• tedavisi mümkün olan psikolojik bir rahatsızlıktır. dışarıya çıkmak, yolda tek başına yürümek, bir yerde oturup yalnız yemek yemek bile zulümdür. tabi ki temeli yaşanmış travmalar ve çocukluk yaşantısına kadar gider.
  • yüksek lisans tezimin konusudur. problem teşkil eden bir rahatsızlıktır.
    bi kesit...
    "sosyal anksiyetenin (sosyal fobinin) 1990lı yıllardan önce hem toplum hem de psikiyatri tarafından yeterince önemsenmemiş olduğu dikkat çekmektedir. bu durumun başlıca nedenleri; çocuklarda sosyal anksiyetenin hem aile hem de okul çevresinde bir problem olarak görülmemesi, dışa yönelmiş bozukluklarda olduğu gibi yıkıcı davranışlarla çocuğun başkalarına zarar vermiyor olması, sosyal ortamlarda arka planda ve çoğunlukla sessiz sakin kalmayı tercih eden çocukların çekingen olarak görülmesi, onların bu özelliğinin kişiliklerinin bir parçası olarak kabul edilmesi, sosyal fobinin temelinde olan utangaçlık ve başkalarının olumsuz değerlendirmesinden korkmanın yardım aramayı engellemesi, eşlik eden bedensel belirtiler nedeniyle kişilerin diğer tıp birimlerine başvurarak zaman kaybetmeleri sayılabilir (gültekin, 2008). insan sosyal bir varlıktır. ancak hızla gelişen teknoloji sayesinde insanların yüz yüze olan iletişimleri yerini makine ile olan iletişimlere bırakmakta buda sosyal yaşamdan kopmasına ve sosyallşgmesini olumsuz etkilemekte ve önemli işlevsel yetersizliklere neden olmaktadır."
  • universite yillarinda farkettim ben bunu... derse gec kalirsam kapidan girdigimde butun gozler bende olacagi icin giremezdim derslere.. ya arayi beklerdim ya da derse giremeden tekrar eve gelirdim.. onceleri pek onemsemeyip, utangaclik deyip gectim ama farkli yerlerde buna benzer seyler yasayinca ve olayin ustune gidince anladim bu hastaligi..

    simdilerde devam ediyor.. tanisamiyorum insanlarla, fazla da konusamiyorum... belli donemlerde hayatima antidepresan niyetine insanlar giriyor.. onlar icin baya bir adim atiyorum tam kendime geliyorum bu sefer de onlar yorulup kahrimi cekmiyorlar daha..

    babamdan genetik olarak geldigini dusunuyorum cunku hayatimda bunu tetikleyecek herhangi bisey yasamadim.. zaten babamda da cokca belirtileri bulunuyor sosyal fobinin..

    ilac tedavisi falan vardi bi arada zaten gelmisim 32 yasina, artik cok fazla sosyal olup insanlarla iletisime gecmek de istemiyorum.. eskiden zorlardim kendimi, yapardim kendi capimda biseyler ama belli araliklarla yasadigim kotu tecrubelerimden sonra bu gayretleri de biraktim...

    insan her seye alisiyor ya...
  • uzun süreli asosyallik ve yalnızik sonucu olusur.cozümu kimseyi sallamamak,herkes ile iyi geçinmek zorunda olmamak psikolojisidir.
  • sosyal fobi aşılması uzun süren psikolojik bir rahatsızlıktır. kişi kendini sürekli diğer insanlardan daha ufak,faydasız görür. karşısındaki kişiyle konuşurken karşısındakinin yaptığı en ufak bir iğrenme hareketi sosyal fobik kişiyi çok etkileyebilir ve kafasında ' ya kesin bişey yaptım, kesin benden sıkıldı ' gibi kendi önyargı tezini otomatik olarak oluşturur halbuki öyle bir durum söz konusu değildir.

    hayatta kendinin olumsuz yönlerini görür o yönlerinin gerçekten öyle olduğuna kendini inandırır. olumlu yönlerine odaklanmakta güçlük çeker özgüven eksikliği nirvana yapabilir. insanlar eğlenirken ortamlara girerken sosyal fobik kişi yalnızlığı seçer ama bu elinde değildir çünkü beyni artık kuşatılmış, düşünce sistemini kendisi kontrol etmeyecek durumdadır. kendini insanların içine sokamadığını için yalnız kalır ve kendini depresyona sokabilir.

