi, yoksa ticari bir imaj değişikliği gereksiniminden miydi bilinmez, şebnem bambaşka bir görünüm ve daha "kabul edilebilir" bir müzikle karşımıza çıktı. "artık kısa cümleler kuruyorum", "kadın"dan her açıdan bu derece farklı olmasından muhtemel, kimilerinde "e bebişim daha yeni tanıştıydık, uzun cümlelere biraz daha devam etseydin" türünde bir yaklaşıma neden oldu. "kadın"daki her parça, bir başka dinleyicinin favorisi olabiliyorken, kurulan kısa cümlelerin hepsi için bu geçerli değildi. her ne kadar "ay" gibi, "bugün" gibi, “oyunun sonu” gibi şu an bile şebnem'in yazdığı en iyi parçalardan bazıları o albümdeydiyse de, "artık kısa cümleler kuruyorum" asla bir "kadın" değildi.

    şarkı sözleri konusunda da farklılaşan şeyler vardı. önceki albümdeki şarkı sözlerinin aksine, şebnem bu albümde sanki şiirler yazmıştı. kabul edersiniz ki, yapılan bir besteye yazılan sözler, o parçanın unsurlarından biridir ve müzikle birlikte vardırlar. bir şarkıyı çok sevdiğinizde, o şarkıda geçen her mısrayla kendinizi özdeşleştirmek zorunda hissetmezsiniz. eşlik edersiniz, müziğin temposuyla, duygusuyla birlikte söylersiniz. ama sözler şiirleştikçe ve kişiselleştikçe, dinleyici bu sözlerle kendi arasında bağ kuramadığı anda şarkıyla olan samimiyeti de sekteye uğrayabilir. burada kastım şebnem’in şarkı sözü yazımında gerilediği falan değil, tam tersine, kendi tarzı düşünüldüğünde türkiye’de bu konuda onunla aşık atabilecek sayılı insan olduğunu inanıyorum. ama yine de sözlerdeki bu değişim, muhakkak ki göze çarpıyordu ve bu tarz söz yazımına bayılanlar olduğu gibi, “hmmm... öyle diyosan” şeklinde yaklaşanlar da oldu muhakkak ki.

    bu arada, müziğin haricinde birtakım başka durumlar da su yüzüne çıktı. özellikle "kadın"daki imajı ve tavrı düşünüldüğünde, şebnem ferah sayıları gün geçtiçe artan bir kitlenin idolü haline gelmiş, gerektiğinde sert olan, ama yeri geldiğinde herkesten çok incinebilen, çocukluğunun saflığını aklından çıkarmamayı seçmiş bu kızın peşinde adeta bir liseli gencolar ordusu peydahlanmıştı. mensuplarının sayısı belki de on binleri bulan edşk, yanı ergenlik dönemindeki şebocular klanı, bu "şebo" çılgınlığını günde güne arttırarak onu tam anlamıyla bir idol, bir ikona haline getirmişti.

    bu noktada, şebnem ferah'ın fiziksel portresinden de bahsetmek lazım gelir diye düşünüyorum. şebnem ferah, benim de içinde bulunduğum bir kitle tarafından aşırı derecede çekici ve güzel bulunurken, bir kısım insanın düşüncesi ise bunun yakınından bile geçmiyordu. bu ilk kitlenin profiline baktığımızda, gerçekten de ilginç ve incelemeye değer bir durumla karşılaşıyoruz.

    erkek "şebocular", müziğine ve görüntüsüne hayran oldukları bu kıza karşı klasik bir karşı cins sevgisi, beğenisi, hayranlığı ve aşkı beslerken, asıl ilginç olan, kızlarda yaşanıyordu.

