• tuhaftır freud'un bilinç-bilinçdışı, id-ego-süperego yolculuğunun, bu esasında ruhsal hastalık/sorun taşıyanlara yönelik ve dönemin ağır bilimselliğini taşıyan -maddeselliği ve metodolojisini- serüvenin sonuçları gidilen yön için seçilen yöntemin tersine doğru sonuçlar yaratmıştır. öznenin, ego olarak kimliğinin içindeki öznenin içinden çıktığı o devasa alan bilinçdışının alanı, bütün bülinmezliği ve kant'taki numenler alanı gibi (ki freud metapsikoloji'de kant'ın kopernik devrimi dediği numen/fenomen ve zaman/mekan formları ayrımını, bilinç içinden bilinçdışına doğru yapma girişiminde olduğunu söyler) ortaya saçılışı bilim adamı freud ile teorisyen freud arasında oluşan yarıktır ve daha tuhafı sanki freud en önemlisi bilinç ile bilinçdışı arasına oluşan yarığın ilk farkında öznesidir... bilimin maddeselliği karşısında karşımızda bilinçdışının maddi-olmayışına ya da en azından neden-sonuç ülkesinin çok uzağındaki bir aleme çekiliriz ve bu alemin sürçmeler, rüyalar dışındaki incelenişinde bir nedensellik zinciri bizleri şaşırtır. freud'un büyüklüğünde bu şaşkınlığımızın yeri az olmasa gerek...
  • freud açısından yas ve melankoli durumlarını yalnızca yitirilenin bir insan olmasıyla ve insanın ölmüş olarak yitirilmesiyle sınırlandırıyoruz. ölüm dışındaki yitirişler şu an konumuzun dışında kalıyor. ben’in ölüm ile ilişkisi açısından, çok sevgi duyulan nesnenin ardından ego’ya neler olduğuna bakmalıyız. freud, kayıpla birlikte ego’nun yasa ya da melankoliye kapıldığını, çok benzeyen bu iki sürecin aslında temel bir ayrım içerdiğini ifade ediyor, metapsikoloji'nin yas ve melankoli adlı bölümünden alıntılıyorum:

    “melankolinin ayırt edici özellikleri derinlemesine acı verici bir hüzün, dış dünyaya yönelik ilgisinin kesilmesi, sevme yeteneğinin kaybı, tüm etkinliklere ket vurulması ve kendini önemseme duygularının kendini suçlama ve kendi yemelerde anlatım bulacak olan azalması ve sanrısal bir cezalandırma beklentisiyle sonuçlanmasıdır. yasta tek bir istisna dışında aynı özelliklerle karşılaşırız… yasta kendini önemsemede bozukluk sözkonusu değildir.”

    buradan anladığımız kadarıyla yas durumunda ben’in bütünlüğü bozulmuyor, yalnızca ben bir süre için dünyadan el ayak çekiyor ve kaybettiği için bir kedere kapılıyor. freud için bu ayrımın geçerliliği gerçeklik sınaması dediği şeyle gösteriliyor. gerçeklik sınaması ego’ya zamanla sevdiğinin artık varolmadığını gösterir ve tüm libidonun bu nesneyle bağlarından geri çekilmesini talep eder. elbette yas durumunda bile bu geri çekiliş sancılıdır ve zaman alır. bu zaman aralığında kayıp nesnenin var oluşu ruhsal olarak uzatılmıştır, bu da duyulan acının kaynağıdır: ben, yapıştığı sevgi nesnesinden kolay kolay vazgeçmek istemez. ben sevdiğini ölüme bırakmaz istemez, onu sıkıca kavrar ve bu sırada yoğun bir yasa kapılır. bu yoğunlukta ego adeta dondurulmuş gibidir ama zaman buzları çözer ve gerçekliğe saygı kazanır, ölüm kabul edilir, ego bütünlüğüne ve kendisine geri döner. ego, asıl başkası olan dünyayı karşısında bulur ve kendi aynısını (birliğini) yeniden kurar.