    çözüm uzun sürebilir çünkü beyninde gelişen bu kişilik yapısıyla beyninin kimyası değişmiştir, kurtulmak kolay değildir, öğrenilebilir. yapılması gereken uzman tedavisi almak (kırılan kolunuzu kendiniz onarmaya çalışmazsınız değil mi?) kendini geliştirebileceğini düşündüğü kitapları okumak, spor yapmak ( aşırı düzenli, yüzmeyi öneririm) beyninde zevk aldığı şeylerden yeni kaynaklar oluşturmak , kendini zorlamak ve insanlarla iletişim kurmaya çalışmak olabilir. ilaç kullanmadan aşılabilir.

    bu yazıdakiler benim başımdan geçti yaklaşık 1 senede baya kendime geldim diyebilirim. bunu aşamayacağıma inandığım dönemler oldu ama bu sorun kafanızı terk ettiği zaman çok sesi çıkmıyor, sesini kesmeyi öğreniyorsunuz ve bir süre sonra böyle bişey yaşamamış gibi hayatınız iyi yönde devam ediyor.
  • iş gereği yahut bir ortak arkadaş vasıtasıyla biriyle tanışırsınız. daha tek kelime konuşmadan onun sizin hakkınızda negatif bir yargıya sahip olduğuna kendinizi inandırırsınız. kendinizi işte bu noktada güzelce kazıklarsınız. sizi tanımayan biri size nasıl kötü bir gözle bakabilir ki? bu kişi zaten benim hakkımda kötü düşünüyor'dan ilerliyorsunuz ve ona iyi davranmıyorsunuz. iyi davranmadığınız için karşınızdaki haliyle "lan bu bana niye böyle davranıyor" diye düşünüp baştaki beklentinizi karşılıyor, yani size negatif bir yargı ile bakıyor. korktuğunuz başınıza geliyor yani. bunu görüp bu sefer karşı atağa geçiyorsunuz, (istemeden) daha da inat edip kötü davranıyorsunuz.

    toplu taşıma araçlarında insanlar beni izliyor mu düşüncesi ile onları izliyorsunuz, onları izlediğiniz için de doğal olarak sizi izliyorlar. yani olaya baştan yanlış bir fikirle giriyorsunuz. birisinden ne kadar hoşlanıyorsanız, ona o kadar kötü davranıyorsunuz. ne kadar saçma, ne kadar gereksiz değil mi? bu durumda kaybetmeye baştan mahkum oluyoruz. siz acaba hakkımda ne düşünüyor, onu davranışımla üzüyor muyum diye düşünürken, o size kibirli, soğuk, kendini beğenmiş gözüyle bakıyor. ama bu fikri siz ona yüklüyorsunuz. olay bu. ama bu döngüden çıkış nasıl?
  • kendini diğer insanlardan aşağıda görme. elalem ne der sendromu
  • hakkında detaylı, betimleyici, kendinin aşırı farkında entry'ler girerek hiçbir zaman aşılamayacak ve hatta rahatlama getirilemeyecek olan rahatsızlık ve insanlık halidir. nice duyarlı, ince ruhlu, nazik gönüllü insandan, onlar bunun farkında bile olmadan, budalalar yaratmıştır.

    ben de bu insanlardan biriyim (bkz: sosyal fobi/@inscrutable). "biriydim" diyemiyorum; hayatımın mevcut döneminde, insanın geçmişinden sivri bir şekilde sıyrılıp kopabileceği fikri bana uzak görünüyor artık. ancak, öyle ya da böyle; zamanla olaya bakışım kesinlikle değişti.