    ergenlik dönemi ve buluğ çağı civarlarında gezinen sayısız kızın, dillendiremedikleri birtakım duygularına tercüman olmasından ve yaşları gereği sergilemek istedikleri farklı olma dürtüsünü herkesin gözü önünde bire bir gerçekleştirmesinden dolayı, fiziksel özellikleri göz önünde bulundurulduğunda aslında gayet de "uygun" gözüken bu kıza karşı adeta lezbiyenliğe varan bir tutku, bir özdeşleşme, bir aşk duydukları gözlemleniyordu. kimi konser görüntülerinde rastlanacağı üzere, şebnem ferah konserlerinde en ön saflarda yer alan kimi kız güruhları, ne bir tarkan, ne de bir justin timberlake konserine nasip olacak düzeyde bir tutkuyla, adeta kendilerini parçalıyorlar, sahnede kendilerini temsil ettiğine inandıkları ve şebnem ferah'ın da adeta her tarafından akan bir dişilikle pekiştirdiği bu aurayla, adeta bu kıza hem mental, hem de cinsel yönden bir yakınlık duyuyor izlenimi uyandırıyorlardı. bu kızların gözünde, masum bir "şarkılarınla benim aşk hayatımı yansıtıyorsun, çok bizden, çok içten duygular yaşatıyorsun, seni çok seviyorum şebocum" ifadesinden ziyade, "sana tapıyorum" türü bir psikolojinin yansıması göze çarpıyordu.

    bu satırların yazarı olan ben, o dönemlerde –ve hala da- bir yandan death metalin, black metalin köpeği olmuş, carcass'la bile duygulara kapılma becerisini ve anlamsızlığını sergiler bir hal almışken, bu kızın inkar edilemez beste yapma kabiliyeti karşısında her zaman saygı ve hayranlık duymaya devam ediyordum. bir yandan at the gates ile, death ile çalkalanan ruhum, "bütün eşyalar üst üste, terk etmeden önce" dizeleriyle kendini şaşırıyor, şebnem'in "zaman, ağır ol henüz erken" derkenki hissedişiyle adeta "şebnem, gel abi kır kafamı gözümü köpeğin et beni" diyordu.

    ardından yine epey bir zaman geçti. her sene bir albüm yapan, daha doğrusu her sene, en kolay eşlik edilebilecek vıcıklıkta on tane formülize edilmiş ses yığınını bir araya getiren dangalakların aksine, şebnem'in albümler arası geçen sürelerde, evinde, orada burada oturmuş, elinde gitarıyla, gerek fiziksel, gerek ruhsal çabalarla gerçek şarkılar yazıyor olduğunu bilmek bile, onu sevmek, dahası, ona saygı duymak için yeterli bir sebepti. evet, dinleyicilerinden herhangi biri olan benim müzik zevkim giderek daha uç noktalara kaymış ve ekstremleşmiş, o ise olabildiğince yumuşamıştı; bir sonraki "perdeler" ile bu ara daha da açılacaktı; ama ne olursa olsun, onun hep bir yeri vardı, o hep ayrıydı.

    benim için artık şebnem ferah, yaptığı her albümü, sırf samimiyetine ve içtenliğine inanmamdan ötürü çıkar çıkmaz alacak olmama rağmen, her albümünde bana "istediğimi veren" birkaç parça yapan, geri kalan kısmıyla kendimi bağdaştıramamamdan ötürü bir kenara bırakmak zorunda kaldığım çalışmalara imza atan biri olmuştu. misal bence gerektiği değer verilmeyen ama şebnem'in en sert ve sağlam parçalarından biri olarak gördüğüm "perdeler", türk pop müziğinin en güzel ve orijinal örneklerinden biri olarak nitelendirdiğim "sigara", veya "korkarak yaşıyorsan" son derece güçlü parçalarken, bir "günaydın sevgilim" dendiğinde tavrım, "almiyim", hatta "kusura bakmayın, alamam" şeklinde oluyordu (death diyorum, mayhem diyorum...).

