• "31 cekiyorum" demenin kibar versiyonu.
  • - "bir gün hiç beklenmedik bir yerde karşıma çıkmandan, 'işte geldim' demenden, 'hadi gidelim buralardan' demenden korkuyorum. ben senin uzaklığını seviyorum."
    *
  • ancak bir hayvanı sevmek söz konusu olduğunda geçerli olabilecek cümle.
  • yaklaştıkça gözler gerçekleri daha çok seçer ve gördüklerini sevmez. bu yüzden uzaktan iyi görmeden aslında kendi yarattığı hayali sevmek daha güzeldir.
  • long distance relationship yaşayacak kadar olgun biri değilseniz, daha açmak gerekirse insanlardan ve sevgiliniz olacak kişiden sürekli bir şeyler bekleyecekseniz bulaşmamanız gerek söz. ayrıca long distance relationship yaşamak için olgun birisi olmak gerektiğine yaptığım vurgu, bu formata inandığım anlamına gelmez. inanmıyorum ama bir uzaklık var.
  • ridvan dilmen in fenerbahceden istifası sonrasında yaptığı yorum
  • dolayli yollardan "benden uzak allaha yakin ol" anlamini veren cumle
  • insanın hayattan hiçbir beklentisinin kalmamasına yol açar.artık hiçbir şeyi önemsemez ve dikkate almaz insan."ben onu seviyorum ama o yanımda değil" cümlesi her daim kafanızın bir kenarındadır. onun geçtiği yollar,uğradığı sokaklar size anlamsız şekilde ulaşılmaz gelir. çünkü onunla ilgili hiç bir şey sizin olmadığı için otomatikman onunla ilişkili herşey insana yüce gelir.
    bazen "acaba şimdi o ne yapıyor" adlı zülfü livanelinin şarkısını mırıldanırsınız. akşam ütü yaparken "keşke o burda olsa ütü yapsa ben de televizyonda maç izleyeyim" düşüncesi insanı yiyip bitirir.ünlü bir şairin dediği gibi:"bu düşünceler seni yiyip bitirir dirhem dirhem erirsin". bel ağrıları, mide krampları, baş ağrıları ömründen yılları alır götürür. o bunun farkında değildir yada görmezden geliyordur. zaten bir araya gelince de hiçbir şey söyleyemessin çünkü "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli"
    (bkz: ömrüm seni sevmekle vuku bulacaktır)
    gün gelir bu uzaktan aşk yakın olursa işte o zaman çekilen bütün acılar unutulur ve hayata yeniden tutunulur. her şeyin anlamı bir anda değişir.
    diğer bir kötü durumsa uzaktan sevilen sevgilinin başka bir sevgili bulmasıdır. işte o anda intihar için en uygun zamandır. çünkü artık yaşamanın değil nefes almanın bile bir anlamı kalmamıştır. umut yoksa hayat da olmaz.
  • dün akşam bir elimde süt şişesi bir elimde lazımlık, iki bebeye karşı giriştiğim ve benim açımdan pek de yükselmeyen mücadelenin doruk noktasında, televizyondan gelen baygıncana sesle, yıkılıverdim ve "yemezlerse yemesinler, işerlerse işesinler keratalar" diyerek koltuğa yayıldım. yaşar güvenir, çocukluğumuzda okuduğumuz yerli romanlarda aşklarından verem olan hassas genç kızları hatırlatan sesiyle, "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" diye başlayınca, içinde bulunduğum gerçekten tamamen sapıp üniversitede okuduğum yıllara dönüverdim.

    aynı bu ses, aynı sözler, ya da buna benzer şeylerle oyalanan bir üniversite gençliğiydik biz. olgunluk sinavini kazanan herkese açıktı üniversite ya, aslında üniversite üniversite falan değildi. derslerde not tutulan, sınavdan sınava bu notlar ezberlenip sınıf geçilen değil ders konusu üstünde, hiç bir konu üstünde doğru dürüst tartışılmayan bir başka türlü okuldu. bu başka türlülük aslında, kızların çoraplarına ve saçlarına karışan muavinlerin yokluğundan ibaretti. bu ve buna benzer özgürlüklerden ibaret.

    tartışılmazdı derken "yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan" gibisine sorunların aydınlandığı münazaraları saymayı unuttum. bir de, bütün aşık arkadaşlarımızın, daha önce bol bol cigara içerek kalınlaştırdıkları seslerle şiir okudukları edebiyat matinelerini.