    melankoli durumunda ise birey yalnızca nesnesini yitirmez, freud’un bir dizi uslamlamadan sonra vardığı sonuçta söylediği gibi kendisine karşı olan saygısını da yitirir. gerçeklik ilkesi burada iş görmez ve ben adeta kaybettiği nesneyi içine soğurmuş ve onunla özdeşleşmiş gibi kendi içinde ikiye yarılır. daha açık bir temellendirmeyle söylenecek olursa, melankoliğin kendisini aşağılayan ve ölümden çıkarak kendi geçmişine, yapıp etmelerine, bütün hayatına uzanan suçlamalarının aslında onun kendisiyle hiç uyuşmadığı ve başka birine ait olduğu görülür. işte burada başkası, ölenin kendisidir.
  • freud'da başkasının ölümü üzerinden yaşanan melankoli durumunun tam da başkasının başkası olarak yokluğuyla ortaya çıkıyor. ego o nesne karşısındayken, onu doğrudan suçlayabilecek ve bütün duygularını onunla olan iletişimde, o gerilimde kendi egosunun sağlığı adına açığa çıkarabilecekken, o nesne öldüğünde artık ego’nun bütünlüğü tehlike altına girmiştir. ego nefretini ve suçlamalarını kendisine karşı çevirmiş ve bilinçdışı bir gerilim anında ego kendi kendisine karşı güçsüzleşmiştir. freud’un sözüyle ego’ya yitirilen nesnenin gölgesi düşmüştür ve bu gölge özneleşebilenin gölgesidir: ego’nun güçsüzleştiği bu an, başkasının başkası olarak yok olduğu andır fakat ego, bu aynının en büyük gücü, yitirilen nesneyi kendisine çektiğinden ve libido o nesnede özdeşleşmesini kurarak adeta ikinci bir ego yarattığından artık aynının gücü olmaktan çıkar ama artık ayrı olanın da gücü değildir. sözkonusu olan aynı (bir, ben) olmaya çalışan iki ayrının eşanlı çatışmasıdır. başkasının yokluğu, aynı’nın yokluğuna dönüşmüştür. başkası dünya ya da onda konumlanan başkaları değil, ego’nun kendisi olmuştur. freud’un dilinde bunun sonucu da ruhun kendi yetileri açısından hasta olmak, ruhsal bozukluk taşımaktır. freud bu bozukluğu intihar olgusuna kadar götürür.

    “melankoliyi bu denli ilginç –ve tehlikeli kılan- özkıyım eğiliminin bilmecesini çözen tek şey sadizmdir… melankolinin çözümlemesi şimdi ego’nun kendisini yalnızca nesne yükünün geri dönüşü sayesinde kendisine bir nesne olarak davranabilmesi halinde öldürebildiğini gösterir – bir nesneyle ilgili olan ve ego’nun dış dünyadaki nesnelere ilk tepkisini temsil eden düşmanlığı kendisine yöneltebilmesi halinde. ego, birbirine zıt olan en şiddetli biçimde aşık olma ve özkıyım durumları arasında, tümüyle farklı yollardan da olsa, nesneye yenik düşmüştür… melankoli yapısı ego’yu tümüyle güçsüz düşürene kadar açık bir yara gibi davranır.” (metapsikoloji, yas ve melankoli)

    freud’un belki de iki durum açısından da, gerçeklik ilkesi uyarınca, ölümle temas ettiği paragraflarda ego’nun canlı kalma isteğinin karşısına nesneye bağlılık hissinin çıktığını ve bu hissin ölmüş olanın yakınına gitmek için bir direnç gösterdiği –kısacası ölüme doğru gidişi göze aldığı- ama bu direncin yas durumunda zamanla çözüldüğü ve ego’nun sağlıklı bir şekilde yaşama döndüğü ifade edilir. melankolide ise narsisistik özdeşleşme kurulmuş olduğundan ego kayıp nesne ile olan temasında kendisini ölmüş olarak duyumsar ve adeta ölüme doğru gidişinde önüne çıkacak en büyük engel olan yaşamdan alınan hazların doyumu bir kenara atılır: başkasının yokluğu ben’in yokluğu olarak algılanır. şimdi yitirdiği için o yaşarken kafasında birçok suçlama, aşağılama ama aynı zamanda büyük bir sevgi ve bağlanma barındıran birey, başkasının ölümü karşısında kendisini önü de arkası da çıkmaz olan ruhun, kendi ruhunun bir sokağına bırakır: önündeki çıkmazdaki aynada yitirdiğine duyduğu sevgisini, arkasındaki aynada yitirdiğine duyduğu nefreti görür. ilki için ölüme onun yakınına gitmek gider; ikincisi için cezalandırır ve onu öldürür: ölen de öldüren de kendisidir.