    sonra "kelimeler yetse"yle ortamlara aktı şebnem. "ben şarkımı söylerken" benim gözümde şebnem'in en kötü çıkış parçasıydı. asla ve asla sevemedim. o dönem basında yer alan ve çok ilginç bir şeymiş gibi sunulan "kaygan delik falan diyo ooo ne ayıp vay be asi kız tabi lafını esirgemiyo" gerzeklikleri eşliğinde "kelimeler yetse", böyle bir patladı diyelim. benim içinse o albüm "ben şarkımı söylerken" değil, "iyi kötü", "mayın tarlası" ve "babam oğlum"du.

    her ne kadar bu albüm, beğendiğim şarkılar bazında bile rahatsız olduğum kimi yaklaşımlar sergiliyor, ezilen ama vazgeçmeyen geyşa tandansını yaşatıyorduysa da, "perdeler"de bahsettiğim o "sen istediğimi az da olsa ver, ben seni sevmeye devam edeceğim" fikriyatını desteklercesine, her şeyiyle mükemmel bir "iyi kötü" patlatıyordu, ben kendime lazım olanı almış olma huzuruyla albümü stop ediyor, "vasat şarkılar da yap, ama birkaç tane şunlardan yaptığın sürece koçumsun şebnem" diyordum; demekle de kalmıyor, bunu yıldızlara haykırıyordum fütursuzca.

    ve "can kırıkları"... ("ve" ile başlayan cümle karizması dediğimiz...) bu yazıyı yazma sebeplerimden belki de birincisi olan albüm. "kelimeler yetse"den sonra neler oldu elbette ki bilmiyorum. ama "can kırıkları" gibi bir yoğunluğa her ne sebep olduysa, iyi ki olmuş diyorum. "kadın" ile birlikte şebnem'in tartışmasız en iyi albümü olduğuna inandığım "can kırıkları", sıradan tek bir şarkı bile olduğunu düşünmediğim, tek kelimeyle mükemmel bir iş olarak ağzıma çatııır çatııır sıçmıştı. "okyanus"u ilk dinlediğimdeki halimi hatırlıyorum da, sadece o "şiiiiiiimdi"ler bile bana platonik aşkın kitabını yazdırabilirdi. "can kırıkları"ndaki o son çatlak sesli haykırış, "delgeç"in konserlerde kan çıkar diye düşündürten nakaratı, "ben bir mülteciyim (güç)"ün, enfes ateizm betimlemeleri ve bireysel yeterliliğin önemine dair övgüsü, tek kelimeyle zevkten zevke koşmama vesile olmuştu. şebnem, neredeyse on yıl sonra, tekrar yapacağını yapmıştı.

    ve 2007'de şebnem, bir halt daha yedi. "10 mart 2007 istanbul konseri"ni çıkardı. açık açık ukalalık yaparak söylüyorum, sayısını hatırlayamadığım kadar çok, belki iki yüze yakın canlı konser ve daha da fazla konser dvd'si izledim; canlı konserleri bir kenara bırakayım, çünkü bu bahsedilen bostancı konserine gitmedim. ama hayatımda "10 mart 2007 istanbul konseri"nden daha iyi bir konser dvd'si, inanın izlemedim. gerek çekimler, gerekse şebnem'in gözlere yaş olan performansı ve resmen kendine aşık eden karizmasıyla, bu konseri, satın aldığım günden bu yana neredeyse gün aşırı izlediğim bir başyapıt olarak nitelendirmekte beis görmüyorum. olağanüstü.

    yazının sonuna gelirken, dinlediğim tek türkçe sözlü müziği yapan ve kimi parçalarıyla gerçekten sürüm sürüm sürünmeme vesile olmuş bu insana, herhangi bir dinleyicisi olarak teşekkür ediyorum. şebnem, günümüzde türkiye'de icra edilen popüler müzik düşünüldüğünde bence çok başka, apayrı bir yerde. "10 mart 2007 istanbul konseri"nden rahatça görülebileceği üzere de, gerek mentalite, gerek vizyon, gerek profesyonellik, gerek de işine olan inanç açısından diğer herkesten farklı bir kulvarda.