    hepiniz benim kardeşimsiniz, benim de sizin kardeşiniz olduğumu bildiğim gibi. kelimelerinizde kendimi görüyorum, zamanında kendi entry'lerime yolladığınız mesajlarda bana söylediğiniz gibi. şu an yazacaklarım, konuya dair önceden yazdıklarımı biraz daha farklı bir çerçeve üzerinden değerlendirme (ama reddetme değil: bunlar benim geçmişimden kareler) amacı güdüyor benim için. umarım size de bir faydası dokunur.

    ---

    "bütün insanlar, kendi düşüncelerinin ölümcül ritminden zaman zaman kaçmak durumundadır."
    -- raymond chandler

    şu yirmi yedi senelik hayatımda karşıma çıkan en büyük yalan ne diye sorsalar, bir saniye bile düşünmeden farkındalık cevabını veririm. burada farkındalıktan kastığım, çevrede ve dünyada olan bitenlere dair bir ayıklıktan ziyade, bunun tam tersini temsil eden; tabii ki de her sosyal fobi mağdurunun en iyi bildiği, kendi zihinsel süreçlerine yönelik iç-görü hali. üstte linklediğim iki entry'de bunun örneklerini net bir şekilde görebilirsiniz, ki bu bana özgü bir şey değil. bu başlıkta birbirinden güzel entry'ler varsa bu konuyla ilgili -- ki her sayfada çokça var -- bunun birincil mimarı farkındalıktan başka bir şey değil.

    gelin görün ki, farkındalık bence zihinsel bir tuzaktan, bir nevi ayı kapanından ibaret. bir zamanlar böyle düşünmezdim: farkındalık ne kadar da özel bir şeydi, beni farklı kılan noktalardan, bana kimliğimi sağlayan, kendimi var etmemi sağlayan mefhumlardan biriydi. tedirgin olabilirdim, ama "özünde iyi", hassas bir insandım: arkadaşlarım, dostlarım, hepsi bende bunu görmüş ve beni bununla kabul etmişlerdi.

    tüm sosyal fobikler gibi ben de büyük tedirginlikler, korkular ve acılar yaşıyordum, ama kendi zihinsel süreçlerimi inceleyebilirsem, elbette eninde sonunda, günün birinde bu bulmacayı çözecek kilit kavrayışa ulaşabilirdim, değil mi? korkularımın çıkış noktasını kavrayabildiğim noktada onu kontrol edebilecek ve onu alt edebilecektim. entry yazarken aklımda yüzlerce şüphe ve sorgu oluşuyorsa tüm bunların bir anlamı olmalıydı. insanlarla konuşurken onların gözlerine bakamayaşımın farkında oluşumun bir önemi olmalıydı. her endişenin, her tereddütün katkı sağladığı bir hikaye vardı ve bu hikayeyi kafamda kurgulayabildiğim anda zafer benim olacaktı. kendimi anlayabildiğim, derinliklerimi keşfedebildiğim ölçüde kendimi iyileştirecektim. bunun için tek ihtiyacım olan şey, zamandı.

    bu noktaya kadar anlattıklarım sizlere de tanıdık geliyorsa, ne mutlu bize. şimdi bir şey daha diyeceğim. bırakın bu işleri.

    tabii bunu "allah yok din yalan" gazı veren ateist gibi söylemek istemiyorum. sadece: ben yukarıdaki "inanca" senelerimi verdim, ve beni pek de bir yere çıkardığını hissetmiyorum. mesela ilk yazdığım entry'deki cümlelerden biri: "yıllar boyunca... büyük değişimlerden geçmediğinizi düşünürsünüz" demişim. e evet çünkü, sürekli olarak bu hastalığı nasıl da yaşadığınızı irdeleyerek, bu eksende bir şeyleri düşünerek, -- arkadaşlarının einstein demediği einstein'ı alıntılayacak olursak -- aynı şeyi tekrar ederek, farklı bir sonuç bekleyemezsiniz. mesela yukarıda bir arkadaş bu başlığa yazan kişilerin anca ufak bir kısmında sosyal fobi olduğundan filan sözetmiş, madalyayı haketmiş. sosyal fobinin hakkını vermeye çalışmayın abi, ona bu kadar mesai harcamayın. siz öyle yaptıkça o sizi harcar merak etmeyin.