    böylece, melankoliğin ölüm ile olan ilişkisinin sadece başkasının değil aynı zamanda ben’in de yokluğu olduğu sonucuna vardık. felsefi açıdan ise bu bizi zamanın yokluğu olarak ölüme/öldürmeye götürdü. yas açısından ise başkasının varlığı, başkası olarak (o nesneye yönelmişlik olarak) ilkin bütün ego’yu soğurur, ego tam bir edilgenliğe bürünür ve nesneye olan sevgisine teslim olur ama aşağılama ya da suçlama yoktur. ben’in bu edilgenliği adeta zamanın sabrıdır ve ben’in bütünlüğü yeniden kurulana dek bu kesinti ben için kurucu önemde görünür. ben’in edilgenliği zamanın geçişiyle sona erer ve büyük aynı olan ego karşısına büyük ayrı olan dünyayı yeniden koyar.
  • bilmem daha önce yazıldı mı ama bir ropörtajda "bunca yıldır delilerle uğraştınız * * peki akıl sağlığı yerinde insanı tanımlar mısınız?" sorusunu, "sevebilen ve üretebilen" diye cevaplamıştır.

    edit: gizli bakınız yapmaya çalışıyorum, 8.edit ve bunu yardım almadan yapacağım. "entryde bir bozukluk var galiba" diye mesaj yollamayın ey +8 nesiller, ama "aslında ben 4. nesil okurum 5.nesil yazarım da atıldım nedense" hikayesini yemezler valla hepinizi gebertirim. "yarısında çıktığım sözlük" di mi? nöbetçiler!!! *
  • almanya'da, einstein'ın oğlunun evinde kaldığı zamanlarda, einstein ile oturup sohbet etmiş ve kendisi hakkında "ben fizikten ne kadar anlıyorsam, o da psikolojiden o kadar anlıyor. o yüzden keyifli bir sohbet oldu." demiş psikanalist.
  • platon'un devlet'inde de görüldüğü üzere, "insanın 3 kısma ayrılma hali" ve "rüyalarda, sarhoşlukta, aşıkken açığa çıkan bilinçaltı" konseptleri daha o dönemde tartışılıyormuş. elbette id, alter ego ve süper ego diye ayrılmalardan bahsetmek mümkün değil devlet'teki tartışmalarda, fakat freud'un bu metinlerden faydalanmadığını düşünmek hatalı olur kanımca.
  • "bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır" demiş filozoftur.
  • psikolojinin temelini atmış, kendinden sonra gelen çoğu kuramcıyı etkilemiş bir zattır kendileri. hatta diğer kuramcılar psikoloji ya da danışma kuramları ya da teknikleri dersinde anlatılırken mutlaka bir freuddan farkları adında bir alt başlık bulunur. ya da laf arasında mutlaka "feruddan farklı olarak ... şeklinde düşünmüştür" şeklinde cümleler geçer.

    çok yakın arkadaşı hatta meslektaşı olan ernest jones'in yazdığı kapsamlı biyografisinde "bir gün tanrıyla karşılıaşırsam ona ilk soracağım soru neden beni daha zeki yaratmadın"dır dediği yazmaktadır. gerçekten etkileyici...
  • freud’un ele aldığı rüya sürecinin temelinde salt cinsel dürtüleri bulması eleştirilirken, genellikle teorik bir hatadan kaçılamadığını bildiren lacanik zizek üzerinden okuyalım;

    rüyanın anlamlı bir içeriğe sahip olduğu yargısı koyulup analiz edilebilir bir olgu olarak ele alınmasının ardından karşımıza üç temel freudyen kavram çıkacaktır; belirtik rüya metni, örtük rüya içeriği-düşüncesi ve rüyada işbaşında olan bilinçdışı arzu. işte yanılsama örtük rüya içeriğinin bilinçdışı arzuyla özdeşleştirilmesinden kaynaklanır.