    benim gibi deli metalci bi adam için bayağı bi gey kaçacaksa da...

    her zaman zarif ve asil oluşunu; bugüne dek ağzından hiç "öylesine" bir laf duymayışımı; sanırım o pek hoşlanmasa da, gülümsediğinde görünen dişetlerini; "fırtına"nın klibindeki o heyecanını yenememiş amatör rol kesme çabalarını; "çocukken giydiğim kırmızı rugan ayakkabılar"ı canlı çalarken attığı tapping bölümü esnasında ne kadar seksi oluşunu; göğüslerinin biraz küçük olduğunu düşündüğünden olacak, katıldığı programlarda ve kliplerinde yanlardan bastırarak özellikle bir göğüs vurgusu yapışını; onun belki öyle bir amacı olmasa da, benim "deli kızım uyan" ve "ben bir mülteciyim"den aldığım ateizm referanslarını; şarkılarında aczini ifade ederken bile, şikayetini de, öfkesini de, merhamet talebini de hep bir insana yöneltiyor oluşunu ve ilahi bir beklentiye mahal vermemesini; tabii ki devasa botlarını; bembeyaz sahne kıyafetiyle şarkı söylerken seyirciler arasından tek bir kişi ya da gruba "siz mesajı aldınız" tadında metal işareti yapmasını, çok ama çok seviyorum.

    en çok da, sahnedeyken aldığı belli olan tarifsiz zevkten ve mutluluktan dolayı, en damar, en yıkıcı şarkılarını bile, kendini engelleyemiyormuşçasına, gülümseyerek söylemesini.

    çok kral bi kızsın şebnem. bunca yıldır... helal olsun ne diyim.
  • e şebnem ferah gitsin de kim gelsin abi? özlem tekin mi? bir kere onun liderlik vasfı yok. köyde bile muhtar değil aza olmuş.*
  • belki özlem tekin başlığına yazmam gerekiyordu ama burasının daha uygun olacağını düşündüm çünkü neden okanın programı veya beyazın programlarına daha az katıldığını gayet güzel anlatıyor ayşe armana. belki başka şeyler vardır ama özlem tekinin öyle oturup susacak bir tip olduğunu düşünmüyorum. haksızlığa uğrasaydı mutlaka bir yerlerde bunu söylerdi.

    sadeca piyasada kalmak için yapılması gerekenleri yapmamıştır. kendi tercihidir saygı duymak gerekir.

    ayşe armanla yaptığı röportajın tamamı röpartaj için

    sonra ‘dağları deldim’... ve o albümle tavan yaptınız ama çekip gittiniz... neden?

    - çünkü diğer üç albümde yaptığım şeylerin aynısını yapmam gerektiğini söylediler. “bu ülkede albüm çıkarınca, okan’ın programına, beyaz’ın programına, o zaman hülya avşar’ın da programı vardı, ona çıkacaksın, şu kişiye röportaj vereceksin, şu magazin ilavesinde yer alacaksın! oyunun kuralı bu!” “niye aynı programlara katılayım, aynı televizyon şovlarına çıkayım ya” dedim. artık başka bir şey yapmak istiyorum hissi geldi. rutin geldi, memuriyet gibi geldi. ‘dağları deldim’ gibi bir albüm yapan insanın onları yapmaması gerekiyordu. yapmadım. amerika’ya gittim ve boks yaptım. o kadar iyi geldi ki. benim enerji fazlam var. bir şekilde onu çıkartmam gerekiyor. heavy metalden gelme benim gibi birini de yoga kesmiyor, n’apiim. türkiye’de kick boksa başlamıştım, amerika’da boksa kaydım. epey bir kaldım.
hesabın var mı? giriş yap