    çok cici, eğer okuduklarımıza okumak denirse, tam şimdiki yöneticilerin isteyeceği gibi, yani sadece okumakla, daha doğrusu diplomayla ilgili çocuklardık.

    öyle şimdikiler gibi, tövbe tövbe, devlete, cumhuriyete falan karşı gelmek ne demek, üniversite yönetimiyle bile takıştığımız olmazdı. yalnız bir kez, yukarı sınıflardaki erkek öğrencilerin, fakülte çayı için salon tahsisi konusunda dekanla bozuştuklarını hatırlıyorum. ama, gençliğin ruhunu geçde olsa anlamakta gecikmeyen dekanımız, sonradan istenen salonu verince, bu da unutuldu geçti.

    böylece "talebe cemiyeti" de, paso sorunu dışındaki en önemli faaliyetlerinden biri olan çay sorununu da çözerek, aldığı oyları haketmişti.
    benim hatırladığım "cemiyetçiler" böyle şimdikiler gibi anarşist (!) kılıklı değil, laciverde beyaz çizgili kruvaze takımlar giyen, taşra politikacısı tipleriydi. nitekim bir çoğu da bugünkü parlamentoda, yumurtanın tavuktan çıkıp çıkmadığı konusunda olmasa da "kadın kılığına girmiş komunist şarkıcıların anadolu'da komunizm propagandası yaptıkları" konusunda aydınlatıcı konuşmalar yapıyorlar.

    böylece eski cemiyetçiler üniversitede geçirdikleri boş zamanı sonradan değerlendirdiklerini kanıtlaya dursunlar, dün yaşar güvenir "alnımın yazısıydın" diye şarkı söylerken, boşa geçen gençliklerine yananlar olmuştur bizim kuşaktan.

    evet, yaşar güvenir, benim gençliğimdeki kuşağın şarkıcısıydı. herşeye uzaktan bile bakmayan, sorunlara uzaktan olsun eğilmeyen, uzaktan yakından olsun düşünmeyi bilmeyen, hatta sevmeyen bir kuşağın pek bayıldığı bir şarkıcı...

    derdim yaşar güvenir'le değil. o yapmak istediğini iyice yapan biri. sonradan, biraz gecikmiş bir memleket ve halk sevgisini, "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" diye kıvırtabileceğini sanan kuşaktan olup da, bu mesafeli aşka hiç olmazsa halkı karıştırmamış biri.

    oysa ne zamandır, halkımız seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli dercesine onu düşünüp onun için üzülüp duran bu kuşağın sesiyle yayıldı yayılacak.
    herkes halkı seviyor. uzaktan olsun parlamento kürsüsünün tepesinden ya da, lüküs sendika binalarının üst kat pencerelerinden olsun, halkı seviyor. halkı sevmenin en güzel yolu da, öyle kitleden kopuk, karadan, havadan, tepelerden ve damlardan, partilerden, sokaklara kuş bakışı bakarak sevmektir halkı.

    mecliste, adalet partililerle halk partililer birbirini yiyor, demeç üstüne demeç patlatıyorlar hergün, halkı ben daha çok seviyorum, hayır ben daha çok seviyorum, diye. emeklilik kanunundan gecekondularla ilgili kanuna kadar, " halkı asıl ben düşünüyorum ", " hayır ben düşünüyorum " diye yenişip duruyorlar.

    büyük işçi kuruluşumuz türk - iş de bu yenişmeyi lüküs binalarının pencerelerinden kuş bakışı seyreyleyip karar verecek.

    " işçilerimizi kim daha çok severse, ona yar olurum, işçiyle işveren arasında yolumu bulurum " diye bir o yana bir bu yana göz kırpacak.

    emekçi halkımız da bu platonik aşkın büyüsüyle yayılıp oyunu bir ona, bir ötekine atacak.
    ama olmaz, olmuyor. uzaktan sevmek aşkların en güzeli değildir.

    sorun, halkı daha çok sevdiğini, düşündüğünü kanıtlamak değil, halkı gerçekten iktidara getirtecek yolları açmaktır. o yollar açıldıktan sonra ne yapmak gerektiğini halkımız kendisini uzaktan sevenlerden daha iyi bilir.

    sevgi soysal, politika , 19.04.1976
  • sevgiliniz uzaktayken, yanına gidemeyecek kadar eliniz kolunuz bağlıyken hissedilendir. uzaktadır, ama yine de onu sevmek güzeldir...
hesabın var mı? giriş yap