    “ama freud’un sürekli vurguladığı gibi, ‘örtük rüya düşüncesi’nde bilinçdışı olan hiçbir şey yoktur…

    …eğer 'rüyanın sırrı'nı belirtik metin tarafından gizlenen örtük içerikte ararsak, hayal kırıklığına mahkum oluruz: tek bulacağımız, çoğunlukla cinsel olmayan ve kesinlikle ‘bilinçdışı’ olmayan bir mahiyet arzeden, bütünüyle ‘normal’, ama çoğunlukla nahoş bir düşüncedir. bu ‘normal’ bilinçli/önbilinçli düşünce, sırf bilinç için taşıdığı ‘nahoş’ karakter yüzünden bilinçdışına itilmez, bastırılmaz; onunla çoktan bastırılmış, bilinçdışına yerleşmiş olan bir başka arzu, ‘örtük rüya düşüncesi’yle hiçbir alakası olmayan bir arzu arasında bir tür ‘kısa devre’ yarattığı için bastırılır” (*)

    demek ki, freud'a göre rüyanın kurucu unsuru olarak bilinçışı cinsel arzunun yeri, rüyanın örtük içeriğinde aranacak sırda değil bizzat biçimin kendisindedir.

    bilinçdışı arzu ortak dile çevrilemeyen ("normal" olmayan) yapısal bir köksüzlük ifade eder. feminist freud yorumu ise daha çok bu yapısal köksüzlüğün üzerini ataerkillik eleştirisiyle kapama girişimidir. örneğin “-psikanalizin oidipus kompleksi ve çekirdek aile üçgeninin çok önemli bir rolü olduğunda ısrar etmesinin, ataerkil ailenin tarihsel olarak belirlenmiş bir biçimini evrensel insanlık durumuna ait bir özelliğe dönüştürdüğü fikri” (*) lacan tabiriyle yasanın imkansız çekirdeğinden, aşırı hızlı tarihselleştirmeyle, kaçma girişimidir.

    “başka bir deyişle, aşırı hızlı evrenselleştirme, işlevi bizleri onun tarihsel, toplumsal-simgesel belirlenimine karşı körleştirmek olan yarı-evrensel bir imge üretiyorsa, aşırı hızlı tarihselleştirme de bizi, çeşitli tarihselleştirmelerden/simgeselleştirmelerden aynı kalarak dönen gerçek çekirdeğe karşı körleştirir.” (*)

    bu işlem g si büyük gerçeğin lacan terminolojisindeki yeri itibariyle de gözlenebilir. öteki, temelde sakat olduğu için, belirli bir sakatlığın, yapısal köksüzlüğün üzerinde yükseldiği için boşluğunu doldurma hususunda fanteziye ihtiyaç duyar. fantezi, öznenin değil büyük ötekinin boşluğunu doldurma çabasıdır. o halde ötekiyi bilmek yetmez fanteziyi aşmak gerekir. büyük öteki tam da yapısal bir boşluğun üzerine oturduğu için fantastik bir kurguya ihtiyaç duyar. (rüyanın biçimi) genel eğilim, simgesel düzen süregideninin ardında hakiki bir gerçekliğin bulunduğunu varsayar. gelgelelim lacancı gerçek, simülasyonun arkasındaki bu “hakiki gerçeklik” değildir. gerçekliği tamamlanmamış veya tutarsız kılan boşluğun üzerine oturan her simgesel bu tutarsızlığı gizleme işlevi görür. (aslen ideolojinin anlamı da budur) bu gizlemeyi gerçekleştirmenin yollarından birisi de, bildiğimiz tamamlanmamış/tutarsız gerçekliğin arkasında, onu kurmanın önünde hiçbir olanaksız tıkanma noktasının olmadığı başka bir gerçeklik olduğunu söylemektir. (aşırı hızlı tarihselleştirme)

    (*) zizek, ideolojinin yüce nesnesi
  • çocuğuna 2013 yılında açılmak üzere bir mektup bırakmış psikanalist. kim bilir belkide 2013 yılında kuramıyla ilgili bilinmeyenler, anlaşılamayanlar bu mektupla aydınlanır.
hesabın var mı? giriş yap