    ---

    "kök salmış olmak, insan ruhunun belki de en mühim ve en az bilinen ihtiyacıdır."
    -- simone weil

    şimdi tabii eğer "kendi düşünceleri üzerinde kafa patlatma" konusunu diskalifiye edeceksem, bunun yerine alternatif bir yaklaşım koymak da boynumun borcu. söyleyeceğim şey çok basit.

    kendi içinizden çıkın ve çevrenize dönün. sizin için anlamı olan bir şeyler yapın ve bunu yaparken çevrenizi de yaptığınız şeye dahil edin. kök salın amına koyim. şu dünyayla bir şekilde bir temasınız olsun. kendi kendinize gelin güvey olmayı bırakın, ve kendinizin dışında kalan şeylere dokunmaya başlayın.

    bakın beni yanlış anlamayın, "tutkularınızın peşinden gidin!" gibi yarrak kürek bir nasihat vermiyorum burada. tutkularınızı sikeyim afedersiniz, bunu okuyorsanız muhtemelen yoktur da zaten tutkunuz filan. olup olmaması önemli değil, gerçekten değil. "bu hayatta gerçekten ne istediğinizi" bilmiyor olabilirsiniz ama mevcut hayatınızda çevrenizle içiçe olmanızı sağlayacak şeyler her zaman vardır.

    öğrenci misiniz? bir kulübe yazılın. proje grubunu toplayın. derse geciktiyseniz de girin. çalışıyor musunuz? bu bile büyük bir artı, illa ki bir şeyin farkında olacaksanız, o bu olsun. işinize uzmanlık kazandıkça kendinizi daha yetkin hissedeceksiniz zaten ve mal gibi sürekli sosyal fobinizi düşünmezseniz göreceksiniz ki o da rahatlıyor olacak. işiniz bullshit bir şey mi (ve bu o kadar doğal ki)? çalışmıyor musunuz? o zaman gidin bir kursa filan yazılın. hem edinmek için kendinizi kısa bir süreliğine de olsa ona adamanız gereken bir yetkinlik ile; hem de tıpkı sizin gibi bununla cebelleşecek başka insanlarla, yani sizin gibi insanlarla, içiçe olun. kursa yazılmak istemiyorsunuz, paranız yok? o zaman gönüllülük usulü ile çalışan bir kuruma dahil olun. evsizlere yemek dağıtın. yaşlılarla vakit geçirin.

    (hala arada favori ve mesaj alan entry'ye [teşekkür ederim!] 2017 editi: spora gidin gençler, yapıyorum oluyor: (bkz: vücut geliştirme/@inscrutable))

    ne kadar da klişe değil mi bunların hepsi? evet öyle. evet aynen öyle. klişe ama sosyal fobiniz varsa biliyorum ki bunların her biri gözünüzde hayvan gibi büyüyor şu anda. buna engel olmak durumundasınız. neden korktuğunuzu da biliyorum. başaramamaktan korkuyorsunuz, başka insanların izlenimlerini, hakkınızdaki düşüncelerini kontrol edememekten korkuyorsunuz. komik duruma düşeceğinizi ve yerin dibine gireceğinizden endişe ediyorsunuz. bunlar bildiğiniz şeyler. bu cehennemin asıl sebebi olarak ise kendimizi çevremizin bir parçası olarak hayal edemiyor oluşumuzu öne sürüyorum. sorumluluk almaktan, kendimizi öne çıkarmaktan korkuyoruz çünkü sorumluluk aldığımız, öne çıktığımız bir ortamı zihnimizde kurgularken ödümüz kopuyor. bu dolmuşta para uzatırken de geçerli, spor salonunda eğitmene bir şey sormak isterken de, karşımızdaki insan bize aniden bir soru sorduğunda da, evsizlere yemek dağıtırken de. deneyimsizlik, o genel deneyimleyememiş olma hali öyle bir şey ki, bizi böyle bir şeyin olma ihtimalinden hepten soğutuyor. ama bundan bu şekilde sıyrılmamız mümkün değil.

    öteki cehennemimize, yani insanlara gelecek olursak. bakın belki de bunu en başta söylemeliydim: şu hayatta büyük ölçüde kontrol edemeyeceğiniz bir şey varsa o da öteki insanların size bakışıdır. her türlü ortamda kanı size çeken insanlar olduğu gibi size zamanla alışacaklar, ya da evet, hiç ısınamayanlar da olacaktır. doğru, bazı insanlar bu konuda her zaman daha başarılı, ama bu bir rekabet mi gerçekten? böyle düşünmeyi bırakın. herkes tarafından beğenilmek gibi bir beklentiniz olmasın, ama bundan insanları iplememeniz gerektiği sonucuna varmayın -- hangisi daha yanlış, emin değilim. erkekler olarak rekabet algısından özellikle muzdaribiz çünkü cinsiyet rollerinin getirdiği bir agresifliği sergilemek zor ve özellikle günümüzde internetin de etkisiyle sevgili bulmak konusunda daha da sıkıntı yaşıyoruz. ama bu ana mesajımı değiştirmiyor. çaba göstereceksiniz. vücudunuzdan memnun değilseniz spora gidecek ve vücut çalışacaksınız. ve ne yapıp ne edip o kızla bir şekilde tanışacaksınız. şansınızı deneyeceksiniz, olursa ne mutlu size -- ama olmayınca da olmayacak ve önünüze bakacaksınız.

    her şeyi kontrol etme, ideal bir şekle sokup o şekilde yaşama itkisini yavaşça geride bırakmadan, sosyal fobi ile baş etmek mümkün değil. bu her şeyi yönetme çabasının beyhude bir çaba olduğunu da insan ancak bazı şeyleri çevresinden beklemek zorunda kaldığında anlayabilir. çevreyle karşılıklı etkileşim halinde olmak, bu yüzden bu kadar mühim ve gerekli.

    ---

    "'kendini bil' mi? kendimi bilsem, koşarak uzaklaşırdım."
    -- goethe

    umuyorum ki, sosyal fobi ile uğraşırken, benim için nelerin fayda sağladığını, kendi bakış açımı anlamlıca ifade edebildim. önemli olan şu: kendimizi ne kadar izole, tedirgin, korku dolu hissetsek de, halen birer insan, ve böylelikle diğer insanlarla varolan bir canlı olduğumuzu bize hatırlatacak bir eylemlilik halinde olmamız gerekiyor.

    bu entry'nin temsil ettiği düşünce zincirinin tohumları da zihnimde ilk defa, son dönemde hoşlandığım bir kadınla bir akşam yemeği yedikten sonra belirmişti. konuşulan konuların ne olduğunun önemi yok, kadının çok, çok güzel olduğunu söylememin de bir faydası yok; sevgilisi vardı ve bunu biliyordum da zaten. hafif çakırkeyif bir şekilde, güzel bir akşam yemeğinin anılarıyla kaldım. ama birkaç sene önceki ben onunla hiçbir şekilde tanışamazdı bile; bunu, takdir edersiniz ki, o sırada ona söylemedim.
  • kırk yılda bir davetli olduğunuz bir ortamda, sıradan bir insanın sosyalliğine erişebilmek için şaraba abanmanızın ertesi günü baş ağrısından işe gidememektir.

    böyle çekingen ve silik karakter olmaz olsun.
hesabın var mı? giriş yap